ortama bayan girdiği an, kırk yıllık dostlar, birbirlernin zaaflarını, açıklarını acımasızca espri malzemesi yaparlar(yaparız). hatun gidincede birbirimize ulan tartsan 100 kilo geliyoruz ama 250 gram değerimiz yok deriz. ulan biz erkekler çok değişiğiz.
+internet var mı şimdi sende?
-var abi, adsl'ye abone oldum işte geçen hafta
+vay gerizekalı, niye kablo net almadın lan, sana o kadar dedim adsl yaramaz diye,
online oyunlarda çok takılır adsl hem teknik servis de yaramaz, harbi malmışsın
ortamda bayan varken:
+interneti naptın abi?
-adsl'ye abone oldum işte geçen hafta
+hmm keşke kablo net'e abone olsaydın, bende kablo net var. adsl'si olan arkadaşlarla konuşunca, sanki kablo net daha iyi gibi, ama adsl'nin de üstün olduğu noktalar var, neyse hayırlı olsun.
şimdi saygıdeğer arkadaşlarım, ister yüzyıllık yalnızlık okurken şarap içeninden, isterse beyaz fitilli çorabın altında yumurta topuklusundan ayakkabısı olsun, erkekler ortama bir bayan girdiğinde mutasyona uğrarlar.
üniversite yıllarında ev arkadaşım keçiören'in bağrından kopup gelen bir hödüktü. iyi bir insan olması onun hödük olduğu gerçeğini değiştirmedi, değiştirmez de. takriben 1.70 boylarında, kirli sakallı, göbekli, durmaksızın sigara içen, sporla arası olmayan, asosyal bir tip. olayları saptırmaya çok yatkın bir millet olduğumuzdan, yukarıdaki niteliklere haiz her insanı hödük diye adlandırmıyoruz elbette.
bu benim ev arkadaşımı eğittim ben, bazı kelimeleri hatasıza yakın söylemeye başladı. hanımefendü, evinize bıragayım mı ve iyi agşamlar tarzı kelimeler, ilk telaffuz ettikleriydi. günümüz, ders olan ve olmayan günlerde counter strike ve age of empires oynamakla geçerdi. 6-7 tabak yemek yiyip 2 ytl verdiğimiz günler azımsanamayacak kadar çoktu. fakat ben arkadaşımın gerçek yüzünü o gün gördüm.
sıcak bir yaz günüydü. paramız varken harcamaktan hiç çekinmezdik. amiyane tabirle şık (amiyane tabir, ingilizce yazılışında) diyebileceğimiz bir dürümcüde oturuyorduk taburelerin üzerinde. kalabalık biraz. derken bizimkinin arkadaşı belirdi. kız hayalet ya, bir anda beliriverdi.
- selam.
dedi. o selam değil, sanırsın ki bizim çocuğa büyü yaptı. o an eleman bir fransız beyefendisine dönüştü.
- oh leydim. buyurmaz mısınız tabureye. et-ül kabalarınıza layık değil, oh monşer. hemen matmazele ceylan derisinden koltuk getirin lütfen, oh.
tam anlayamasam da adamın böyle demiş olabileceğini düşündüm söylediklerinden. o konuşmaya başladığında kafayı öne eğmiştim utançtan, kaldırdığımda kız gitmişti, bizimkinin ağzı kanıyordu, güldüm, "noldu mösyo, kız çaktı mı bi tane sen öyle konuşunca" dedim. masadaki gülü almış ağzına, dikenleri batmış.
bir söz vardır, "bir insanı en iyi yolculukta tanırsın". yok, kat`a kabul etmiyorum.
arkadaşın erkekse, onu en iyi ortama kız girdiğinde tanırsın.