Facebook sayfasında "fuat Avni bulundu" gibi bir başlıkla kendi sitesindeki haberi paylaşan ve söz konusu haberin fuat Avniye ait birkaç entriden ibaret olmasıyla beni şaşırtan kişi.
13 Eylül 1992 aktütün saldırısını detaylı bir şekilde anlatan kahraman komutan, videonun 18:06 dan sonraki kısmı insanın içini titretiyor, gözlerinde yaşlara neden oluyor, vasiyeti ise insanın içini sızlatıyor.
milliyetçi hareket partisine millet vekilliği için aday adaylığı başvurusu yapmış kişidir.
Ayrıca genel başkan bahçeli ile görüşmek istemiş, devlet bey kendisine geri dönmemiştir.
Daha sonra kendisi mhp genel merkezinden aranmış ve adaylığını çekmesi yönünde tavsiyelerde bulunulmuştur.
Evet buraya kadar herşey normal ve çok güzel. Bir partiye sempati duyabilir, oradan seçilmek isteyebilirsiniz. Doğal olarak red cevabıda alabilirsiniz.
işte Sarızeybek efsanesi burada başlıyor.
Seçim adaylı sürecine kadar Sn.Devlet Bahçeliye destek olan emekli albay, adaylık başvurusu kabul edilmeyince kendi internet sitesinden devlet beye sallamaya başlıyor. Sayısız iftiralar, komlo-teorileri vs. vs.
şimdi sn. sarızeybek, sormazlarmı adama ?
-Eğer aday olsaydın, hatta milletvekili olsaydın bunları yine yazıp çizip söyleyebilecekmiydin? bence hayır. Milletvekili maaşını alığ sesini çıkarmayacaktın.
Sizce devlet bey sizi neden seçmedi? Bence böyle bir karaktere sahip olduğunuz için.
kişisel görüşüm Akp lilerin para vererek (milliyetçi takılıp bahçeliyi kötüleyen) tuttuğu 1000 tane troll yerine sizin gibi milliyetçi görünen emekli bir albayı satın alsa daha yeğdir. Bizde 1000 kişinin bilgi kirliliğinden kurtulmuş olmakla birlikte, sizde bir milletveliki maaşıda almış olurdunuz.
önüne gelene hain diyen bu herif cahil ülkücü çomarların taptığı bir hıyardır, şemdinli de görev yapmış diye kendini fevzi çakmak sanıyor aq, ulan dallama ordan çok daha zor şartlar altında 3 sene askerlik yaptı benim dedelerim, senin sıfatın ne?
Bugüne kadar hiç teori üretmedik, komplo senaryoları yazmadık, yaşadığımız olayları, yerleri, kişileri alt alta sıraladık, sonuçlarını masaya yatırdık ve kimin kime hizmet ettiğini ortaya koymaya çalıştık. Öylesi hassas ve gerçekçi yola koyulduk ki, bugüne kadar hiç kimse yazdıklarımızın aksini iddia etmemiştir, edememiştir çünkü doğrudur ve yaşanmıştır Dile kolay; sekiz kitap, yaklaşık 2.400 sayfa ve her anı yaşanmış
Doç. Dr. Sayın Necip Hablemitoğlunun, 18 Aralık 2002de, evinin önünde bir suikasta kurban edilişinin 9. yılı ve aramızdan ayrılışının 9. Yıldönümü Katil ya da katiller hala bulunamadı, işlenen cinayet faili meçhul kaldı, tıpkı 8.600 Mehmetçiğin katli gibi, tıpkı Uğur Mumcunun katli gibi
Bu önemli konuya isterseniz şöyle bir giriş yapalım; ülkemizde işlenmiş binlerce faili meçhul cinayet var iken, günümüz medyası neden Doğuda işlendiği ileri sürülen cinayetleri diline dolar ve neden rahmetli Hablemitoğlu cinayetini hiç gündeme taşınmaz?
Benzer şekilde günümüz siyasetinin başı olan Erdoğan, Şeyh Said ve Seyit Rıza olaylarına kadar geriye doğru eğilirken, neden dokuz yıl öncesi işlenmiş olan Hablemitoğlu cinayetine yan gözle bile bakmaz? Hele ki 8.600 Mehmetçiği hain pusu ve baskınlarla şehit eden PKK cinayetlerindeki failleri neden araştırmaz?
