erzurumlu ibrahim hakkı

entry46 galeri3
    46.
  1. Marifetname'yi 400 kitaptan yararlanılarak yazılmıştır. kendisi güneş sistemini anlatan ilk kişidir,
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2053843/+

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2053844/+

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2053845/+

    resim 1 : Mârifetnâme’de yönleri ve rüzgârları gösteren (üstte), ayrıca otuz iki rüzgâr ve bunlarla ilişkili yıldızlar ile sekiz ana rüzgârı gösteren (altta) pusula çizimleri
    resim 2: Mârifetnâme’de yönleri ve rüzgârları gösteren (üstte), ayrıca otuz iki rüzgâr ve bunlarla ilişkili yıldızlar ile sekiz ana rüzgârı gösteren (altta) pusula çizimleri
    resim 3: Mârifetnâme’de güney yarım küresi (üstte) ve kuzey yarım küresini (altta) gösteren dünya haritaları
    0 ...
  2. 45.
  3. Meşhur marifetname'nin sahibidir. Yazdıklarını deli saçması gören de var mantıklı bulup uyan da.
    0 ...
  4. 44.
  5. şu şirini her daraldığımda içimden tekrarladığım büyük âlim.

    Açılır bahtımız bir gün, 
    hemen battıkça batmaz ya!
    Sebepler halk eder Hâlık,
    Kerem bâbın kapatmaz ya!
    Benim Hakka münâcâtım
    değildir rızk için hâşa,
    Hüdâ Rezzakı alemdir,
    rızıksız kul yaratmaz ya!
    2 ...
  6. 43.
  7. 42.
  8. bir ermiştir, allah dostudur; türbesi siirt'te bulunmaktadır zira hocası ismail fakirullah'ın yanına defnedilmek istemiştir. inşallah ölmeden duasını almak ve feyzlenmek nasip olur. siirt'te yaşayanlar ya da memleketi siirt olanlar en yakın zamanda ziyarette bulunsun.
    4 ...
  9. 41.
  10. "hak şerleri hayreyler,
    zannetme ki gayreyler,
    Ârif anı seyreyler...
    görelim mevlâ neyler,
    neylerse güzel eyler."

    demişti.
    1 ...
  11. 40.
  12. Erzurumda doğdu birçok bilimsel alanda araştırmalar sürdürdü -özellikle gökbilimi- ve başarılar elde etti.
    Daha sonraları istanbula giderek saray eşrafından bilimcilerle tanıştı aralarına girdi ve ikinci mahmuta saray kütüphanesini kullanmak istediğini dile getirdi bu kaynaklara ihtiyacının olduğunu söyledi bunun üzerine sultan arzusunu geri çevirmeyip erzurumlu ibrahim hakkıya saray kütüphanesini açtı ve en önemli eseri olan marifetnameyi kaleme aldı.
    Daha sonraları siirtin tillo ilçesinde vefat etti ve kendisinin hocam dediği tasavvufi anlamda birçok ders aldığı kazanımlar elde ettiği ismail fakirullah hazretlerinin yanına defnedildi ayrıca ismail fakirullah hazretlerine bir teşekkür mahiyetinde yılın ilk güneşinin kabrinin başına doğacağı bir kale inşa etmiştir (Işık Hadisesi) ve çok sevdiği hocası hakkında şu sözleri dile getirmiştir "yılın ilk güneşi hocamın başucuna doğmayacaksa ben neyleyim o güneşi" ayrıca bugün o kale senenin belirli dönemlerinde turist akınına uğramaktır.
    1 ...
  13. 39.
  14. "Ahir zamanda Din ahlakının gereği olan dürüstlüğün, adaletin, ihtiyaç içinde olanın korunmasının, mazlumların haklarının gözetilmesinin, sadaka vermenin, merhametli ve hoşgörülü olmanın gittikçe azaldığı bir dönemdir.
    Bu erdemlerin yerini yalan, sahtekarlık, acımasızlık, geçimsizlik, bencillik, saldırganlık almıştır. Yardımsever olmanın bir tür saflık olarak algılandığı, dürüst olmanın gereksiz, merhametli ve yumuşak huylu olmanın garip karşılandığı, adaletin sağlanmadığı, zulmün ve haksızlığın yaygınlaştığı böyle bir ortamda insanlar neyin iyi neyin kötü, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt etmekte zorlanırlar''.
    5 ...
  15. 38.
  16. 37.
  17. Mevla görelim neyler.
    Neylerse güzel eyler demiş.

