günümüzde soğuk savaş olarak devam eden sorun. şöyle bir hikayeyle açıklamak gerekirse ;
bir türk , kürt ve ermeni yürüyorlarmış ve bir meyve ağacı görmüşler. Türk meyve ağacına dalmış ve meyveleri arkadaşlarına paylaştırmış. Daha sonra bu üç arkadaşın yanınamalın sahibi gelmiştir ve türkle kürte: ' Ulan size lafım yok müslümana malım feda olsun da bu gavura niye veriyorsunuz. ' diyerek ermeniyi dövmüş. Daha sonra türke dönerek : ' ulan türkün türkten başka dostu olur mu ? bu adam ileride senin tepene biner niye buna veriyorsun ? ' diyerek kürtü de dövmüş. Daha sonra türke : ' ulan senin benim malıma ne dalıyorsun . ' diyerek türküde dövmüş. Evelsi gün kürt gelmiş türke demiş ki : ' ula babo ben anlamamışam bu adam hepimizi dövdü birbirimize düşman etti biz ona karşı hiç birşey yapmadık. ' Türkte cevap vermiş : ' Biz ona başta tepkimizi gösterseydik şimdi bu durum böyle olmazdı.
yani sorun tamamen türkün kürdün ermeninin sorunu değildir. Sorun emperyalizmdir. Sorun kapitalist sistemin bize dayattıklarıdır. Bugün türkiyede büyüyen çocuklara senin türkten başka dostun yoktur diye tembih ediliyor. Böyle bir ortamda sorun olmasın da ne olsun ?
tarihi bir sorundur. şöyle bir hikayeyle açıklamak gerekirse ;
bir türk ve ermeni yürüyorlarmış ve bir meyve ağacı görmüşler. Türk meyve ağacına dalmış ve meyveleri paylaştırmış. Daha sonra bu iki arkadaşın yanına malın sahibi gelmiştir ve ermeniye "lan gavur ne diye yiyorsun benim meyvelerimi?" diyerek ermeniyi dövmüş.
Daha sonra türke : ' ulan zaten siz hepiniz ermenisiniz ' diyerek türkü de dövmüş.
türk düşünmüş "ulan ben nerede hata yaptım?" diye. sorun şuursuzluktur başka birşey değil.
3.sınıf olmamla birlikte,üst sınıftan seçmeli olarak aldığım ve uludağ üniversitesi'nde derslerini sayın Barış özdal hocanın verdiği derstir. insanı çok kastırmasına karşın, ortalama bir öğrenci için son derece bilgi derinliği yaratan ve ufuk açıcı olan derstir. Seminer sınıfının kullanılması sayesinde görüntülü olarak brifing şeklinde geçen ders saatlerini ve Barış hocanın anlatımını da işin içine katarsak, son derece faydalı bir ders olduğu aşikardır.
Ayrıca bugün vizesine girdiğim derstir. 3 soru sorulmuştur ama bu soruların cevapları çok uzundur. Muhtemeldir ki çok az kişi bu 3 soruyu da full yazarak teslim edebilecektir. Ammavelakin bu üç sorudan toplamda 65 puan tutan ikisini tam olarak yapmış ve geri kalan bir soruyu zaman yetmediği için boş bırakmak zorunda kalmışımdır. Buna rağmen sınav kanaatimce iyi geçmiştir. en kötü ihtimalle 50 beklemekteyimdir ama tabii ki son söz haliyle ve doğal olarak barış hocada olacaktır.
Bütün bunların dışında uluslararasi ilişkiler öğrencilerinin sınavlarında yüksek aldığı doğru olan derstir. Bizim işimiz budur, kendi bölümümüzdeki bir seçmeli dersi genel ortalamaya vurduğumuzda tabii ki bizim diğer bölüm öğrencilerine oranla bu derste daha iyi notlar almamız normaldir. Seçmeli ders de olsa insan, becerilmeyecek işlere elinin hamuruyla karışmamalıdır. Bir hata edip karışmışsa da etrafa veya öğretim görevlisinin kendisine laf atmamalıdır. Bunda öküz altında buzağı arayacak bir durum yoktur. Nazar etmeyin nolur, çalışın sizin de olurdur. *
dersi alan öğrencilerin gündemi zorla da olsa takip etmelerine yarayan bir dersimizdir; ve hatta tek derstir. hocamız barış özdal'ın, "geçen hafta neler oldu" demesiyle ders başlar. bunu takiben öğrenciler daha önce barış beyin verdiği internet sitelerinden okudukları haberleri sıralamaya başlarlar. misal washington post gazetesinden yapılan bir alıntı okumuşlarsa bunu "hocam, washington post gazetesinde okuduğuma göre..." diye aktarırlar. barış hoca öğrencilerine duyduğu sevgi ve saygıdan bunları bozmaz; bozmaz ama arkadaş o sınıfta yirmi kişi daha var ki hepsi de senle aynı haberi aynı siteden okumuş, kime masal anlatıyosun?
zaten bir tane dersimiz var hocanın evladım neler olup bitiyor takip edin azıcık dediği, ona da bakıver azcık yahu!
dünya siyaset tarihine iç yüzü ile değil, dış yüzüyle girmeye aday ender olaylardan bir tanesidir.