Peki ya günümüz polisi, günümüz MiTi, günümüz sözde aydınları ve günümüz savcıları, Ergenekon, Ergenekon diye çığırarak Türk Ordusu ve Atatürkçü aydınlarına karşı nerdeyse bir linç kampanyası başlatırken Bu amaçla devletin tüm imkân ve kabiliyetlerini seferber ederken Neden, şehitlerimizin ve Atatürkçü aydınlarımızın cinayetlerine karşı derin bir sessizliğe ve bu sessizliğin de ötesinde, konu açıldığında, çılgın bir tahammülsüzlüğe bürünür?
işte ilk ipucu da budur; izlenen siyasetle, işlenen cinayetler arasında bir bağ vardır. Zaten Hablemitoğlu cinayeti de siyasi bir cinayettir.
Siyasi cinayet ne demek, şöyle açıklayalım: Şehitlerimizin katilleri PKKlı teröristlerdir, örgüte ait arşivler ele geçirildiğinde pek çok cinayetin de faili ortaya çıkacaktır ama siyasi iktidar bu yola başvurmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Bu demektir ki ortalığa saçılacak örgüt arşivleri bu siyaseti rahatsız etmektedir ve bu nedenle bu konu üzerine gitmemektedir.
Hablemitoğlu cinayetini de bu çerçeve içerisinde görmek gerekir; bu cinayeti çözmek istemeyen bir siyaset, katil ya da katillerin açığa çıkmasını istemiyor demektir, çıkarsa rahatsız olacaktır Peki, ama neden rahatsız olacak? inceleyelim
Hablemitoğlu cinayeti hakkında bugüne kadar iki iddia ortaya atılmıştır; birincisi Alman Vakıfları üzerinden gelişen iddialar, ikincisi Hablemitoğlunun Köstebek kitabında anlattığı Fettullah Gülenin derin devlet örgütlenmesi
Önce birinci iddiaya bakalım, Alman Vakıfları Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın Almanyaya kızgın olduğunu biliyoruz, kızgın çünkü Deniz Feneri Olayı var Alman istihbaratı ile Alman yargısı bu olayın üstüne gitmemiş olsaydı, bugün biz, Türkiyedeki saf ve temiz insanlar, kutsal dinimizin istismarı üzerinden masum halkımızın nasıl soyulduğunu hiç anlayamayacaktık işin ucu AKPye dokunduğu için de Erdoğanın kızgın olması doğal
Eğer ki bu cinayetin ardında Almanya varsa, Başbakan Erdoğan Almanyadan intikam almak için aradığı fırsatı yakalamış oldu, demektir Eğer ki bu iddia doğru ise ki istihbaratımız bunu iyi bilir, gitsin işte Alman Vakıfları üzerine ve bu cinayeti çözsün! Ama çözmüyor, neden? Demek ki doğru adres orası değil! inanınız, bu işin ardında Alman Vakıfları olmuş olsaydı, Erdoğan onlara kök söktürürdü kök ama yapmıyor, yapamıyor, gidemiyor üstüne, demek ki doğru adres burası değil!