    Ama şimdiki müslümanlarda görecek göz var mı merak ediyorum.
    1 ...
  18. 36.
  19. Hicri takvime göre 1071 yılında Erzurum’da doğan Erzurumlu ibrahim Hakkı, Şeyh Osman Efendi’nin oğludur. Babasının çok iyi bir mutasavvıf olduğu bilinmektedir.
    ibrahim Hakkı, medrese çok iyi bir tasavvuf eğitimi almıştır. 3 kez hacca gitmiş ve Arabistan ve Mısır başta olmak üzere birçok yeri gezmiştir.

    Küçük yaşlarda iken annesini ve babasını kaybetmiştir ve ardından da amcasının yanına yerleşmiştir fakat bu süre içerisinde eğitimine ara vermemiş, aldığı tasavvuf eğitimini ilerleterek sürdürmüştür. Hatta 1747 yılında istanbul’a gelip Osmanlı Padişahı 1.Mahmut ile görüşmüş ve ondan saray kütüphanesini kullanabilmek için izin almıştır. 25 yıl sonra doğduğu yer olan Erzurum’a geri dönmüştür.
    2 ...
  20. 35.
  21. (bkz: marifetname) isimli eseri vardır. güzel insan mekanı cennet olsun.
    2 ...
  22. 34.
  23. Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
    Sebepler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya.
    Benim Hakk’a münacâtım değildir rızk için hâşâ
    Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya.

    Erzurumlu ibrahim Hakkı..

    Allah ondan razı olsun.
    2 ...
  24. 33.
  25. Evrime benzer şeyler savunan şahıs.
    Zamanına göre birçok konuda bilgisi vardır fakat hurafeciliği de yok değildir.
    0 ...
  26. 32.
  27. Aslında ispirlidir.
    ispir, Erzurum'dan çok Rize'ye yakındır.
    Kuru fasulyesi, Ovit dağı geçidi ve kar - kışı meşhurdur.
    1 ...
  28. 31.
  29. "islam alimlerinin, canlıların yaratılışı ve gelişmesiyle alakalı düşünceleri zaman zaman yanlış değerlendirilmektedir. Bunda bazı tabir ve terimlerin değişik anlaşılmasının rol oynadığı muhakkak. Farklı değerlendirmeye sebep sadece bu değil, tabii. Bilhassa evrimciler, onların bu konudaki görüşlerini istismar ediyorlar. Bu tip yanlış anlaşılmalara ve istismara mani olmak için, islam alimlerinin konuyla alakalı eserlerinden bazı pasajlar vererek hakikati açıklamaya çalışacağız.

    Bilindiği gibi evrim; "kademeli olarak gelişme ve değişme" demektir. Lügat manası böyle olmakla beraber, terim manası, bir türden bir başka türün veya bir varlıktan başka bir varlığın yavaş yavaş ve tesadüfen meydana gelmesidir. Bütün canlıların tek bir menşe (orijin)'den türeyip silsile halinde birbirinden tesadüfen geliştiğini savunan teori de evrim teorisidir. Bu evrim felsefesinin dayandığı prensipleri dört kategoride toplamak mümkündür.

    Bunlar:

    1— Tedricilik (kademeli gelişme), yani, evrim hadiseleri uzun zaman içinde ve adım adım cereyan etmiştir.

    2— Bir türden başka bir tür veya bir varlıktan başka bir varlık hasıl olmuştur.

    3— Günümüzdeki bütün varlıklar, tek bir hücrenin farklılaşmasıyla meydana gelmiştir. Yani tek hücreden omurgasız çok hücreliler, onlardan balık, balıktan kurbağa, kurbağadan sürüngen, sürüngenden kuş ve memeli ve neticede maymundan insan hasıl olmuştur.

    4— Bütün hadiseler, tesadüfen ve kendi kendine cereyan eder.