avrupa denen coğrafyada var olan süper güçlü ülkeler bunun kat be katlarını günümüzde halen yapmakta, geçmişte yaptığı katliamları, sömürgelerini konu dahiline getirmemekte; taa amerika kıtasından bir ülkenin, amerika'nın kendisinin geçen gün '90 yıl önce olmuş olan bu büyük felaket...' diye açıklama yaparken daha geçen yıllarda doğuda taş üstünde taş, anne karnında bebek bırakmamışken hala yüzsüz yüzsüz bu konu hakkında konuşması; kendimi bildim bileli ermenilerin ağlaması, türklerin hiçbir şeyi kabul etmemesi; bu konu hakkında adım atmayı bırakın karşıt görüş gösterenin vatandaş kabul edilmemesi; iki ülke dışındaki herkesin bu konuyu bilmesi ama daha ne olduğunu bizim bilmememiz; tanıştığım her ermenin bu konuyu açması ama hepsininde birer ikişer türkçe (özellikle küfür) bilmesi, içki içimi akabinde yine ağlaması, benim dayanamayıp durumu kotarmaya çalışmam; tarihi olayı katiyen tarihçilere bırakmayıp suyunu sonuna kadar çıkaran politikacılar: akıl alır gibi değil.
not: aklıma takılan yıllarca ermenisi olsun, rumu olsun bizi astılar kestiler diye sorun konu başlığında olay çıkarıyorda bizi kimse kesmedi mi kimse katletmedi mi, bizim niye takipçisi olduğumuz konu yok.
not2: kürt sorununu saymıyorum. o şu an için dahili bir sorun. beslemekle meşgulüz çünkü apo denen ...... ........ nokta
ermeni lerin "oldugunu" iddia ettikleri bir soykirim´i baslangici gösterdikleri sorun. bu soykirim da ölenlerin sayisi yillar gectikce artmaktadir. atatürk zamaninda 350bin olan bu sayi 50´ler de yarim milyon a 700bine, sonra 1 milyona bugün icin de 1,5 milyona firlamistir.bu ölenlerin kimlikleri falan yoktur, sadece istatistiki sayilardir. bu adamlarin nerede öldürüldükleri, mezarlari, eskiden acmis olduklari sonradan zulüm yüzünden kapattirilan dükkanlari, falan yoktur- bu yahudi katliami söz konusu oldugunda alinan sahislarin alindiklari ana kadar yasadiklari hayatin her baglamda izlerinin bulunmasi acisindan cok sasirticidir-. kimmis bu 1,5 milyon adam, isimleri neymis?
bugüne kadar öyle 1,5 milyon adamin gömülmüs oldugu bir toplu mezarlik da bulunmamistir. van´da bulduklari bir toplu mezarin iceriginde yapilan dna testleri sonucunda o mezardakilerin van ve cevresinde yasayan türk ve kürtler oldugu belirlenmistir. hani nereye gömülmüs bu ermeniler? 1,5 milyon adam sahis basina 45 kg kemik demektir. 5 kilosu yillar icerisinde un olsa 60 milyon ton kurumus kemik bulunmus olmasi gerekir. böyle bir buluntu yok, hani nerede bu 1,5 milyon adamin kemikleri, 60 milyon ton kemikten bahsediyoruz, o kocaaa yük gemilerinden kimbilir kac tanesi demektir bu. hani nerede bu kadar kemik? yok bulamadilar....
bunun disinda ingilizlerin "soykirim" dan sorumlu tuttugu bir dolu komutan ve osmanli ileri gelenlerini sonradan delil yetersizliginden salivermesi durumu da önemli. kendilerinde belge olmadigi icin , amerikalilardan istiyorlar belge, onlarda da yok, maalesef salivermek zorunda kaliyorlar. madem öyle cok kesin bir sekilde bir katliam yapilmis, neden madem ingilizler adamlari yargilayamamislar?...sorular sorular... hukukta hersey kanit- belge üzerinde yürür, bunun disindaki hersey "dedikodu" dan ibarettir, ve dedikodu da sadece gülünctür. madem bir iddia da bulunuyorlar, iddialarini kanitlasinlar ya da böyle cirkin fitiralardan vazgecsinler.
ermeni sorunu yoktur, zaten ülkede ermenide yoktur. sorun ermenilerin ta kendileridir. hayatta var olan ermenilerin hiç bir özelliği yoktur. muz cumhuriyetlerinin hiç bir kaynağı olmadığı gibi amerika ve fransadaki dallama göçmenlerinin gazlamaları ile oyalanmaktadır. dünyaya tek açılma yolları birinci dünya savaşındaki cesetleridir.
sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği altında yaşadıkları zaman zarfında çektikleri zulümlerden hiç bahsetmeyen ermenilerin. osmanlı imparatorluğunda zorunlu göç esnasında, kaybettikleri birkaç yüz insanının kavgasını hala vermeleri pek bir manidardır. ermeni sorunu, ermenistan ile türkiye cumhuriyeti arasında ilişkileri normalleştirmekden başka anlam içermemektedir. sadece istabulda binlerce ermeni asıllı türkiye cumhuriyeti vatandaşı yaşarken ve bu insanların türkiye vatandaşlığına geçtiğini görünce bu sorunun çözümünün iki ülke ilişkilerinden daha ileriye gitmesini beklemek abd'de yaşayan ermenilerin hayalinden, rüyalarından başka birşey ifade etmemektedir.
sorunun çözülmesi için tarihi gerçekliklerin artık etkisiz olduğu, türkiye'nin gücüyle sorunun çözülmesi arasında ters orantı olan mesele.(ne kadar güçlü türkiye o kadar az ermeni sorunu). öyle bir güçlenmeli ki fransa başta olmak üzere abd ve diğerleri avucumuza düşsün. lakin bu duruma gelebilmek şuan için oldukça ütopiktir. dünya dengelerinin değişmesi ve bir 3. dünya savaşı gerekli olacağından bu kanlı senaryonun ardından ayakta kalabilmek çok önemlidir. sonra kurulacak olan yeni dünya düzeninde oynanacak rol bizi bu sorundan rahatlıkla kurtarabilir.