Kaldı ki biz, bu siyasetin ne denli kindar ve yüreği nefret dolu olduğunu iyi biliriz Atatürkü ve Türklüğü yerden yere vurmaya çalışan bir siyaset, Cumhuriyet devriminden öç almak isteyen bir siyaset olduğunu iyi biliriz, son dokuz yılda yapılan söylemlerden ve alınan kararlardan Ellerinden gelse Anıtkabiri bile kaldırır bu siyaset, sırf Mustafa Kemal Atatürk ve devrim şehitlerinin kemiklerini mezarda bile sızlatabilmek için, yürekleri kin dolu
Böylesi kindar bir siyaset, Almanyanın Deniz Feneri hamlesine karşılık, bilse ki Hablemitoğlu cinayeti ardında Almanya var, neler yapmaz neler, sırf intikam alabilmek için, neler
O halde ağırlık ikinci iddiaya geliyor yani Fettullah Gülen Derin Devlet Örgütlenmesi
Kader bu ya, şu sıralar Necip Hablemitoğlunun Köstebek adlı kitabını yeniden okuyordum, aradan geçen yıllar olayları biraz daha iyi görmemi sağladı, sağ olsun Hablemitoğlu bu yazdıkları için ve şimdi de Allah rahmet eylesin, Nur içinde yatsın ve mekânı cennet olsun
Köstebek kitabı çok açık net olarak, Fettullah Gülen derin devlet örgütlenmesinin Türkiye Cumhuriyetine ağır ve yakın bir tehdit olacağını anlatıyor Bu amaçla çok uluslu istihbarat ilişkilerine girdiğini ve küresel güçlerin desteğini aldığını anlatıyor Devletin hemen hemen tüm kurumlarına sızdığını, özellikle Vali, Kaymakam ve Yargı kadrolarıyla emniyet teşkilatının istihbarat kadrolarında önemli mevki başları tuttuğunu anlatıyor
Alın Hanefi Avcının Haliçte Yaşayan Simonlar (Dün cemaat bugün devlet) adlı kitabını, koyun yan yana, Hablemitoğlunun sekiz yıl önce yazmış olduklarının bizzat Hanefi Avcı tarafından teyit edilmiş olduğunu göreceksiniz Bu önemli çünkü Hanefi Avcı F. Gülen cemaati içinde yetişmiş ve son olarak Eskişehir Emniyet Müdürlüğü yapmış bir istihbarat yetkilisi, gerçeği biliyor
Şimdi her ikisini alın, daha dün yazılmış, öncesinde taslağı toplatılmış, sonrasında yayına girmiş OOOKitap( Dokunan Yanar) adlı Ahmet Şıkın kitabını, o da aynı doğrultuda, aynı yönde, aynı içerikte Ve bugün Necip Hablemitoğlu mezarda, Hanefi Avcı içeride yani hapiste, Ahmet Şık da hapiste Bu tabloyu görünce insan düşünmeden edemiyor, demek ki öldürülemeyenler hapse atılıyor diye sessizce konuşmaktan kendini alamıyor
Köstebek adlı kitap 2003te yayına girdi ve bizlerle buluştu. Demek ki Hablemitoğlu bu kitap üzerinde 2000 yılı öncesinden beri çalışıyordu. Bu yıllar, Fettullah Gülenin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından soruşturulduğu ve ardından yargılandığı yıllar Biliyorsunuz, bu savcımız hakkında da tıpkı bugün yapıldığı gibi seks kasetleri medyaya servis edildi ve bu savcımız da görevden alındı. Ama bu kasetler nerede bulunmuştu, hatırlıyor musunuz; Çağdaş Eğitim Vakfında! Peki, neden?
Bu soruya Hablemitoğlu, bakın nasıl cevap veriyor( Köstebek, sayfa 176):
Neden Çağdaş Eğitim Vakfı?
Önce Çağdaş Eğitim Vakfının başına örülmek istenen komployu anlatayım. Bu vakıf ilk olarak Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğiyle birlikte Sadettin Tantan döneminde kapatılmak istendi. Bu kapatma oyunun arkasında kendi yazdıklarıyla kendini ihbar eden islamcı bazı gazeteler ve yazarlarının başlattığı kampanya vardı. Bunların kapatılmak istenmesindeki amaç şu: Bu vakıflar Fettullah Gülen davasının itirafçı çocuklarını bulup ortaya çıkaran ve davanın açılmasında en etkin gücü oluşturan sivil toplum örgütleri. Bunları yok etmek için çabalamalarının nedeni bu. Ayrıca bu vakıflar, Gülen ve diğer islamcı cemaatlerin el attığı, burs verdiği her çocuğa gidip burs veriyorlar. Onlara Cumhuriyet devrimlerini ve aydınlanmayı anlatıyorlar
Günümüze gelelim: Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylana ne oldu? Önce Ergenekon diyerek derneği bastılar, bütün kayıtlara el koydular ve bana sorarsanız, Onu öldürdüler, tıpkı Devlet Üstün Hizmet Madalyalı Abdulkerim Kırcaya yaptıkları psikolojik işkence gibi, o da intihar etmişti bu işkence sonucunda. Türkan Saylan da aynı durumda, kanser tedavisi görmekte olan bu hanımefendiye yapılan psikolojik işkence ile yaşamını elinden aldılar
Peki, neden Hablemitoğlu?