    Burada hemen şunu ilave edelim ki, islam alemindeki her alimin şahsi görüş ve düşüncelerini, yorum ve içtihatlarını islam adına kabul etmek doğru değildir. Bu sahada çalışanlar iki grupta mütalaa edilebilir. Birinci gruptakiler, islami kaynaklardaki hükümlerin tefsir ve yorumunu yaparlar. Diğer grubu da felsefeciler teşkil ederler. "islam alimleri" deyince, daha ziyade birinci gruptakiler anlaşılmalıdır. Çünkü, felsefeciler başka kaynakların etkisinde de kalmış olabilirler.

    Şu hususu da belirtmek yerinde olacaktır. O da yaratılışçı görüştür. Varlıkların meydana gelişini tamamen ilmi esaslarla açıklamaya çalışan ve evrimci düşünceye zıt olarak ortaya çıkmış bir görüştür.

    Esasen şu anda, geçmişteki Müslümanların evrim konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini aktüel hale getiren evrimcilerdir. Yaratılışçılar bu konunun fenni sahada tartışılmasını istemektedirler. Fakat evrimciler, zaman zaman dinden de medet istiyorlar. Kendi evrim teorilerine islam alimlerinden destek arıyorlar. Bu çabaları her şeyden önce iddialarını destekleyen ilmi delillerinin bulunmadığını gösterir.

    Türlerin orijinini ve getirdikleri değişiklikleri mantıkla çözmek mümkün değildir. Bu hususta isabetli bir şey söyleyebilmek için ya deney ve tecrübeye dayanacaksınız, ya da vahye. Bu konunun fiilen ele alındığı 150 yıldır, yapılan deney ve elde edilen tecrübeler, tatmin edici bir netice hasıl etmemiştir. insanın topraktan yaratılışının dışında dini bir hüküm de yoktur. Dolayısıyla, yirminci asrın sağladığı her türlü bilgi birikimine rağmen, türlerin menşei hakkında kesin bir şey söylenemezken, günümüzden asırlarca önceki alimlerin bu sahada fazla bilgi sahibi olması elbette mümkün değildir. Kaldı ki, çoğu zaman herhangi bir vahye veya deneye dayanmayan bir felsefecinin görüş veya düşüncesi bize ne dereceye kadar delil olacaktır? Bir başka ifadeyle, bize, evrimin felsefesi değil, delilleri lazımdır. Evrim, bir felsefecinin ne "var" demesiyle var olur, ne de "yok" demesiyle yok olur.

    Evrimcilerin iddialarına geçmişten delil aramalarına elbette kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak, geçmişteki bu mana ve mefhumların nasıl ifade edildiğine dikkat edilmesi kaydıyla. Şimdiye kadar yapıla geldiği gibi uydurma terimlerle mesele izaha kalkışılır, değişim ve başkalaşımı ifade eden her kelime yerine "evrim" kullanılırsa, belirli bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla evrim görüş ve düşüncelerinin kritiği yapılırken, bilhassa bu konuda geçmişte kullanılmış Arapça ve Osmanlıca kelimelerin manası iyi anlaşılmalıdır. Nitekim bu hassasiyetin yeterince gösterilemeyişinden dolayı, her sahada olduğu gibi, burada da, kavram kargaşasına yol açılmıştır. Bu ifade ve terimleri tam yerinde kullanmayanlar, belki de farkında olmayarak bütün islam alimlerinde evrimci düşüncenin hakim olduğu imajını uyandırmışlardır.

    Bu hususta mefhum anarşisine, kavram kargaşasına mani olunması veya en azından asgariye indirilmesi, evrim terminolojisine gereken hassasiyetin gösterilmesiyle mümkündür.

    EVRiM TERMiNOLOJiSi

    Evrim konusunda aynı mana ve mefhumların aynı kelimenin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılması halinde, karşılıklı ithamların ötesinde bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır.

    Evrimin karşılığı olarak kullanılan ve fakat değişik mefhumları ifade eden kelimelerden bazıları şunlardır:

    Tekamül: Tekamül kelimesi, evrimin manasını karşılamamaktadır. Çünkü tekamül bir canlının kendi iç bünyesindeki değişikliklerle belirli bir seviyeye ulaşması, kemale ermesidir. Mesela elma çekirdeği tekamül eder, elma ağacı haline gelir. Tek hücreden ibaret olan zigot tekamül ederek Allah'ın izniyle yetişkin bir insan olur.