gerçekten soykırım var mı yok mu bilmiyorum. bu şartlar altında sağlıklı bir bilgiye ulaşabilmemiz de mümkün değil zaten. kime inanacağını şaşırır çünkü insan. her kafadan bir ses, her kafadan bir kaynağı belirtilmemiş, kime ait olduğu belli olmayan belgeler. ulaşabilsek bile ne değişecek ki? tarihle neden biz yüzleşelim ki? geçmişte yapılanların veya yapılmayanların cezasını neden bu iki toplum çeksin?
bu sorunu yaratanlar sadece ermeniler veya sadece türkler değil. bu sorun ortak bir şekilde meydana getirilmiş. aşırı sağcı türklerin ve aşırı sağcı ermenilerin bir türlü peşini bırakmadıkları, her daim önümüze sundukları ve malesef bulaşıcı bir hastalık misali kuşaktan kuşağa geçen bir sorun, bir kin bu. gereksiz ve anlamsız bir kin. her iki toplumu da hiçbir sonuca ulaştırmayacak olan bir kin.
soykırım var veya yok. bilmiyorum ben. sizlerde hiçbir şey bilmiyorsunuz ki. ne biliyorsunuz? sizin önünüze dayatılan, zorla empoze edilmeye çalışılan bilgilerden başka ne biliyorsunuz? bilmediğiniz şeylerin davasını yürütmeye çalışıyorsunuz. ermenilerden özür dileyenler neye dayanarak özür diliyorlar? veya ermenilerden özür dileyenleri vatan haini olarak ilan edenler neye dayanarak onları vatan haini ilan ediyorlar? benim bildiğim tek şey; boşuna kırıyoruz birbirimizi ve geleceğimizi. sizlerde sadece bunu bilin lütfen.
--spoiler--
ermeni sorunu"nun (gözden kaçan) psikolojik boyutu
doç. dr. erol göka
giriş
şüphesiz bir halkın adını sorun kelimesiyle bir arada anmanın o halk için incitici bir yanı vardır. ancak burada asla böyle bir amacımız yok. tam tersine, ermeni kanaat önderlerinin ve son zamanlarda da bizzat ermenistan devletinin talepleri üzerine dünya siyasetinin gündemine sokulan sorunu tanımlayabilmek ve dün tarihsel bir olgu iken bugün yeniden biçimlendirilerek sorun halini almış durumun çözümünü amaçlayan bir ortam oluşturabilmek için ermeni sorunu adını kullanmayı seçiyoruz.
kaldı ki, nesnelliğin oldukça zor olduğu böyle toplumsal-politik konularda bakışımızı belirleyen şöyle bir önyargımız da var: bugün türkiye cumhuriyetinin sınırlarını oluşturan ve önceden osmanlı i̇mparatorluğu sınırlarında olup da bugün türkiye cumhuriyetine komşu olan coğrafyada müslüman ve diğer dinlerden halklar arasındaki ilişkilerde esas olan tarihsel gerçek, çatışma değil uzlaşma halidir. günümüzde türk-ermeni ya da türk-ortodoks (özellikle rum) ilişkilerinde yaşanan sorunların çözümü de yeni baştan bu uzlaşma halinin tesis edilebilmesine bağlıdır.
tarihsel-toplumsal ve politik olguların nasıl ele alınacakları beşeri bilimlerde bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalara rağmen hala sorunludur. politik psikoloji, halklar psikolojisi, uluslar arası ilişkiler psikolojisi gibi isimler altında incelenen ve bizim bu yazıyı yazma sırasında içinde olduğumuz alan ise tamamen karışıktır ve henüz akademik konumlanışı konusunda bile bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. akademideki genel eğilim, sorunu sosyal psikolojinin içinde ele almaktadır ve sosyal psikolojide grup-içi ve gruplar arası ilişkiler konusunda üretilmiş oldukça değerli teorik ve ampirik bilgi birikimi vardır. ancak tarihsel-toplumsal ve politik olgular, politikayla, diplomasiyle ve daha da önemlisi gerek grup davranışındaki gerek liderlik tarzındaki psikopatolojiyle çok yakından ilgilidir ve bu yüzden politika ve diplomasi konusunda bilgili ve deneyimli kimi psikanalistler de bu konularda fikirler öne sürmektedirler. son zamanlarda grup psikoterapisinden ve küçük grup incelemelerinden elde edilen bilgilerle büyük grup davranışına ve gruplar arası ilişkilere yönelik bir bakış açısı oluşturma çabaları görülmektedir.
biz bu yazıda ermeni ve türk halkları arasındaki gerçek ya da icat edilmiş çatışmanın çözümünü dileyen bir önyargıyla ve iki halk arasında yeniden kardeşlik duygularını tesis edebilmek amacıyla, psikodinamik yaklaşım ve grup psikoterapisi deneyimiyle, ermeni sorununun gözden kaçan psikolojik boyutuna ışık düşürmeye çalışacağız.