Bu sorunun cevabını da kendi yazdıklarının içinde arayalım( Köstebek, sayfa, 90):
Sayıştay ve Danıştay başta olmak üzere adli ve idari yargıya, Anayasa Mahkemesine, içişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları dâhil devletin stratejik önemi haiz tüm kurum ve kuruluşlarına öteden beri sızma çabası içinde bulunan Fettullahçılar, Türk Silahlı Kuvvetleri içinse özel bir infiltration (sızma) stratejisi izlemektedir. Saptanan Fettullah ajanlarının ordu ile ilişkisi Yüksek Askeri Şura Kararları ile kesilse de, bu stratejinin mimarlarının ve yöneticilerinin yaptıkları bugüne kadar yanlarına kar kalmaktaydı.
Şimdi, gecikmeli de olsa, bu sızma girişimlerinin sorumluları da başta Hocaefendileri- bölge ve il imamları, askeri okul sınavları için özel ders veren dersane yönetici ve öğretmenleri olmak üzere- geriye dönük olarak hesap vereceklerdir. Gelecek sayıda, fettullahçılara uygulanacak askeri ceza mevzuatının yanı sıra, konuklar için uygulanan günlük program verilecektir. Takip eden yazılarda da fettullahçı yapılanmanın tüm sorumluları; şura üyeleri, kıta ve ülke imamları, bölge ve il imamları, medya ve eğitim sorumluları, temsilciler, emniyetçiler ve üst düzey bürokrat isimleri çarşaf listeler halinde deşifre edilecektir. N.H.)
Bu satırlarında HABLEMiTOĞLUnun, ne görülüyor biliyor musunuz?
Geriye yönelik hesap vereceklerdir, sözünden, Anakarada başlatılan Gülen Davsında bu kişilere mutlaka hesap sorulacağına inanmış olduğu, bu bir
Deşifre edilecektir sözünden, Hablemitoğlunun elinde kesin kanıtların bulunduğu, bu iki
Yaptıkları yanlarına kar kalmaktaydı sözünden, Fettullahçı unsurların yönetici kadrosuna hesap sorulacağına inandığı, açıkça görülmektedir.
Peki, Hablemitoğlu böylesi kesin kanaate nasıl varmıştır?
Gülen Davası Savcısı Nuh Mete Yüksel ile yaptığı görüşmeler sonucudur, kitabında da bu konuda açık beyanlar vardır, yani Hablemitoğlu Gülen Davasını çok iyi bilmektedir ve üzerine gitmektedir
Peki, sonrasında ne oldu? Hablemitoğlu 18 Aralık 2002de öldürüldü
Şimdi bu tarihle aşağıdaki Fettullah Gülen Davasının tarihlerini yan yana getirelim, hem de Gülen sitesinden yapılmış bir alıntı ile:
2000
Savcı Yüksel, Gülen için gıyabi tutuklama kararı çıkarmak istedi. Gülenin B-2 vizesi 20 Eylül 2000 tarihine uzatıldı. (20 Mayıs 2000)
Ankara 1 no.lu DGM tutuklama talebini geri çevirdi, savcı 2 no.lu DGMde karara itiraz etti. I-129 (din görevlisi) vizesi 19 Haziran 2003′e kadar onandı. (20 Haziran 2000)
Ankara 2 no.lu DGM Gülen için gıyabi tutuklama emri çıkardı. (11 Ağustos 2000)
istanbul 2 no.lu DGM tutuklama emrini iptal etti. (29 Ağustos 2000)
Savcı, Gülen ile ilgili iddianamesini mahkemeye sundu. (31 Ağustos 2000)
Dava başladı. (16 Ekim 2000)
Revize edilmiş af yasası (21 Aralık 2000′den itibaren geçerli); Gülen bu af yasasını kullanmadı.
2001
Gülenin yeminli ifadesi Newarkta ABD Federal savcılığında alındı. (28 Kasım 2001) Gülen I-360 (özel göçmen din görevlisi) vizesi için başvurdu. (30 Nisan 2001)
2002
Meclis af yasasını kabul etti. Rahşan affı (21 Mayıs 2002) ABD Göçmenlik Bürosu Gülenin I-360 vizesini onayladı. (7 Ağustos 2002)
HSYK, savcı Yükseli seks kasetlerinin ortaya çıkmasından sonra davadan aldı ve başka bir göreve verdi. (21 Ekim 2002) Gülen ABDde kalıcı oturum ve çalışma vizesine başvurdu. (18 Ekim 2002)
2003
Balyoz darbe planı oluşturuldu.