    Biyolojide bir canlının embriyodan itibaren olgun hale gelinceye kadar geçirdiği safhalara "ontogeny" denir. Tekamül bunun yerine kullanılmalıdır. Bir canlının ilk yaratılışından itibaren günümüze kadar geçirdiği farz edilen ve ilmi tahkikle açıklanmaya çalışılan ve henüz nazariye olmaktan ileriye gidemeyen safhalara da filojeni denir. Evrim de bunun karşılığı olarak alınmalıdır.

    Bu manada kainattaki bütün varlıklar tekamül kanununa tabidir.

    istihale: Evrim meselesinin münakaşa sahasına geçmesinden sonra bu polemiğe temas eden islam alimleri, istihale kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Daha önceki alimler de bu kelimeyi kullanmışlarsa da, onların bu kelimeye yükledikleri mefhum ile evrim kelimesinin ifade ettiği mana arasında hiç bir irtibat yoktur. Esasen evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapça’da tam oturmuş bir karşılığı yoktur. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin tam karşılığı olarak tatavvur kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Nitekim Arapça lügat "el-Müncid"in Darwin maddesinde bu teori, "Tatavvur teorisi" olarak adlandırılmıştır.

    Netice olarak şu kesinlikle söylenebilir ki, tekamül ve istihale kelimeleri, evrim mefhumunu karşılamaktan çok uzaktırlar. Bu ıstılahların tam oturmamış olmasını, evrim teorisinin yeniliğinden başka, teoriye yapılan tali ilavelerle kazandığı farklı manada aramak gerekir.

    Tahavvül: Bu konuda yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden biri de tahavvüldür. Bunun ifade ettiği mana da "evrim" kelimesiyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Tahavvül kelimesinin yerine de "evrim"in kullanılması mümkün değildir. Çünkü, tahavvülle izah edilmeye çalışılan, atom veya moleküllerin bir mertebeden başka bir mertebeye geçişidir. Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığında, bu husustaki görüşleri en çok istismar edilen islam alimlerinin evrimi değerlendirişlerini görelim. Düşünceleri farklı kimseler tarafından değişik şekillerde yorumlananların başında şüphesiz ibrahim Hakkı Hz.leri gelir.

    ibrahim Hakkı Marifetnamesi'nde meseleyi şöyle nakleder:

    "Allah'ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur, (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşmeden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hasıl olur" (1).

    ibrahim Hakkı Hz.leri burada tahavvülat-ı zerrat'tan (atom ve moleküllerin hal değiştirmesi) bahsetmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi mertebelerden geçerek insan vücudunda yer aldığına işaret etmektedir. Nitekim, bu ifadelerinden bir kaç paragraf sonra meseleyi iyice açıklığa kavuşturmakta ve şöyle demektedir:

    "O akıcı vücut, bitki alemine girerken bazı afetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olmaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vasfını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Yahut hayvana yem olacak duruma gelir. Fakat yenmeden evvel yok olur gider ve bu yolda, bu suretle nice yıllar gecikir. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gelmişken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mertebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur" (2).

    Bu ifade hiç bir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Burada nazara verilmek istenen husus; elementlerin tahavvülat (hal değiştirme)'la bir mertebeden diğerine geçtiğidir. Topraktan bitki vasıtasıyla alınan faraza bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hale geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Şimdi fennen tesbit edilen de bunun haricinde bir şey midir? Vücudumuzda görev yapan atom ve moleküller, bitki ve hayvani gıdalardan aldığımız elementler değiller mi? Aslında toprakta bulunan elementlerden doğrudan istifade edemediğimiz için bitki ve hayvanlar devreye girmektedir. islam alimleri bu geçişi tasvir etmektedirler.

    ibrahim Hakkı, canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığına da dikkati çekmekte ve madenlerle bitkiler arasında ara varlığın mercan, bitkilerle hayvanlar arasındakinin hurma, hayvanlarla insanlar arasındakinin de maymun olduğuna işaret etmektedir.