ermeni sorunu
osmanlı i̇mparatorluğunun son dönemlerinde ve özellikle i̇ttihad ve terakkinin hükümet olduğu birinci dünya savaşının başlangıç yıllarında ermeni halkıyla müslüman halklar arasında yaşanan çatışma ve gerilimlerden oluşan tarihsel olaylarla birlikte başlayan birçok tartışma ve sorun günümüze kadar taşınarak gelmiştir. geçmişte mezalim, mukatele, kıyım, kırım gibi adlarla anılan olayların hemen ertesinden itibaren ermeni sorunu uluslararası alana hem politik hem hukuksal olarak yansımıştır. holocaustun diye adlandırılan binlerce yahudinin nazi almanyası tarafından tarih sahnesinden bilinçli bir politik planla silinmeye çalışılma girişiminin ardından, i̇kinci dünya savaşı sonrası uluslararası hukukta soykırım kavramına yer verilmesi ve soykırım mağdurlarının birçok hak ve tazminat elde etmeleri ermeni sorununa da çok farklı bir boyut kazandırmıştır. ermeni tezleri, tarihte ilk soykırıma uğrayan topluluğun kendileri olduğunu, hitlerin soykırımı türklerden öğrendiği iddiaları üzerine yükselmeye başlamıştır. onlara göre, her ne kadar i̇ttihad ve terakki hükümeti tarafından ruslarla işbirliği ve ihanet içinde oldukları gerekçesiyle yapıldığı ileri sürülse de ermeniler tek tip bir türk ulusu yaratma projesinin sonucu olarak bilinçli bir soykırıma tabii tutulmuşlar ve bir buçuk milyon ermeni bu bilinçli planlı girişimlerin sonucu yok edilmişlerdir. osmanlı döneminde başlayan türk etnisitesine dayalı ulus-devlet kurma planı, cumhuriyetin kurucu elitlerince de sürdürülmüştür.
türk tarafı ise olaylara tamamen farklı bakmaktadır. bugüne kadar türk tarafı, o zamanlar nasıl olsa türkiye cumhuriyeti kurulmamıştı ve o dönemde yapılanlar bizi bağlamaz gibi tarihsel mirası reddeden bir tutum içine girmemişler, böyle bir tutumun önünde sonunda türkiye cumhuriyetine de zarar vereceği sezgisiyle hareket etmiş ve tarihsel gerçekleri sahiplenme ve savunma temelinde bir tutum geliştirmiştir. ki ermeni tezlerinden cesaret alarak kurtuluş savaşı yıllarındaki ve sonrasındaki birçok olayı rum soykırımı, süryani soykırımı gibi adlandırma çabaları, türk tarafının reddi miras halinde başına gelecekleri doğru sezdiğini göstermektedir. türk tarafı, ortada bilinçli bir siyasetin sonucu olan soykırım gibi bir tutumun olmadığını, savaşın kaotik ortamında, ermenilerin düşman saflarında ve devlet güçlerine karşı silahlı mücadeleye girişmesi üzerine iki halk arasında adeta iç savaş benzeri bir tablo ortaya çıktığını, olayları önlemekte güçlük çeken ve yeni bir ermeni ihanetinden çekinen zamanın hükümetinin de tehcir politikası uygulayarak önlem aldığını öne sürmektedir. tehcir öncesinde osmanlı i̇mparatorluğu sınırları içinde yaşayan ermenilerin sayısı, bunların ne kadarının tehcire tabi tutuldukları ve tehcir sırasında neler olduğu tarihsel belgelerle sabittir ve ermeni tarafının ileri sürdüğü bir buçuk milyon rakamı insaf sınırlarının çok ötesindedir; kaldı ki tehcir sırasındaki ölümlerin çok az bir kısmı göç eden ermenilere yapılan bilinçsiz ve ihanete uğradığı için öfkeli halk kitlelerinin saldırısı neticesidir. bilinçli bir soykırım tezi, tarihsel gerçeklerle tümüyle çeliştiği gibi, etnisiteye ve ötekilerin temizlenmesine dayalı bir ulusal proje iddiası türkiye cumhuriyetinin kuruluş felsefesine de taban tabana zıttır. zaten ermeni olaylarını gerekçe göstererek ve bazı yöneticileri sorumlu tutarak, olayların hemen ertesinde maltada yapılan yargılamalardan türk tarafı aleyhine bir sonuç çıkmamıştır.
konuyu bilimsel olarak ele almaya çalışan tarihçiler arasında zaman zaman kabaran tartışmalar da, bir sonuca ulaşmadan bugüne kadar sürmüş ve daha uzun yıllar sürecek gibi görünmektedir. hukuki planda soykırım kavramının ancak bu kavramın uluslar arası hukukta kabul edilmesinden sonra söz konusu olabileceğine ilişkin yeni tezin güçlenmeye ve bazı parlamentolarda kabul edilmeye başlanması, sorunu çok farklı bir boyuta doğru götürecek gibidir.
tarih devam etmektedir ve birinci dünya savaşında bu yana birçok yeni durum ortaya çıkmıştır. ortaya çıkan durumların başında ise göç eden ermenilerin dünyanın birçok yerine ve özellikle fransaya, kaliforniyaya ve kanadaya göç ederek ve oralarda kendi aralarında örgütlenerek bir diaspora oluşturmaları gelmektedir. ki böyle güçlü bir diasporanın ortaya çıkışının kendisi bile, bir kısım göçün de şimdiki ermenistan topraklarına olduğu gerçeği de hesaba katıldığında, tehcirin ermenileri yok etmek değil, korumak için yapıldığını ve başarılı olduğunu savunan türk tezinin adeta kanıtı gibidir. diaspora ermenilerinden bir kısmının kini dinmemiş, bunlardan bazıları önce i̇ttihad ve terakki ileri gelenlerini, daha sonra türkiye cumhuriyetinin yurtdışındaki görevlilerini öldürmek amacıyla terör örgütleri kurma yoluma gitmişler ve kendilerince başarıyla sonuçlanan birçok suikast eylemi yapmışlardır. ermeni terörünün ortaya çıkması, ikinci tarihsel gerçekliktir. birçok masum türk diplomatını ve sivili öldüren canice girişimlerinden sonra, 20.ci yüzyılın son 10 yılında ermeni örgütleri terör faaliyetlerinin bir sonuç vermemesi üzerine bir eylem yap(a)mamışlardır.