Ağır ceza mahkemesinde son duruşma. (3 Mart 2003)
Mahkeme, kararını 4616 sayılı Yasaya dayanarak beş yıl erteledi. (10 Mart 2003) Türk yetkililerden istenen güvenlik soruşturması tamamlandı. (Gülen hakkında hiçbir suça rastlanmadı.) (16 Eylül 2003)
Gülenin avukatları ve savcı erteleme kararına itiraz etti ama Ankara 1 no.lu DGM itirazı reddetti (3 Nisan 2003) ABD Göçmenlik Bürosunun ilk mülakatı (17 Eylül 2003)
4928 sayılı Kanun (15 Temmuz 2003′ten itibaren geçerli) 3713 no.lu TMKnın 1. Maddesindeki terör örgütü tanımını değiştirdi. ABD Göçmenlik Bürosu Gülene 9 Ekim 2004′e kadar geçerli olan seyahat belgesi (advance parole) verdi.
Şimdi bunun üzerine, lütfen, bir de şu yazıyı okuyunuz:
Bu KÖSTEBEKi bulup açığa çıkarmak ve hak ettiği şekilde cezalandırılmasını sağlamak Türk Adaletine düşen tarihi bir vazifedir!
KÖSTEBEK, aynı zamanda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına yapılmış bir suç duyurusunun KOD ADIdır! Suç; Milli Müdafaaya ihanettir.
Askeri Ceza Kanununun 56 ncı maddesinde Milli Müdafaaya ihanet suçu açıklanmıştır. Soruşturma ve yargılama yetkisi Askeri Yargıdadır. Vazifesi Türk yurdunu ve Cumhuriyeti korumak ve kollamak olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa ile teminat alınmış olan Askeri Yargıda geçen görev ve yetkilerini kullanarak Türk Ordusu içerisine sızmış bu KÖSTEBEKLERi açığa çıkarmalı ve askeri yargı tarafından hak ettikleri şekilde cezalandırmalarını sağlamalıdır.
Ancak o zaman Necip Hablemitoğlu kabrinde rahat ve huzur içinde ebedi istirahatına çekilecektir. Hablemitoğlunun kabrinde huzur bulması demek; Türk Milletinin geleceğe güvenle bakabilmesi demektir, bunu asla unutmayınız
Hablemitoğlunu unutmadık, unutmayacağız, hepimiz Atatürkün manevi mirasçısı olarak Onun ilke ve devrimlerinin ışığı altında vatanımıza, cumhuriyetimize ve insanımıza sahip çıkacağız, tıpkı Hablemitoğlu gibi:
..Türkiye Cumhuriyetinin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürkün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum. ÇÜNKÜ TÜRKÜM VE BAŞKA TÜRKiYE YOK!..Necip Hablemitoğlu
haklı yanları çok olan ancak şu noktada katılmadığım tespittir:
Erdoğan kazanırsa, MHP ve CHP merkez yönetimleri olağanüstü kurultayla düşer. Bu iki parti genel seçimlere yeni yönetimlerle gider.
mhp ve chp kaybederse onlardan hiçbir şey olmaz. onlar asla koltuk sevdalarından vazgeçmezler. zaten yenilmeye de alıştılar, akp'nin önündeki bütün taşları temizlemeye de. çünkü iktidarları iktidarda tutan biraz da muhalefetin alternatif olamamasıdır.
devlet bahçeli ölmeden mhp yeni birisini göremeyecek; kılıçdaroğlu da çok büyük bir hezimete uğramadığı takdirde o koltuğu bırakmayacak.