    Görüldüğü gibi, bu bir sınıflamadır. Canlıların hikmetle ve kademe kademe yaratıldığına, bunlar arasında yapı benzerliklerinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Darwin'in, "tabii seleksiyonla basit bir türden yüksek yapılı organizmaların tesadüfen teşekkül ettiği" görüşüyle yukarıdaki ifadeler, birbirleriyle iltibas edilmeyecek kadar açıktır.

    Bütün bunlara rağmen, belirtmeye çalıştığı görüşlerde yanlış anlaşılma söz konusu ise, mesuliyet yine O'na ait değildir. Çünkü ibrahim Hakkı eserinin çoğu yerinde başkalarının görüşlerini nakleder. Nitekim bu konuya da; "Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki" sözüyle başlamış ve böylece bu hususla alakalı mesuliyeti onlara yüklemiştir. işin aslı da odur. Çünkü bunlar ayet ve hadislerden değil, hikmet ehlinden nakillerdir.

    ibrahim Hakkı Hz.leri ilk insanın yaratılışıyla alakalı olarak da şu ifadeyi kullanmıştır: "Cinlerin yaratılışından 20 bin yıl sonra Cenab-ı Hak. Hz. Adem (as)'i yaratmak isteyince Azrail (as)'i yeryüzüne gönderip ona, yedi iklimden toprak aldırmış ve sonra Cebrail (as)'i gönderip o kuru toprağı yoğurtup hamur haline getirtmiş ve 40 gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak bu hamura, Numan vadisinde, en güzel şekilde suret vermiş ve kendi ruhundan başına üfürerek diriltmiş ve melekleri ona secde ettirip, yeryüzünde evlatlarına peygamber yapmıştır" (3).

    Şimdi bu fikirleri, dile getiren bir alimi, insanın maymundan evrimleştiğini savunan bir kimse olarak takdim etmek, ibrahim Hakkı'yı kendi adına konuşturmak olur ki, bu da en azından tarafsız ilim ahlakıyla bağdaşmaz.

    O'nun, bütün canlıların en uygun tarzda yaratıldığını belirten şu ifadesi de oldukça dikkat çekicidir:

    "Cenab-ı Hak, her şeyi münasip, yerli yerinde ve güzel bir ortamda yaratmıştır. Her canlıya yaraşan ve yarayan ve her organın durumuna uygun olan mizacı, tabii bir yapıyı ona vermiştir. Ve bütün alemde olan mizaçların en uygununu ve en mükemmelini insana ihsan etmiştir. Her organa en uygun ve yararlı mizacı, tabiatı, yapıyı vermiştir." (4).

    Bu ifadeleri kullanan birisinin evrimci olması mümkün mü? Esasen insanoğlunun ilk yaratılışına izah araması tabii bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla islam alimleri de müşahedeye uygun yorum getirmişlerdir. Geçmişteki ilim, günümüzdekinden farklı bir yoruma imkan vermiş de olabilir. Bu bakımdan yaratılış meselesine izah getirmeye yönelik yeni ilmi buluşlara, eski düşüncenin hükümleriyle karşı çıkmanın makul bir izahı yoktur.

    Son devrin Diyanet işleri başkanlarından A. Hamdi Akseki de evrim meselesini şöyle değerlendirir:

    "...Ahadis (hadisler) ve asar (selef alimlerinin sözleri) ile Ayat-ı Kerime'nin hey'et-i umumiyesinden bilistidlal Hz. Adem'in ilk insan ve ilk peygamber olduğuna ve topraktan yaratıldığına itikad ediyoruz. Cumhur-u müsliminin ve ehl-i sünnetin mezhebi budur" (5).

    Bu konudaki görüşü istismar edilenlerden birisi de merhum Hamdi Yazır'dır. Aslında O'nun bu konuyu değerlendirişi, hiç bir yoruma yer bırakmıyacak kadar açıktır. Şu ifadeleri meseleyi gayet güzel açıklar:

    "Bütün hayvan vücutları mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında noksanlıktan kemale doğru, yani, basitten mürekkebe giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber her bir cinsin diğer cinsten hasıl olduğuna dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. insan insandan doğuyor, aslan aslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten vs. Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeden, yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekamülle basitten yüksek yapılının hasıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve mesela bir takdire göre maymunun biri veya birkaçı, insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmi yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki, aynı menşeden gelme davası doğrudur. Evvela bütün hayvanat için bu menşein aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifade ile topraktır. Bu maddeden hayatın meydana ge

    lebilmesi ise, ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi harici bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hasıl olabilsin. Çünkü, noksandan, kendi kendine bir kamil hasıl olamaz. Mesela bir okkalık siklet (ağırlık) iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farz edilse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz meydana geldiğini kabul etmek lazım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur.