bugün her nedense soykırım iddialarının gölgesinde unutulmaya ve insanlığın belleğinden silinmeye yüz tutmuş terör dışındaki diaspora faaliyetleri ise, 1970lerden itibaren özellikle batılı devletlerin parlamentolarında ermeni soykırımının tanınmasına odaklanmış; bu amaçla doğrudan lobi faaliyetlerinden, başta sinema olmak üzere sanat etkinliklerine kadar birçok yolda çaba gösterilmiştir.
bu arada tarih sahnesinde birinci dünya savaşının ardından sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği ve bu sistemin çökmesiyle bağımsız devletler topluluğu içinde yer alan bir ermenistan devleti vardır. bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte ayrı bir siyasi güç olarak sesini duyurma, etkinliğini artırma gayreti içine giren ve bu amaçla diaspora ile işbirliğine girişen ermenistan, hem türkiye hem de azerbaycan ile komşudur ve bağımsızlığın hemen ertesinde azerbaycan ile savaşa tutuşmuş ve bu ülke topraklarının önemli bir bölümünü işgal etmiştir.
ermenistanla ilgili olarak dikkat çeken bir nokta da sosyalizm sonrasında yeni bir ekonomik ve toplumsal yapı inşa etmeye çalışan birçok ülkede olduğu gibi burada da sosyoekonomik yönden bir yoksulluk yaşanmasıdır ama farklı olarak ermenistan bunlar arasında en çok göç veren ülkedir. hani neredeyse olumsuz ekonomik koşullar, ermenileri yeni bir tehcirle karşı karşıya getirmektedir. ermenistanın bu zor koşullarını başta azerbaycan ve gürcistan olmak üzere birçok komşusuyla olan çatışma ve gerginlikler artırmakta; özellikle ermeni milliyetçisi yöneticiler, bu zorluklardan bir çıkış yolu olarak, bölgedeki kaygan zeminin çelişkilerinden ve tarihsel olumsuz duygulardan yararlanmayı, diaspora faaliyetlerinden medet ummayı seçmektedirler. bölge ülkeleriyle dostluk ve işbirliği içinde bir kalkınma gibi alternatif barışçı yollar henüz ermenistanın milliyetçi yöneticilerinin görüş alanlarında yer almamaktadır.
1970lerden beri çeşitli ülke parlamentolarında kah gündeme gelip çekilen, kah kabul edilen, kah belirsiz bir zamana ertelenerek bekletilen ermeni soykırımı yasa tasarıları 2000 yılıyla birlikte birçok ülkede birden hızla gündeme gelmiş ve birer birer onay almaya başlamıştır. elbette bu durumdan önce diaspora ermenilerinin türkiye cumhuriyetinin karşı-propaganda çalışmalarını yüzlerce kat aşan bir maddi ve örgütsel çabayla, kitaplar, bültenler, toplantılar, sanatsal etkinlikler ve lobi faaliyetleriyle konuyu batılı kamuoyunun gündemine taşıma gayretleri olmuştur ama son yıllarda sorunun çok belirgin bir ivme kazanmış olduğu da açıktır. doğal olarak her kabul edilen yasa tasarısıyla birlikte o ülkeyle türkiye cumhuriyetinin arasında bir gerilim yaşanmaktadır ve aslında her iki taraf için de bir sonuç alınması mümkün olmayan bu tür gerilimler, birer komşu ülke olan türkiye-ermenistan ilişkilerini patlatacak olan dinamitler olarak uluslar arası arenadaki yerlerini almaktadırlar. parlamentolarda tasarıların yasallaşmasının ardından sonra gelecek adımların ermenilerin tazminat ve toprak talebi olacağı şeklindeki iddialar da göz önünde tutulduğunda, iki komşu ülkeyi ve halkı nasıl bir tehlike beklediği daha açıkça görülecektir. son yıllarda türk tarafının ermenilerin soykırım iddialarına karşı, alışıldık sessizliğini bozmaya başladığı; arşivlere ve tarihsel belgelere dayanarak kendi tezini her alanda kanıtlamaya çalıştığı konusunda gözle görülür bir çaba vardır.
elbette ermeni sorununun ve soykırım iddialarının giderek artan bir ivmeyle böylesine yoğunlaşması, yalnızca ermenilerin çabasıyla açıklanamaz. bu durumu açıklama çabaları arasında dünyadaki güç mücadelesinin belirlediği konjonktüre işaret edenler, oldukça çarpıcıdır. diasporanın oldukça önemli bir politik güç olduğu ülkelerdeki oy toplamaya yönelik pragmatik tutumlar, kafkasyanın dünya güç mücadeleleri bakımından taşıdığı jeo-stratejik ve zengin petrol ve doğal gaz yatakları açısından taşıdığı jeo-ekonomik önem gibi konjonktürü temel alan açıklamalar, soykırım iddiaları için en azından ermenilerin çabası kadar soruna ışık tutan bir değere sahiptir.
ermeni sorununun büyümesinde psikolojik etkenin rolü
ermeni sorununun ve onun temelini oluşturan soykırım iddialarının katlanarak büyümesinde ve bir çözümsüzlüğe doğru sürüklenmesinde, bugüne kadar gözlerden kaçan bir de psikolojik boyut vardır. psikolojik boyut, iki biçimde kendisini göstermektedir ki, bunlardan birincisi şimdi soykırım iddiaları için çok uygun bir psikolojik atmosferin bulunmasıdır. bu psikolojik atmosferin ana çerçevesini, almanlar tarafından yahudilere uygulanan soykırım (the holocaust) oluşturmaktadır. yahudi soykırımı çerçevesinde, i̇kinci dünya savaşının ardından, bazı sosyologların insan hakları çağı diye adlandırdığı bir hukuksal anlayış ve ona bağlı adeta mağduriyete yüksek prim veren, mağdur rolüne teşvik edici yeni bir ideolojik ve psikolojik atmosfer ortaya çıkmıştır.