Önce size 1992'deki terör durumunu anlatmalıyım; 91 Körfez savaşında Irak kuzeyi Barzani bölgesinde oluşturulan güvenli bölge PKK'ya yaramış ve sayıları 20 bini aşkın silahlı bir güç haline getirilmişti. PKK bile bu duruma şaşkındı; Özal'ın iç ve dış siyaseti sonucu kendisine sunulan bu güç karşısında şımarmış devletimize kafa tutmaya başlamıştı. Botan-Behdinan(ŞEMDiNLi ÜÇGENi) sözde savaş hükümeti kurmak hayaliyle sınır boylarındaki karakollarımıza saldırılar yapıyordu, her gün saldırı, her gün pusu, her gün mayın ve her gün şehit...
O yıllarda karakollarımız güçlendirilmiş karakol değildi, normal eğitimli Mehmetçiklerle hudut namustur deyip mücadelemizi sürdürüyorduk. Düşününüz karakol yüz kişi saldıran beş yüzden fazla, kendinizi orada görev yapmakta olan askerlerimizin yerine koyunuz, can pahası bir mücadele ve bu mücadeleyi yaptık biz.
O yıllarda da şehit veriyorduk, bugün de şehit veriyoruz ama arada birçok farkla; en başta bizi engelleyen siyasi bir otorite yoktu, gece gündüz demeden hem sınır içinde hem sınır dışında harekat yaparak PKK'yı vuruyorduk. Ayrıca çatışmalarda bir endişemiz yoktu, tetiği ilk çeken kazanıyor, baskını ilk yapan kazanıyordu ve biz hep önde olduğumuz için, bir süre sonra hem arazide hem de Irak kuzeyinde hakimiyeti ele aldık ve kazanan hep biz olduk, şehitlerimizin tek tek hesabını sorduk. Tetiği çektiğimiz için, teröristleri vurduğumuz için yargılanmak gibi bir şeyi düşünmek hayal ötesiydi o yıllarda.
Yine o yıllarda bu mücadeleyi bizler komutanlarımıza güvenerek, savcıya hakime güvenerek, kaymakam valiye ve devletimize güvenerek, en önemlisi halkımızın verdiği destekle başarıya ulaştırdık. Arkamızda Türk milleti, milletimiz vardı, vatanımızı ve milletimizin geleceğini düşünerek hep öne atıldık, hep önde gittik, bu uğurda can vermek, şehit düşmek onurdu bizim için, başardık.
Ama ya şimdi?
Moralimiz bozuk; PKK Şemdinli güneyi Barzani bölgesinde, bunu biliyor ve görüyoruz ama harekat yapmak yetkimiz yok, izin verilmediği için eli kolumuz bağlı teröristleri seyredip duruyoruz ve bir gece gelip bizi şehit etmelerini bekliyoruz.
Karakollar güçlendirildi, özel eğitimli askerlerimiz geldi ama moralimiz bozuk; tetiği ilk çektiğimiz için cinayet suçlamasıyla yargılanıyoruz, hem şimdi için yargılanıyoruz hem de 90'lı yıllarda can pahasına verdiğimiz mücadele için yargılanıyoruz, silah arkadaşlarımız hapiste.
Bu mücadelede devlet yanımızda değil, bırakın bizim yanımızda olmayı PKK'ya destek anlamında işler yapıyor; Habur'da davul zurnayla evlatlarımızın katillerini karşılıyor ve hepsini serbest bırakıyor, moralimiz bozuk moralimiz. Yeni yasal düzenleme yapılıyor, katiller, teröristler serbest bırakılıyor ama silah arkadaşlarımız hala hapiste, üstelik ne suç işledikleri de belli değil.
Bizi şehit eden katiller Irak sınırında ama hükümetimiz Suriye sınırına yığınak yapıyor. Şehitlerimizin katilleri Barzani bölgesinde ama bizim hükümetimiz Barzani'yi kırmızı halı ile karşılıyor. Milli irademizi temsil eden MECLiS'teki vekillerin bazıları gidip şehitlerimizin katilleriyle kucaklaşıyor. Moralimiz nasıl bozuk olmasın!
PKK'nın yeri belli, izi belli, para kasaları belli, kampları belli, ,iç ve dış destekçileri belli, siyasi ve silahlı cephesi belli ama bizim hükümetimiz onlarla mücadele etmek yerine biz askerleri hedef almış bizimle mücadele ediyor, bizim telefonlarımızı dinliyor, bizim hakkımızda soruşturma yapıyor, bizi yargılamaya kalkıyor, bizim moralimiz bozulmasın da kimin bozulsun!
