bir sabah böyle bir haberle uyanıyorsanız, daha iki gün önce çıkacağı seyahat için "beni de götürün hocam, izmir'i severim" muhabbeti kuruyorsanız, eliniz ayağınız dolanır, kanınız donar.
her saniye yüzü aklınıza gelir, size söylediği şeyleri düşünürsünüz. arada atışmışsınızdır belki haklı dahi olsanız kendinizi suçlu görürsünüz "keşke yapmasaydım" dersiniz.
şimdi çıkıp gelse "hiç hoş bir şaka değildi ama sizi çok özledik" dersiniz boynuna atlar sarılırsınız
onu o halde düşünmek istemezsiniz, hala birileri arayıp "durumu iyi, merak etmeyin." diyecek sanırsınız, cansız bedenini görseniz belki inanırsınız.
ölümün hiç yakışmayacağı tertemiz, gülen, mutlu biri vardır akılda. ardında bıraktığı eşi ve 1 yaşında çocuğu, hak etmediğini düşünürsünüz "o bunu hak etmedi!" diye arkadaşınıza, annenize sarılır ağlarsınız.
sonra biri gelir "yapacağımız bir şey kalmadı, dua edin sadece, başımız sağ olsun" der.
anlarsınız bir şey yapılamayacağını, artık olmadığını...
devamlı kabuslar görürsün, haberleri izlemek istemezsin, tepkisiz, mal gibi kalırsın. kafayı yiyecek gibi olursun. "neden bir şeyler yapamıyorum!" diye yakınırsın. hepsi nafile.
Ortaokul birdeyken en sevilen genç ingilizce öğretmenin karnında çocuğuyla ölmesi, haberi duyunca bütün okulun ağlaması ve bi denyonun çıkıp banane öldüyse ben eve gitcem demesi ve akabinde gelen linç girişimi.
onun dersine onsuz ilk defa girersiniz, en yakın arkadaşı gelip ağlayarak bir saat boyunca onu anlatır. ders başlamadan "girse şu kapıdan keşke" dersiniz.
öyle bir acı, özlem ki nasıl baş edeceğinizi bilemezsiniz. sadece hoca değildir çünkü, daha da ötedir.
gerçekten isyan etmek istersiniz, ama yapacak bir şeyinizin olmadığı ve bir daha dönmeyecek gerçeğini hiç bir şey değiştiremez.
ne yapabilirsiniz ki böyle bir durumda? hiçbir şey... insanların en çok çaresiz olduğu noktadır çünkü ölüm.