şüphesiz insanlığın daha adaletli bir dünya arayışında holocaustun lanetlenmesi, çok önemli bir adımdır ama bu adımın bazı psikolojik yan etkiler yapmış olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. bu psikolojik yan etkilerin başında, yahudi soykırımıyla birlikte, başta alman toplumu olmak üzere, tüm batılı hıristiyan bilincin nesiller boyu sürecek ciddi bir suçluluk duygusuyla kaplanmış olması gelmektedir. hıristiyan bilinç, zaten hazreti i̇sayı yahudilerin elinden kurtaramamak, engizisyon vahşeti ve tarihin en kanlı mezhep kavgaları nedeniyle suçluluğa çok yatkındır; leitmotifi sevgi dini olarak sunulan bu din inananlarını idealler ve gerçekler arasındaki müthiş uçurum hep bir gerginlik içinde bırakmıştır. hıristiyan bilincin suçluluk duygusu, holocausta karşı yapılmış binlerce yayın, film vs. ile giderek kabarmıştır; ve bu olaylarla hiçbir ilişkisi olmayan nesillerin vicdanları, altından nasıl kalkacaklarını bilemedikleri bir suçluluk duygusuyla dolmaya devam etmektedir.
holocaustun lanetlenmesinin ve i̇nsan hakları ideolojisinin bir diğer psikolojik yan etkisi, mağduriyetin sürekli olumlanmasının sonucu olarak, mağdurmuş gibi yapılmasından doğrudan avantaj sağlanılacak bir mağduriyet psikolojisinin yaratılmasıdır. mağduriyet, uluslararası kamuoyu nezdinde olumlu bir olgu haline gelince, bazılarının da kendilerini bu elverişli psikolojik ortamdan yararlanmak için mağdurmuş gibi göstermeye çalışmaları gündeme gelmiştir. suçlulukla dolu hıristiyan bilinç, kendi içlerinden bir mağdur bulup çıkarabilirse, tarihin bu ağır vebalinden kurtulma şansını yakalayabilir.
ruh sağlığıyla ilgili olanlar, mağduriyet psikolojisini çok yakından tanırlar. batılı ülkelerin mahkemeleri, bireysel olarak travmaya uğradıklarını ve bu yüzden ruh sağlıklarının bozulduğunu bildiren ve mütecavizin cezalandırılmasını talep eden davalarla doludur. i̇şin ilginç yanı, mütecavizlikle suçlananlar da mağduriyetin kredisinden yararlanmak için aslında kendilerinin mağdur oldukları iddiasıyla örgütlenmekte oluşlarıdır.
mağduriyetin avantajından yararlanmaya kalkışanların olması, travmanın iyi ya da karşı-çıkılmaması gereken bir şey olduğu anlamına gelmez. mağduriyetin önlenmesi ve mütecavizin cezalandırılması gerektiği açıktır; aksi halde dünya gücü gücüne yetene ilkesinin geçerli olduğu bir vahşet arenasına döner. ama aynı şekilde sahte-mağduriyet (pseudo-victimisation) durumlarını açığa çıkarıp önleyecek, tıpkı futboldaki gibi ceza sahası içinde kendini sahte bir biçimde, penaltı yaptırmak amacıyla yere atan futbolcuları cezalandıran kart sisteminin bir benzerinin uluslar arası hukuka eklenmesi gerekmektedir. aksi halde bir süre sonra, önce münferit devlet parlamentoları, daha sonra uluslararası mahkemeler tıpkı batılı ülke mahkemeleri gibi soykırım davalarıyla dolup taşacak, konunun popüler ifadeyle adeta yalama halini almasıyla, gerçek soykırım mağdurları bu kez gerçekten bir kez daha mağdur olacaktır. daha düne kadar düşünülemeyen konuların bile, norman g. finkelstein soykırım endüstrisi: yahudi acılarının i̇stismarı kitabında olduğu gibi artık dile getirilmeye başlanması, yahudilerin aleyhine işleyecek bu yeni sürecin ciddi ipuçlarını vermektedir.
mağduriyetten mazuriyete
ermeni yasa tasarılarının neden şimdi gündeme geldiğinin açıklanmasında batılı-hırıstiyan bilincin suçluluk duygusunun ve mağduriyet psikolojisinin payı büyüktür. ama burada sorulması gereken bir soru daha vardır?
2. dünya savaşı sonrası bir mağduriyet psikolojisi atmosferi egemen olmuştur evet bu doğru ama mağdurun kim olduğuna kim(ler) karar verecektir? i̇şte asıl acıklı manzara, bu soruya verilen cevapla birlikte ortaya çıkmaktadır. dilediğini mağduriyetin avantajından yararlandıranlar ve mağduriyet psikolojisinin gerçek anlamda arkasına saklananlar, dünyadaki gücü elinde tutanlardır ve onlar, her iki dünya savaşından ve milyonlarca insanın ölümünden gerçekten sorumlu olanlardır. herkes mağdur olduğunu ileri sürebilir; zengin ülkelerin parlamentoları ve kamuoyları gerçek mağdurun saptanması ve desteklenmesi dileğiyle vicdanlarının seslerini dinlemeye çalışabilirler ama bu arada asıl yaptıkları, kendi suçlu bilinçlerini temize çıkarmaktır. daha doğrusu kendi suçlu bilinçlerini temize çıkarmaya yaradığı için, bu mağduriyet oyununu böylesine istekle oynamaktadırlar.