    ...Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiidir, ne de zaruridir... "Kurbağalar balıktan doğmuş" demek için, görülmüş bir misale ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıki bir zaruret de bulunmadığı halde böyle bir hüküm, elbette fenni ve felsefi bir hüküm değildir.

    Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu mantık bildiremez. Bunu ya müşahede (gözlem) ya tecrübe veya vahiy bildirir. Halbuki şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve bu iddia tecrübe mahsulü olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir... Vahiy ise bize, ...Siz insansınız. insan olunuz, kardeş olunuz, hepiniz bir babanın evladısınız diyor... Bütün bunlardan yakini olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın arzın sinesinde doğmuş olmasıdır" (6).

    islam'ın bu konuya bakışını şu cümleler ne güzel dile getirmektedir:

    "Alemde görünen şu nakışlar, şu cilveler bütün isimleri kudsiyye ve cemile olan Celal sahibi Cemil bir Zatın tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır. Hikmetle değişen mühürleridir...

    Meyveler, güzel tad, koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Ta ki, nebati hayat mertebesinden hayvani hayat mertebesine terakki etsinler."

    Görüldüğü gibi, islam alimlerinin bu konudaki görüşleri tahavvülat-ı zerreye (elementlerin hal değiştirmesine) dayanmakta, topraktan canlılar tarafından alınan elementlerin, onların bünyelerinde kazandığı mertebelere dikkat çekilmektedir.

    El-Cahız, ihsan-üs-Safa, ibn-i Miskeveyh, Nizam-i Aruzi Semerkandi, Nasır-ı Tusi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed Kazvini, ibn-i Haldun, Kınalızade Ali Efendi, Abdü'l-Kadir-i Bidil gibi islam alimleri ve felsefeciler bu konuyla alakalı olarak, ufak tefek ifade farklılıklarının ötesinde, esasta aynı manaları tekrar ettikleri için onların görüşlerine yer vermeye gerek görmedik.

    Esasen islam alimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onlar, alfabenin 29 harfini bilen ve bununla istediği kelimeyi yazabilen birisinin, "balık" yazdıktan sonra, "kurbağa" yazmak için muhakkak "balık" kelimesindeki harfleri kullanmasının gerekli olmadığını çok iyi bilirler. Dolayısıyla balığı yaratan bir kudretin, kurbağayı da, maymunu da, insanı da ayrı ayrı yaratabileceğini düşünürler. Ve onlar; "Neviler için birer evvel baba lazımdır... Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei (başlangıcı) en başta bir babada kesildiği gibi, nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir" görüşünü kabul ederler."

    Prof. Dr. Adem TATLI
    2 ...
  30. 30.
  31. hani bir reklam vardı, tombul çocuk küçük kıza şöyle soruyordu: ''benim babam doktor, seninki ne iş yapıyor bakalım?''

    kız da şöyle cevap veriyordu: ''benim babam doktor; annemse, hem doktor hem öğretmen hem mühendis hem dondurma verici hem ayakkabı bağlayıcı...'' uzayıp gidiyordu bu liste.

    işte, erzurumlu ibrahim hakkı hazretleri de, o kızın anası gibidir. marifetname adlı eserinde sizin evinizin önünde parkın kaydırağı hakkında dahi malumat bulabilirsiniz. pozitif ilimlerle de uğraşmıştır. ancak, kendisini iyi anlayamanlarca 'evrim teorisi' kurmakla suçlanıyor şuanda. islam'daki evrim düşüncesini başka bir entry'mde özetlemiştim zaten. erzurumlu'nun o düşünceleri, genelde ibn miskeveyh gibi eski islam filozoflarına dayanır. ancak, islam felsefesindeki tekamül görüşü, canlıların meyillerini gösterir yalnızca.

