artık hayatta olmayan sevdiklerinizin fotoğraflarına baktığınızda içinde bir volkan patlar. kendinizi tutarsınız ağlamamak için. bu ve bunun gibi olan durumlarda içinde bulunduğunuz yürek kanaması olarak da tanımlanabilir.
yıllar öncesinin fotoğraflarını; belki tozlu bir raftan belki de hemen el altında, masa üstünde duran bir albümden lise veya ilkokul fotoğrafları açılıp, önceden binlerce kez irdelenmiş olsa bile hepsini tek tek sıkılmadan inceleyip içlenmektir. hele ki yanınızda bir-iki de o dönemden arkdaş bulunursa tadından yenmez.
tabi artık yeni yeni dijital alem ile ölüşe geçmiş bir adettir. ama bin megapikselli bir makineyle çekilmiş, yüzbin cigabaytlık bir fotoğraf arşivi bile; arkasına tarih notu düşülmüş eski bir fotoğrafın yerini tutamaz, o ayrı.
o güzel anilari getirir insanin gözleri önüne. hüzün cöker ister istemez. sonrada hafif bir tebessüm gelir yüzünüze, iyiki cekilmis bu fotograflar der kaldirir koyarsin tekrar kutuya.
gecmisteki yasanmıslıklara geri dönme istegini de uyandırır bazen. keske bi'zaman makinesi olsa da o günlere tekrar dönebilsem diye düsünürsünüz. yanlıs oldugunu düsündügünüz seyleri yine sizin dogru kabul ettiklerinizle takas etmek istersiniz. o alt tarafı bir resimdir, hatta keske daha düzgün gülümseseymisim, saçlarım şöyle olsaymıs falan filan dersiniz. ama yine de kendinizi o ana gitmekten alamazsınız. amma velakin gecmis her zaman siyah beyaz!
eskiden çekilmiş fotoğraflara bakıp, için hüzünle dolması.
eskiden çok eskiden çektirdiğiniz ve belkide bir daha hiç olmayacak kadar mutlu olduğunuz bir dönemin resimleriyse eğer, ve bir daha o yaşta ve o mekanda olamayacağınız gerçeği mıhlanmışsa beyninize, içiniz tarifi zor, garip bir şekilde burulur ağlamak istersiniz ağlayamazsınız bile..
bir yandan mutlu geçirdiğiniz zamanların verdiği huzur, bir yandan bir daha o zamana geri dönememenin verdiği hüzün harmanlanır, garip işte tarifi yok..
küçüklük fotograflarınızı gördüğünüz zaman ağlama durumu gerçekleşebiliri.
"vay be eskiden ne kadar güzeldi, keşke hep küçük kalsaydım" gibi cümleler beyninizde yankılandıktan sonra bir üzüntü çöker üstünüze.
aslında fotoğrafı çektirdiği gün sadece formata uymak için gülümsemiş olduğunu unutup, kendini o günlerde mutluymuş gibi hatırlayıp, içinde bulunduğu günden yakınmaktır. (büyük bir ihtimalle şu anda geçmişinden daha iyi bir durum içerisindedir).
hele hele fotoğraftaki kişilerden biri yoksa, ölmüşse, o an için fotoğrafın insan kadar değerli ya da değeri olmadığının gerçeğini anladığın, karamsarlığın içine çöktüğü andır eskilere dair yaşanan.
düşününce aslında insan ne kadar aciz bir varlık olduğunu anlar.
'biz büyüdük ve kirlendi dünya' sözüyle uyumlu olarak, büyüdükçe dünyanın gerçeklerini, insanların gerçek yüzlerini ve hayatın aslında önceden sandığımız gibi rahat, kolay, en büyük sorumluluğun ders çalışmak olduğu, eğlenceli birşey olmadığını; aşkın, acının, kayıpların, hayalkırıklıklarının, sorumlulukların, zor elde edilen başarıların, haksızlıkların hayatın bir yüzünü oluşturduğunu öğrenmemizle birlikte; kimi zaman fotoğraftaki bir kişinin ölmüş olması, kimi zaman gülümseyerek kolkola fotoğraf çektirdiğiniz 'dost'unuzla artık görüşmüyor olmanız, eski sıcak arkadaşlık ortamı ve yüzlerdeki 'saf'lık ifadesinin kalmayışı sonucu eski fotoğraflara bakıp hüzünlenmek ve sonrasında 'ne güzel günlerdi..' şeklinde iç geçirmekle karakterize durumdur. kişiyi en çok yaralayanlar da eski fotoğraflara baktığında ve bir de şuanki haline baktığında hiç beklediği gibi olmadığını, 'hayatta yapmam' dediği bir çok şeyi yaptığını görmesi, yani bir nevi kendiyle hesaplaşması ve kaybettiği bir sevdiğini o fotoğrafta canlı gibi birerbir görmesidir. bütün bunların akabininde o günlere gidilir, düşünülür, derin bir iç çekilir.. sonra ya bir kapı çalar ya bir telefon.. albümler dolaba kaldırılır, hayata devam edilir. *