i̇şte o yüzden 1. dünya savaşının çıkmasından hiç sorumlu olmadıkları halde, bugün kendilerini sahnede bulunlar, bu savaşın en çok acı çekmiş iki halkı, türkler ve ermenilerdir. onların birbirlerine düşmesine asıl sebep olanlar, şimdi hakim cüppelerini giymişler, sözüm ona ellerini yıkamışlardır. kimse i̇ki büyük dünya savaşı neden oldu?, dünyadaki güç mücadelesi ne demektir? gibi emperyalist emelleri ve tutumları ortaya çıkaran sorular sormamakta, bunun yerine herkes, türkler mi yoksa ermeniler mi daha suçlu? diye gerçek suçluyu (?) aramaktadırlar.
mağduriyet psikolojisinin altında işleyen asıl düzenek, iki dünya savaşının sorumlularının mazuriyet psikolojisidir. hitler, soykırımı türklerden öğrendi şeklindeki, son zamanlarda propagandanın ana tematiği olan ermeni tezinde, bu çocukça düzenek kendini iyice açığa vurmaktadır. tıpkı kabahat işleyen bir çocuğun, ama ali de öyle yapmıştı diyerek eylemini meşru göstermeye çalışması gibi, tüm batılı-hıristiyan bilinç de aslında biz böyle şeyler yapmayız ama türklerden öğrendik gibi çocukça bir düzeneğe sarılmakta, böyle komik ve çocuksu bir yolla günahlarından arınmayı ummaktadırlar.
bu çocuksu düzeneğin uluslar arası hukukta bir yer bulabilmesi halinde, tarih her suç için kendinden önce bir fail bulunacak kadar zengin olduğundan, böyle bir durumdan asıl zararı görecek olanlar gerçek travma mağdurlarıdır. oysa i̇srail devleti ve aydınları, ermeni soykırımı iddialarını dünya kamuoyunun soykırım açısından bilinçlenmesi projesinin bir parçası olarak bu sonuçları pek düşünmeden desteklemişlerdir.
hitlerin ilk suçlu olmadığı şeklindeki ermeni tezinin asıl tamamlayıcısı, bazı ermeni tezi destekçilerinin (bak. julia pascalın guardiandaki 27 ocak 2001 tarihinde yayınlanan yazısı) batılı kamuoyunda ermenilere sempati oluşturmak amacıyla yaydıkları hırıstiyanlığı resmen kabul eden ilk devlet, ermenilerdir tezidir. vatikan ve ortodoks temsilcisinin girişimleri de göz önünde tutulduğunda, batılı-hıristiyan bilincin ermenilere tutunarak nasıl günahtan arınmaya çalıştıkları daha iyi anlaşılacaktır.
diaspora ermenilerinin kimlik krizi
holocaustun ardından ortaya çıkan ermeni soykırımı iddialarına zemin hazırlayan psikolojik boyutun, hıristiyan bilincin suçluluğu başkasının üzerine atmak için fırsat bulması dışındaki ikinci unsuru, doğrudan doğruya ermeni diasporasının psikolojisiyle ilgili olanıdır.
bugün dünya üzerinde yaşayan ermeni halkı, üç temel kategoriye ayrılmış durumdadır. birincisi ermenistan devletinde ve kısmen de rusya federasyonu sınırları içinde yaşayanlar; ikincisi türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan ermeniler ve son olarak diaspora ermenileri... bunların her birinin toplumsal psikolojisi farklıdır ve bize göre, türk düşmanlığını ve bunun bir devamı olarak soykırım tezini en çok körükleyenler diaspora ermenileridir. çünkü onlar, çok ciddi kimlik krizi içindedirler ve krizin telafisi için türk düşmanlığından ve mağduriyet psikolojisinden başka yolları yoktur.
fransada ve kaliforniyada yaşayan, ebeveyni türkiyeden göç etmiş bir diaspora ermenisinin ruhsal durumunu hayal etmeye çalışın; onun nasıl bir ben duygusuna (self-feeling) ya da ego-kimliğine (ego-identity) sahip olabileceğini düşünün. kimliğinin oluşturucu unsurları olarak zihinsel aygıtındaki malzeme şunlardır.
i-bir fransız ya da amerikan vatandaşıdır ama bir yandan da kendisini doğulu bir topluluk olan hayk kavminden saymayı sürdürmektedir.
ii-katolik ya da protestan olmadıysa ortodokstur (gregoryen olan ermeniler, genel olarak diğer monofizitler gibi doğu ortodoks kiliseleri içinde gösterilmelerine rağmen bağımsız ve özerk bir kiliseye sahiptirler. gregoryen ermeni kilisesi millidir ve kendilerine özgü ruhani başkanları ve örgütlenmeleri vardır; bu yüzden de tarih boyunca diğer kiliselerle ciddi çatışmalar yaşamışlardır ve batı hıristiyanlarının misyonerlik faaliyetleri önceleri diğer doğu kiliseleri gibi ermenileri de hedef almıştır.) ama büyük olasılıkla özel bir dinsel eğitim aldığı ermeni kilisesinden yoksundur.
iii- ermeni olduğu söylenmektedir ama büyük olasılıkla evde konuşulanlar dışında ermenice öğrenebileceği bir eğitim olanağından yoksundur.
iv- türkiyede ermenilerin yaşadığını, onların ermeni kimliği açısından kendilerinden nispeten daha iyi olanaklara sahip olduklarını bilmektedir.