Ey halkım!
Çok şehit veriyoruz, evlatlarımız can veriyor, farkındayız ve aynı acılar içindeyiz. Ama biliniz ve emin olunuz ki bu PKK denen katilleri yok etmesini biliriz, zamanında nasıl başardıysak, yine başarırırız ama elimiz kolumuz bağlı ve moralimiz bozuk.
Afyon'daki patlama ister sabotaj olsun ister kaza, askerimizin morali bozuk ey halkım, morali bozuk olduğu için şehit oluyoruz biz -yüksek moralli asker hata yapmaz, pusuya düşmez, baskına uğramaz- askerimizin elini kolunu bağladıkları için şehit oluyoruz biz.
Çıkış yolumuz var; ya hükümet bu siyasetini değiştirecek ya da biz hükümeti değiştireceğiz, orta yolu yok bu işin!
Biz Türk Milleti, tarihte olduğu gibi bugün de yarın da hep kahraman askerlerimizin yanında olacağız!
Şehitlerimizin ruhu şad olsun, terörle mücadele eden kahraman evlatlarımıza çağrımız odur ki moralinizi her şeye rağmen yüksek tutun, bu devrandır, mutlaka dönecektir!
Başbakan Erdoğan Ermeniler'den özür dilemiş...
AKP istanbul il Başkanı Pabuççu da , AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk demişti...
Şimdi yana yana koyun bunları; bunlar kim!
Bu ülkede Türk düşmanlığı yapan varsa eğer, Kurtuluş Savaşı'nda yendiklerimizin torunlarıdır.
Atatürk uyarmıştı bizi, dinlemedik; başına taç edeceğin kişilerin kanındaki asıl cevhere bak demişti.
Türk'ün gücünü Türk'e karşı kullanan bir siyasetin esareti altına düştük ama kurtulmasını da mutlaka bileceğiz.
Asıl ve asil olan Türk Milleti'dir, vekalet yanlış ise düzeltilir.
Erdal Sarızeybek
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile ilgili olarak "Gizliliği ihlal eden savcıysa savcı, katipse katip, kolluk kuvvetiyse kolluk kuvveti hakkında Başbakan Yardımcısı olarak suç duyurusunda bulunuyorum" dedi.
Kod Ergenekon deyip kod Balyoz deyip insanlarımızı, daha ifadesi bile alınmadan suçlu ilan eden onlar değil miydi!
Adli soruşturmalar gizli olmalıdır, masumiyet karinesi bunu gerektirir, ancak bunu söyleyene hele bir bakın siz!
birileri oynanan oyunları görüyor ve gören nadir insanlardan biri.
güzel yazmış.
--spoiler--
idam cezasının geri gelmesi konusunda Başbakan Recep Tayyip in açıklamaları var, hem de peş peşe yaptığı açıklamalar. Şimdiden ekranlar tartışmaya başladı bile, nerdeyse her gün bu konu konuşulur oldu. Başbakan ın bu açıklamalarını milliyetçi oylara göz dikti diye yorumlayanlar var, Cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor, siyasi manevra yapıyor diyenler var, Öcalan ın idamını gündeme taşıyıp BDP yi tehdit ediyor şeklinde düşünen ve yorumlayanlar da var. Ama bizim düşüncemiz farklı, neden farklı, anlatalım
Her şeyden önce milliyetçi oylarına Başbakan Erdoğan ın göz dikmesi için sebep yok, çünkü zaten milliyetçi oyları alıyor, bakınız, MHP nin oyları sürekli AKP ye kayıyor. Başbakan ın Cumhurbaşkanlığı için de bir derdi yok, bu MHP ve bu CHP nin zayıf muhalefeti karşısında zaten meydanı boş buldu Başbakan, AKP nin oyları yüzde kırkbeş, ellilerde seyrediyor. BDP ye gözdağı meselesine gelince, Erdoğan BDP ye neden gözdağı versin ki, zaten PKK siyasetiyle Atbaşı yürüyor bu AKP, niye itdalaşına girsin ki Bu BDP ye gözdağı değil, olsa olsa AKP-PKK işbirliğinin farkına milletiniz varmasın için bir siyasi dümen olabilir, bu idam meselesi ama özü bu olmaz.
Yine de bize sorarsanız bunların hiçbiri değil. Başbakan Erdoğan ın idam meselesini gündeme taşıyarak vermek istediği mesaj ne seçime, ne BDP yedir, doğrudan doğruya Türk Ordusu nadır bu mesaj. Evet, düşüncemiz budur; Recep Tayyip Erdoğan ın bu idam mesajı, kod adı Ergenekon, kod adı Balyoz ve bundan sonra yeni kod adlarıyla çıkacak olan operasyonlarda gözaltına alınması ve yargılanması planlanmış asker kişileredir, yani Türk Ordusu na.
AKP siyaseti ve hukukunun bugüne kadar askerimize yönelik haksız ve hukuksuz saldırıları artık son bulmadı mı, diye sorabilirsiniz. Hayır bulmadı, çünkü daha çözülmemiş işleri var AKP siyasetinin, bunların başında da Barzani ve Kıbrıs geliyor. Barzani ye kurulan kürt devletinin henüz bir ordusu yok, ona bir ordu lazım. Rumlara AKP nin resmen verdiği Kıbrıs ta da Türk Ordusu var, onun da çekilmesi lazım. Peşinden Suriye geliyor, yakın gelecekte Türk Ordusu nun birkaç kilometre de olsa Suriye ye girmesi ve bu yolla Esad rejiminin devrilmesi var, film böyle bitmeli ki Erdoğan çıkıp ben yaptım diyebilsin.
Barzani ye askeri ordu kurulmasına Türk Ordusu karşı, askerimiz hala Barzani yi tanımış değil. Kıbrıs tan asker çekilmesine de öteden beri karşı ordumuz. Hele ki Suriye ye müdahale, ne ordumuzun ne de halkımızın aklından geçiyor. Bu durumda ordumuzun AKP siyasetine karşı direncinin tamamen yok edilmesi gerek ki kapıkulu haline dönüştürülüp AKP siyasetinin her istediğini yapar duruma düşürülebilsin.
Kod adı Ergenekon gibi, kod adı Balyoz gibi davalarda, yeni çıkartılacak bir idam cezasının uygulanması mümkün değil gibi, yeni cezalar sanıkların lehine ise uygulanmakta, yoksa eskisi geçerli. Erdoğan siyasetinin son yılda yaptıklarını bir bir yan yana getirir isek eğer, bu durumda, önce idam cezasının geri getirilmesi ve hemen ardından askerlerimize yönelik olası bir operasyon söz konusu olabilir. Daha önceden adı geçmiş olup da hakkında soruşturma ya da yargılama yapılmamış olan askerlerimiz gündeme taşınabilir. Bizce bu idam mesajı doğrudan doğruya Türk Ordusu nadır.
Peki Erdoğan kimi idam edecek? Yine bize sorarsanız, kimseyi idam edemeyecek, bu sayılanların hiçbirisi olmayacak ama Erdoğan bu idam tehdidi ile Türk Ordusu na bugüne kadar uygulamış olduğu baskıyı artırarak sürdürecektir. Bu baskı ve tehditten AKP nin beklediği sonuç ise Barzani ye askeri ordu kurulması, Kıbrıs tan asker çekilmesi ve Suriye ye askeri müdahale ile Esad rejiminin devrilmesi olacaktır.
PKK ya ve partisi BDP ye gelince, AKP nin desteği ile daha da siyasallaşacak, Habur da verilmiş olan halk desteği AKP eliyle arttırılarak sürdürülecektir. Son noktada ise Erdoğan yeni anayasa , beyaz sayfa , af , diyerek yeniden kürsüye çıkacaktır, bir kurtarıcı gibi, ardından da Cumhurbaşkanlığına
Siyasetin ihanet demek olduğunu bilmezdik hiç, düşünmemiştik hiç, ama ne yazık ki bizim ülkemizde siyaset son on yıldır ihanete doğru ilerliyor. Bu ihaneti durduracak tek güç ise milletimizdir, gün gelir de bir gün, egemenlik benimdir diyerek Türk Milleti TBMM ne doğru yürümeye başlarsa ki bu hakkı anayasa veriyor, bu durum hiç de şaşırtıcı olmayacaktır
--spoiler--