hatırlamıyorum demiyorum. pek öyle çok mutlu olduğum anlar yok. ama geçen gün sokakta sevdiğim yemek verdiğim şu kediler aklıma gelince mutlu oluyorum lan. çok sevimli sebekler.
ilk önce tarafıma kulüp tarafından christmas hediyesi olarak imzalı maç forması yollandı, sonrasında ise sosyal medya ekibiyle buluşma organize edildi ve basel'de bir araya geldim. gerçekten unutulmaz bir gündü. yani böylesine kıymet görmek, tarafıma gurur vermedi dersem yalan söylerim.
ayrıca, "neden böyle bir şey yaptılar?" sorusunun cevabı: twitter'da dört yıldır kendilerine türkçe olarak yaptığım katkı.
neyse...
mailler, mesajlar derken maç günü geldi çattı.
maçtan bir saat önce akşam saat 6’da kulübün sosyal medya sorumlusu fabio halbeisen ile st jakob park’ın medya merkezi önünde buluşmak için sözleşmiştik ancak saat 6:10 olmasına rağmen kendisini ortakıkta göremeyince, “aha dedim bu iş yalan oldu”. 10 dakika gecikmeye rağmen koştura koştura yanıma geldi ve sayısız kez bu durum için özür diledi. bu gecikmenin sebebi ise takımın ilk 11’ini sosyal medya hesaplarında duyurma çabasıymış.
sonrasında basın tribünündeki yerimizi aldık ve maçtan önce kulübün tüm medya çalışanlarıyla tanışma fırsatım oldu. medya biriminin başkanı simon walter’a da buradan ayrıca bir parantez açmam gerekir ki, kendisi en az fabio halbeisen kadar sıcak karşıladı beni. hani bizdeki direktörlerle kendisini karşılaştırınca, epey şoka uğradım. yaklaşımlar epey farklı. geçen yaz (tbf'de staj yaptım ve orada burnumdan getiriyorlardı)
bu süreçte bana en çok sorulan soru; “neden fc basel?” oldu. çünkü birçoğu bunun gerekçesini bilmiyordu ve “basel aslında benim ikinci memleketim” deyince bayağı mutlu oldular. ayrca tüm iletişimim ingilizce oldu. çünkü almancam çok muhteşem değil maalesef. ama bana her seferinde, “merak etme bu hiç önemli değil. biz seni anlıyoruz” denildi.
ayrıca ben de bu esnada akıllı telefonumu twitter’daki canlı anlatım için hazır ediyordum ki, bu durum bile onları bayağı şaşırttı. hatta kulüp internet sitesi editörü bu durumu fark edince, “neden bu kadar çok çalışıyorsun?” diye soramadan edemedi. ben de, “çalışmak zorundayım, aynı sizler gibi” diye yanıt verince gülümsedi.
maç esnasında kulübün sosyal medya sorumlusu fabio, kendilerine servis edilen her fotoğrafı benimle paylaşmaktan hiç çekinmedi. (o kadar yoğunluğuna rağmen)
yani dün maç esnasında hem bir çalışan hem de bir taraftar gibiydim. ki genel olarak tüm çalışanlar bu kafa yapısına sahip bence.
90 dakikanın sonunda ise, “seninle buluşmaktan çok keyif aldık; büyük maçlar dışında ne zaman istersen sana burada kapımız açık” denildi ki, bu cümle dünkü bütün yorgunluğumu aldı götürdü.
ayrıca maçın sonunda basın toplantısına da davet edildim ama maça giriş kartımı, fabio’nun “tamam artık gerek yok, atabilirsin” tavsiyesiyle çöpe atınca o ihtimal de yalan oldu. belki basın toplantısını izleyemedim ama saha içinde bir selfie yapma şansımız oldu ki bu bile gayet yeterliydi.
maçtan iki gün sonra attığım teşekkür mailine ise şu cevabı almıştım:
bugün. ama şu an bu an olarak değil. dışarı çıkıp eve gelene kadar yaşadığım her an mutlu hissettirdi. basit gibi görünen bir durum ama beni bir kuş gibi hafifleten bir durum oldu bu. yağmuru da unutmayalım tabi o ayrı bir mutluluk kaynağımdı.
bu sabah uyanmıs kendi kendime dusunuyordum.
en son ben ne zaman mutlu hissettim diye.
yaklasık 3 ay onceydi. tek basıma cıktım heybeliada ya gittim. orada sahilde bi kahve ictim once sabah erken saatlerde. elif safak ın med-cezir kitabından birkac oyku okudum denize nazır. sonra oglen sahilde balık-ekmek yedim, restıran sahibiyle hos bes ettim ada hakkında. ardından atladım mini-otobuse, tepedeki manastıra cıktım. orda papaz efendiyle sohbet ettim. dua ettim. papaz efendi bana bir turk kahvesi ısmarladı. o kadar huzur ve şifa buldum ki orada. sonra sahile geri indim. bir sahaf vardı, kitaplara bakındım, eski cd ler vardı, patricia kaas cd si bile buldum. biraz sokaklarda yurudum. ruya kapanları yapan bir abi vardı, bana ruya kapanının nasıl yapıldıgını ve felsefesini anlattı, ada hakkında hos bes ettik seker seker. sahile indim tekrar. bir kulah bal bademli dondurma yedim.
sonra tıngırı vapura binip eve dondum.
bu sabah bunu dusundum.
en son mutlu hissettigim zaman 3 ay once heybeliada da daydı.
Şu andır. Karnım tok. Evim var. Flörtüm var. işim var. Kendime yetecek kadar Param var. An itibarı ile Sigara içiyorum. Mutsuz olmak için bir sebep göremiyorum.