(fransa ve türkiyede yaşayan ermeni nüfus ve sahip oldukları dinsel ve eğitsel olanaklar kabaca karşılaştırıldığında bile ne demek istediğimiz hemen anlaşılacaktır.)
v- ermenistan diye bir ülke olduğunu bilmektedir ama sosyo-ekonomik bakımdan çok iyi durumda olmayan bu ülkeye ve bu ülkeden daha iyi durumda olmasına rağmen türkiyeye asla gidip yerleşmeyeceğini de çok iyi bilmektedir.
vi- ermeni tarihiyle ilgili olarak en iyi bildiği tek şey, türklerin kendilerine neler yaptıklarıdır. ortak belleklerinin ve kimliklerinin inşasında temel olabilecek bir zafer nişanesi, travmanın anıları dışında başkaca temel bir özellik yoktur.
herkes kolayca kabul eder ki, ermeni karşıtlığı türklerin toplumsal psikolojilerinde çok önemli bir yer tutmamaktadır. türkler, kimlik inşası için zaferle dolu ortak bir belleğe sahiptirler. gerçi osmanlı i̇mparatorluğunun çökmesiyle büyük bir yıkım ve hüsran duygusu yaşamışlardır ama sonuçta yine de bu yıkımın ardından bile kurtuluş savaşı ve türkiye cumhuriyeti gibi iki muzaffer olgu yaratabilmişler ve iyiliklerle donattıkları mustafa kemal atatürk gibi bir ulusal kahraman çıkarabilmişlerdir.
şimdi türklerin ulusal kimlik kurma açısından şanslarıyla yukarıda bir kimlik duygusu için muhtemel kurucu unsurlarını sıraladığımız diaspora ermenilerinin konumlarını bir karşılaştıralım. göreceğimiz şudur: diaspora ermenileri için, yaşadıkları zengin batı ülkesinin kimliğine sarılmak dışında, bir ulusal kimlik şansı hiç yoktur ama grup (cemaat) kimlikleri açısından türk düşmanlığı ve intikam duyguları kurucu bir işleve sahip olabilir. grup kimliğine sahip olmanın ve mağduriyet psikolojisinin (hele hele hıristiyan bir mağdur olmanın) avantajlarını türk düşmanlığı sayesinde yaşayabilirler. bir diaspora ermenisinin etnik grup (cemaat) kimliği geliştirebilmek için ebeveyninden devraldığı ve diğer ermeni evleriyle kendi evlerinde ortak olan tek miras, türk düşmanlığıdır. üstelik hayatlarında hiç türkiyeyi ve hatta bir türkü görmemiş olan ikinci nesil ve sonraki ermeni nesilleri için her şey hayali olduğundan, türk düşmanlığının boyutlarını hayali biçimde artırarak böyle bir kimlik inşası kolayca gerçekleştirilecektir. i̇lkel bir psikolojik düzenek olan yansıtmalı özdeşim (projective identification) bu kimlik inşasında çok önemli bir yere sahiptir. türk düşmanlığı onların sağlıklı bir bireysel kimliğin üzerine kurabilecekleri ulusal kimlikten çok daha önce, erken çocukluk yıllarında bireysel kimliklerinin yapı taşı olmaktadır; üstelik tüm olumsuzlukların boca edildiği bir rezervuar işlevi gören yapı taşı... öyle ki böyle hayali bir kimlik uğruna, yeni nesil ermeniler, artık türklerin tuvalet taşlarını bile ermeni mezarlarından yaptıkları şeklindeki dehşetengiz yalanlara inanabilmekte (bak. julia pascalın guardiandaki andığımız yazısı) hayatlarında en çok yapmak istedikleri şeyin bir türkün yüzüne tükürmek olduğunu söyleyebilmektedirler.
bu yüzden diaspora ermenilerini tanıma imkanı bulmuş olanlar, nasıl olup da türk düşmanlığının her yeni nesille birlikte böylesine artmış olduğunu gördüklerinde hayretlerini gizleyemezler. gerçekten acıya tanık olan ilk nesil ermeniler böyle öfkeli değillerdir oysa. hatta ölene kadar hep bir kulakları türkiyede olmuş, sanki hiç ayrılmamışlar gibi türkçe radyo dinlemişler, türk televizyonlarını izlemişlerdir. ortak birçok güzel anılar olan türk komşularını, birlikte geçirdikleri güzel günleri özledikleri olmuştur. çünkü onların bireysel kimliklerinde, hala türkiyede yaşayanlarla ortak bir üst-kimliğe sahip olmanın etkisi vardır. bu üst-kimliği ve yaşadıkları toprakları hep özlemişler; özledikçe öfkelenmişlerdir şüphesiz ama artık bu topraklara geri dönmeyecekleri için, çocukları geleceklerini bu geldikleri ülkede kursunlar diye, geçmişin olumlu yanlarını örtbas etmişler, göçün tüm sorumluluğunu türklerin üstüne yıkmışlardır. diaspora ermenilerinden çok daha güç koşullarda yaşayan ve geçmişin yaralarını, yeniden bir birlik ruhu oluşturarak sarmaya çalışan türk nesillerinin kaderine düşense hiç tanımadıkları bu insanların kin ve nefretidir.
şüphesiz her ulusun hem olumlu hem olumsuz birçok özelliği vardır. ama tarihin çok uzun yıları boyunca hep kardeşlik içinde yaşamış olan türkleri ve ermenileri, hep birbirlerinin olumsuz özelliklerini göstererek yeniden karşılıklı olarak birbirlerine kırdırmaya çalışanlar, bu olumsuz özelliklerinden vazgeçmelidirler.
ya da türkler ve ermeniler, onları birbirlerine kırdırmaya kalkanları görüp akıllarını başlarına almalıdırlar.