aslında bu adam hakkında uzun uzadıya yazmaya gerek yok. vakti zamanında star' da yazarken, cem uzan patronuyken, genç parti' yi kurup başına geçtiğinde kendisinden ''türkiye' yi kurtarabilecek tek insan '' diye bahsedebilmiş kişidir engin ardıç. ve hala utanmadan ortalıkta dolaşmakta ona buna laf yetiştirmektedir.
pırasaya benzersin.
etrafı tahrik edersin.
zehir akıtmaya çalışırsın damarlara.
er ya da geç hakettiği muameleyin görürsün.
varsın bu gün o konuşsun.
en süslü köşelerden köşelerden.
namaz bile kurtaramaz onu.
küstahlık da bir yere kadar.
Zamanında Ahmet Hakan için kullanılmıştı bu başlık. Ancak bu başlık için daha uygun biri var. Kimine göre usta gazeteci, köşe yazarları içinde reytingi epey yüksek (!) bir isim: Engin Ardıç.
Harbi delikanlı, kodumu oturtan cinsinden bir yazar. Erman Toroğlu onun yanında yaya kalır. Herşeyi en iyi o bilir. Tarih bilgisiyle Murat Bardakçıya nal toplatır. Argo sözlüğü yazacak kadar donanımlıdır. Küfürbazlık konusunda master yapmıştır. Okumuş çocuktur. Galatasaray Lisesini bitirmiş, Boğaziçi Üniversitesinde siyaset bilimi tahsil etmiştir. Bir kaç yabancı dil bilir. Büyük entelektüeldir. Doğan Hızlan, Hıncal Uluç eline su dökemezler. Fakat siyasi analizlerinde hep sınıfta kalmış, tahminlerinde çuvallamıştır. Taksim meydanı hala onu anırması için beklemektedir.
Köşe yazıları çoğunluk sade suya tirit şeylerdir. Yazılarındaki sığlığı argo deyimlerle, küfürlerle kapatmaya çalışır.Yazdıkları kendisinin de kimi zaman itiraf ettiği gibi söylentilere dayanır. Köşe yazılarında narsistik kişiliği ile iç içe geçmiş obsessif, manikdepressif halleri hemen göze çarpar. Mazoşistlik yanları da vardır.(En iyisi Erdal Atabeke sormalı Engin Ardıç üzerine kitap yazabilir belki bir gün)Bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinde tiyatro, politika ve edebiyat üzerine yazmıştır. Bu arada tiyatro demişken okuldaki lakabını Ferhan Şensoya sormalı. Bir keresinde kendisi de söylemişti. Ama unuttuk. Zaten onun gibiler toplumsal hafızamızın zayıflığından yararlanırlar hep....
Hani bazı deyimlerimiz vardır, cuk oturdu diye tabir edilir. Bu tür deyimler arasında Engin Ardıç için söylenecek çok şey var: eğitim cehalet alır diye başlayan gibi.Ama itiraf etmek gerekir ki biz bu konuda onun kadar yetenekli değiliz.
Bir taraftan da o, Engin ismiyle hem müsemma hem de değil (bkz.TDK büyük sözlük, tıpkı çoğu siyasi partimizin olmadığı gibi...
Ardıç, sol ve emek düşmanlığı konusunda Nazlı Ilıcaka gıpta ediyor, araştırmacı gazetecilikte yetenekli olmadığı için Uğur Mumcuya hayıflanıyor olabilir. Belki de ankormanlık (şimdi öyle diyorlar) yaptığı günleri özlüyordur. Acaba Güneri Civaoğluna özendiği için mi sakal bırakmıştır. Televizyon programlarına çıkamadığı için, gündeme gelmek için midir saldırganlığı? Belki de yakında çıkar...! Hep sahibinin sesi olmuştur şimdiye dek. Bu yüzden ATVde değerlendirilmesi gerekir.
Sabah gazetesindeki 5 Eylül tarihli köşesinde, cenaze töreninin ardından merhum Ahmet Yıldıza ve Halkevlerine saldırıyor. ima ettikleri kendi kişiliğinin dışavurumudur. Senin sıkletin ne Ahmet Yıldıza ne de Halkevlerine yetmez bay Ardıç.
Pek çok gerçek aydının, tiyatro sanatçısının içinden yetiştiği Halkevlerinin tükrüğünde boğulur Ardıç. Ancak değmez... Tiyatro sanatçısı, eleştirmeni olamadığı için mi, ya da hemşehrisi Ahmet Yıldız gibi mücadele adamı olamadığı için midir bütün hezeyanları, hangisidir bilinmez.
Siz en iyisi hiçbir yerde dikiş tutturamadığı (edebiyatçı,siyaset bilimci) için onu mazur görün.Bırakın O, en iyi bildiği şeyi yapmaya, yandaş gazeteciliğine devam etsin. Taksim Meydanı ise her daim onu beklemeye devam ediyor olacak…
tokat'ta şehit edilen 7 asker için faturayı ergenekon'a çıkarmış, türk sihahlı kuvvetlerini suçlamış ve hatta chp ve mhp'nin bu saldırıdan memnuniyet duyduğunu söylemiştir. saldırıyı pkk üstlendikten sonraki gün yazdığı yazıda ise dan brown'un son kitabından bahsetmiştir.
--spoiler--
Dan Brown'un son romanı çarçabuk dilimize çevirildi ve de yayınlandı... Bir solukta, elinizden bırakamadan okuyacak ve sonunda... pek de beğenmeyeceksiniz! "Nerede 'Da Vinci Şifresi', nerede bu?" diyeceksiniz. ingilizce aslını okuduğumda ben öyle demiştim.
"iyi yazılmış kötü romanlara" yeni bir örnek...
Hazret kitabının reklamı için Türkiye'ye geldi (bugüne kadar hiçbir Türk yazarını okumadığını belirtiyor), "medyamız" da adamın üstüne balıklama atladı tabii.
Dan Brown gibi işini iyi bilen bir "piyasa" yazarına "büyük sanatçı" muamelesi edenler, onu yerlere göklere sığdıramıyorlar.
Bir zamanlar "Sharon Stone'a otuz santimetre yaklaşabildiği için" heyecanlara kapılmış bir arkadaşımız, sanki Dostoyevski'yle karşılaşmış gibi, onunla çarşaf çarşaf bir söyleşi yapmış... (Oysa, "Sharon Stone'u öper misiniz?" sorusuna, Cem Yılmaz, "ne öpecekmişim, anam yaşında karı, versin on beş bin dolar öpeyim" şeklinde yanıt vermişti...)
Bu gibi durumlarda "adam yalnızca o gazeteye demeç vermiş, onları tercih etmiş" gibi bir hava yaratılması da Babıali geleneklerindendir, yerseniz, oysa adam hemen herkesle konuşmuştur.
Dan Brown "Hazret-i isa çarmıha gerilmedi" gibi, bilmeyenler için çok çarpıcı fikirler ortaya atıyor ama (Vinci romanının inanılmaz satış rakamını ve getirdiği büyük parayı da buna borçludur) aslında yeni bir şey söylemiyor... Bu gibi teoriler, kendisinden yirmi yıl kadar önce yazılmış, Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln gibi araştırmacıların gene çok okunmuş ve çok para kazandırmış kitaplarına dayanıyor... Brown'un bütün numarası, bu teorileri bir roman kalıbına dökmek... Nitekim sözünü ettiğim araştırmacılar Brown'a "arakçılık" suçlamasıyla dava açmışlar ve kaybetmişlerdi. Brown mahkemede "ben bu malzemeden bir hammadde olarak yararlandım" dedi ve kurtuldu.
Kazanamayacaklarını da, davanın açıldığı günlerde, o zamanlar çalıştığım gazetede yazmıştım, meraklısı hatırlayacaktır.
Fakat şimdi Brown'un bir sözü ilgimi çekti.
Çocukluğunda bir gün, kilisesinin papazına "dünya nasıl yaratıldı" diye sormuş.
Papaz da "iyi çocuklar böyle sorular sormazlar" demiş.
Brown o gün dini bıraktığını, bilime yöneldiğini söylüyor.
Hayır, "papaza kızıp oruç bozmak" deyimini hatırlatmayacağım.
Bir başka yazarı, şu ünlü "Marduk" teorisini ortaya ilk atan kişiyi, Zecharia Sitchin'i hatırlatacağım.
Sitchin de çocukluğunda, sinagogda hahama bir gün şöyle bir soru yöneltmiş: "Tanrı tektir ama Kutsal Kitap'ın Tekvin bölümünde sık sık 'elohim' yani çoğul olarak geçiyor... Bu bir çelişki değil mi?"
Haham, "iyi çocuklar böyle sorular sormazlar" demiş.
Sitchin hemen o gün bu işi araştırmaya karar vermiş ve orta yaşlılığında, dünyayı kasıp kavuran ünlü kitaplarını yayınlamaya başlamış...
Başkaldırmanın her zaman insanın başını derde sokmadığına, kimi zaman para ve şöhret kazandırdığına en güzel örnekler bunlar!
iyi çocuklar, zeki çocuklar, akıllı çocuklar, papazın ve hahamın söylediğinin tam tersine, soru sorarlar. Çok soru sorarlar. Yanıtı yoksa bu çocuğun değil, büyüklerin sorunudur.
Adam olacak çocuk, kakasından değil sorduğu sorudan belli olur. Çocuğunuzun yalnızca doktor, mühendis, avukat falan değil, gerçekten adam olmasını istiyorsanız, onu soru sormaya teşvik ediniz ve soruları yanıtlamaktan asla kaçınmayınız.
Çünkü, siz yanıt vermezseniz, çocuk merak ettiğini "biçimsiz" yerlerde arayabilir. Babasından yüz bulamazsa Lenin dedesine gider örneğin...
--spoiler--
Kendisini Atatürk düşmanı olarak gösterenlere ayar üstüne ayar veren, Kemal Tahir hayranı bir zamanlar star tv de haberlerden sonra yorum yapan Sabah Gazetesi yazarı
necip istanbul basınında paranın satan alabilceği en iyi kiralık kalemlerden biri. parasıyla istenen boy ve ebatta hakaret aşağılama karalam içerikli yazıları yazabilcek vicdan onur erkekliği içinde barındırmayan yazar.
piçkuruları lafına takılmadan yazı okunursa acaba karşı çıkılacak bir söz söylemiş midir merak edilen yazar;
--------
...
Yuh çekmişler. Konuşturmamışlar.
Adam sanki Bulgar hükümetinin Türkiye'den tazminat isteyen zıpçıktı bakanı...
Çünkü piçkuruları "Avrupa Birliği'nin ne olduğunu biliyorlarmış"...
Biliyorsan dinlemezsin, mecbur musun? Git kantinde kızlarla kakara kikiri yap, sinemaya git, çay iç, ne halt edersen et...
Ya da bakan konuşsun, ondan daha iyi biliyorsan meseleyi, kalk soru sor, eleştir, görüşlerini çürüt, adamı müşkül duruma düşür, onu silkele, perişan et!
Ama konuşturmayınca "eylem koymuş" oluyorlar akıllarınca.
"Avrupa Birliği savaş demekmiş"... Bildikleri bu.
Bakanı konuşturmayınca da "memlekete sahip çıkmış" oluyorlarmış.
Öğrenme arzusu yok, tartışma görgüsü yok, dinleme terbiyesi yok, önyargı var, bağnazlık var, beton kafalılık var. Ne bildikleri de ortada. Bunlar üniversiteyi bitirecekler, anaları babaları da "oğlumuz okudu da adam oldu" diye sevinecekler.
--------
sözlükte de tonlarca var bu tip fikirsiz, donanımsız, ergen zihniyetinden çıkamamış kişilerden. engin ardıç -belki de dikkat çekmek için kasten- biraz da ağır sözlerle eleştirmiş bunları ama yazının tümüne odaklanmakta fayda var.
kendisinden hazzetmesem de, egemen bağış denen şahsiyetin yeterliliğine, samimiyetine zerre inanmasam ve sevmesem de, ilgili konuda %100 haklı olan yazardır.
konuşsun egemen, saçmalasın koy ortaya somut şeyleri "ama bakın, ama bakın, ama bakın" diyebilsin sadece adamı çivile oturduğu sandalyeye göster gücünü ama "biz biliyoruz" diyerek, bağırarak eylem yaptığını zannetme arkadaş.
her devrin adamı, birde birilerine bugün arka çıktı diye sevinen salaklar var ama bilmiyorlar ki bu zavallı cahiller, yarın iktidar değiştiğinde ilk sizi satıcak adamdır bu.
at gözlüklü, kimin gözlüğünü takarsa ona göre görüp yorumluyor. yorumları biraz görmüş geçirmiş genç için fazla klişe. kıvrak zekadan yoksun. zamana ve mekana göre değişen güç odakları için hizmet veren liboş. kendisi aldığı maaşı ile kapitalizmin nimetlerinden yararlanmakta, rasyonel birey varsayımı kendisinde vücut bulmaktadır.
hergün güdümlü yazılarını yazarak alır parasını, keyfine bakar uzun lafın kısası.
"piçkurusu mu demiş ne nasıl olur asıl sensin o pis şey" diye hönküren bilimum kişilere cevap vermiş köşe yazarı. sevinin lan adam bir de size cevap veriyor.
-------
...
Bunları özellikle yazdım ki, it kopuk Internet'te bana küfür etsin, "emekçi halkım şuradan şuraya gidemiyor, hükümet yalakası Avrupa'da geziyor" desin...
Edin edin, "blogcu" serseriler. Etmemezlik etmeyin... "Sanal ortamlarda" üç cümlesi yayınlandı diye adam sırasına girdiğini sananlar, Andy Warhol'un deyimiyle "on beş dakikalığına" ünlü olanlar... Edin edin, heyecanlı oluyor... Yazısının altına imzasını atamayan şeref yoksunları... Erkek müsveddeleri...
Nasıl hoşunuza gidiyor değil mi, bayılıyorsunuz, "herif bizi ciddiye aldı, cevap verdi" diye mutlu oluyor, kızdığımı sanıyorsunuz.
Hayır, kızmış gibi yapıyorum, aslında hiç kızmıyorum. Yazı konusu çıkıyor.
...
-------