seni sadece kuru bir sevgiyle değil
derin bir hüzünle binlerce yıllık bir gururla
ve pervasız bir öfke ile sevdiğimi duyuyor musun
mütevazı bir sevgiyle değil
küstah bir aşkla sevdim seni
ben osmanli gibi
kollarımın yetişmediği bir aşkı kucaklamaya çalışırken
sen köprülerin ülkesindeki venedik'teki son sancağı
kışın üşümemek için şal yaptın kendine
neden bilmiyorum özlemin artıyor içimde
gün geçtikçe eksilir demiştim oysa
atalarımın öğrettiklerine ters düşse de
sana inanırım bilirsin
zamanla unutursun demiştim
niye daha derinleşiyor öyleyse
derinleşiyor özlemin.
ben seni beyrut gibi sevdim ama
sana ne mağribi nede manhatten'i anlatamadım
bağdat ve şam'ı işgale yeltenmişken
venedik! ten gelen ihanet tarumar etti ordularımı
sarı bir keder, kızıl bir kibir, siyah bir isyanla konuşacağım sana
senin kim olduğunu hiç bilmeden
ağlayan zambakların dudak kıvrımlarına yoldaş olacağım
senin kim olduğunu en çok bilerek
kavmimin bana vaadettiği tüm aşkları terkedeceğim
müebbet bir aşk, sarı bir hüzün
kızıl bir gurur ve siyah bir öfkeyle konuşacağım
bu dünyayı terketme müjdesi gelene kadar.
alaattin'in sihirli lambasından çıkan cin bana gelseydi
ve ne dilersem dilememi isteseydi
hiçbir şeyi elde etmeyi dilemezdim
bir şeyden vazgeçmek isterdim sadece
hayatta bir şeyden vazgeçmek lütfedilseydi
bedeli her şeyim olsa bile
sana seslenmekten vazgeçmek isterdim.
cahit sıtkı tarancı'nın otuz beş yaş şiirindeki son dört satırdır. gerçi şiir olduğu gibi bir sanat eseri ama bu dörtlük ne de güzel anlatır hayatın bomboş olduğunu.
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
bu gece dağ başları kadar yalnızım.
çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
dudaklarımda eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
gözlerim gözlerini arıyor durmadan
nerdesin?