    misal, erzurumlu mercanı cansız ve bitki arasına koymuş, bir geçiş formu olarak düşündüğünü ifade etmiş ve demiş ki: ''mercan, cansız aleminden canlı alemine geçiştir. çünkü mercan kök atar...''

    adam demiyor ki: ''tüm cansızlar mercan olacak'' dediği, yalnızca bir geçiş türü olduğu. işte, islam'daki tekamül görüşü budur, evrendeki evolüsyon budur.

    geçiş türleri vardır ama bunlar kendi natürleri içinde tekamül ederler. başka türlerin natürüne bulaşmazlar.

    maymun isterse hayvan alemi ile insan alemi arasındaki bir geçiş olsun. ama maymun insan olacak diye bir şey yok. o kendi içinde tekamül ede ede maymun olmuştur, insan da kendi içinde tekamül ede ede antropolojik olarak değişmiştir.

    işte bu kadardır bu olay.

    not: işin magazinsel 'cima öğütleri' kısmına takılanlar içün;

    (#20066157) ve (#20066722)
    1 ...
  32. 29.
  33. KAHRIN DA HOŞ LÜTFUN DA HOŞ

    Câna cefâ kıl ya vefâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş
    Ya derd gönder ya devâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Hoşdur bana senden gelen
    Ya hil'at ü yahut kefen
    Ya tâze gül yahut diken
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Gelse celâlünden cefâ
    Yâhut cemâlünden vefâ
    ikisi de cânâ safâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ger bâğ u ger bostân da
    Ger bend u ger zindân da
    Ger vasl u ger hicrân da
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ey pâdişâh-ı lemyezel
    Zât-ı ebed hayy-ı ezel
    Ey lutfu bol kahrı güzel
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ağlatırsın zârî zârî
    Verirsin cennet ü hûrî
    Lâyık görür isen nârı
    Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

    Gerek ağlat gerek güldür
    Gerek dirilt gerek öldür
    Bu Âşık hem sana kuldur
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.
    0 ...
  34. 28.
  35. KAHRIN DA HOŞ LÜTFUN DA HOŞ

    Câna cefâ kıl ya vefâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş
    Ya derd gönder ya devâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Hoşdur bana senden gelen
    Ya hil'at ü yahut kefen
    Ya tâze gül yahut diken
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Gelse celâlünden cefâ
    Yâhut cemâlünden vefâ
    ikisi de cânâ safâ
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ger bâğ u ger bostân da
    Ger bend u ger zindân da
    Ger vasl u ger hicrân da
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ey pâdişâh-ı lemyezel
    Zât-ı ebed hayy-ı ezel
    Ey lutfu bol kahrı güzel
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.

    Ağlatırsın zârî zârî
    Verirsin cennet ü hûrî
    Lâyık görür isen nârı
    Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

    Gerek ağlat gerek güldür
    Gerek dirilt gerek öldür
    Bu Âşık hem sana kuldur
    Kahrın da hoş lütfun da hoş.
    1 ...
  36. 27.
  37. Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya,
    Sebebler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya,
    Benim Hakk'a münâcâtım rızık için değil hâşâ,
    Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir, rızıksız kul yaratmaz yâ.
    3 ...
  38. 26.
  39. lombrosso nun söylediklerini yıllar önce yazmış olan şahsiyettir. lombrosso kim? şu kemik yapısına göre insanların davranışlarını tespit etme falan filan var ya o konuda saygı duyulan bi abimiz. (bkz: http://tr.wikipedia.org/wiki/Cesare_Lombroso)
    2 ...
  40. 25.
  41. 24.
  42. --spoiler--
    Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı, kara gölü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan
    dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir.
    --spoiler--
    1 ...
  43. 23.
  44. sehl-i mümteninin en sağlam örneklerinden birini vermiş büyüklerimizdendir. oğlu şakir'e şöyle der :

    harâbât ehlini hor görme şakir
    defineye malik viraneler var.
    2 ...
  45. 22.
  46. büyük allah dostudur. tasavvuf önderlerindendir.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük