''işler iyi de gitse kötü de gitse her zaman yanımda olan biri var. beraber büyüdük onunla. aynı okullara gittik. aynı teneffüsleri bekledik. el ele tutuştuk karşıdan karşıya geçerken. hâlâ birbirimizi kollarız yaya geçitlerinde. sabah kalkarım başımda bekler. yüzünde sanki başka bir dünyadan gelmiş gibi duran acayip tebessümüyle. bence hiç çıkma o yataktan der, dışarıda berbat bir hava var. pazardan dönen sinirli teyzeler var. havada uçuşan serseri kurşunlar var. ayrıca bütün şoförler yerli yersiz kornaya basıyor.
arkadaşlarla otururken gelir bazen. bir parça uzakta durur. benden başka seveni yok çünkü. biz güldükçe kollarını kavuşturup küskün bakar. büyük bir bilmişlikle de vardır o bakışlarında. yine bana kalacaksın nasılsa der gibi başını sallar.
kuyrukta beklerken muhabbet ederiz genellikle. kuyrukta beklemekten zevk alan tek insan diyebilirim. en son üsküdar’da iki kilometrelik bir iftar çadırı kuyruğunda gördüm onu. oruç tutmamasına rağmen.
kaleciye geri pasın serbest olduğu zamanlardan beri maça gidiyoruz beraber. gelme, uğursuzsun diyorum, gene de geliyor. kaç sefer yakaladım gol yediğimizde çaktırmadan sevindiğini. takım tutmuyorum diyor ama biliyorum kimle oynasak onları tutuyor. felaketlerden zevk alan bir mizacın mı var diye sormuştum bir seferinde. gerçeklere tahammül edebilecek gücüm var demişti.
onunla ortak bir şeyler yapmanın da imkânı yok. ben film seyretmek istiyorum o eski fotoğraflara bakmak istiyor. sürekli eski günlükleri karıştırıyor. tam bir şimdiki zaman düşmanı. on beş dakika öncesini bile özlüyor.
omzumun üstünden bakıyor yazarken. dudak büküyor. berbat bir yazarsın diyor. neden diyorum. maziye saygın yok diyor. istikbalden haberin yok. ayrıca üslubun berbat. on beş yaşında bir kızın anlayabileceği kadar bayağısın. hiç proust okumadın mı allah aşkına? ya ciddi bir şeyler yaz artık ya da bırak bu işleri bir kuruyemişçi açalım.
ne zaman berbat bir birahanenin önünden geçsek koluma giriyor, gel şurada oturalım diye ısrar ediyor. istemiyorum, işim gücüm var diyorum ama dinlemiyor, kolumdan çekiyor. paldır küldür giriyoruz içeri, iki bira söylüyorum mecburen. ben içmeyeyim sağ ol diyor. içmeyeceksen niye getirdin beni buraya diyorum. lütfen garsonun önünde tartışmayalım diyor. kafayı bulunca cep telefonumu elimden alıyor, kimseyi arama böyle güzel diyor. nefret ediyorum yalnız ve sarhoş olmaktan. hiç kimse yalnızken tam anlamıyla sarhoş olamaz, şahit gerekir sarhoşluk için. o zaman gel onu arayalım diyor. benim hiç gururum yok mu, nasıl istersin böyle bir şeyi benden diyorum. seni sevmeyen birini sarhoşken arayamazsın. seni sevmeyen birini gece yarısından sonra arayamazsın. seni sevmeyen birini öğleden sonra bile arayamazsın. belki akşamüstü mesaj çekersin. olsun yine de arayalım diye tutturuyor. olmaz diyorum. herkesin içinde çocuk gibi ağlamaya başlıyor. ağzını kapatıyorum. elimi ısırıyor. şişeyle vuruyorum kafasına o zaman. küsüp gidiyor. birkaç gün gözükmüyor ortalıkta. sonra ansızın çıkıp geliyor yine, hiçbir şey olmamış gibi sarılıyoruz.
neredeydin diyorum nasılsın iyi misin? seni özledim diyor. kalbini kırdıysam özür dilerim kardeşim diyorum. önemli değil diyor, zaten kalbini ikea’dan almış, söküp takabiliyormuş. ayrıca yalanlara inanmaya ihtiyacı varmış. bütün çaresiz insanlar gibi. bütün hasta yakınları gibi. dağılan bir okul gibi.
hüzünlü piç diyorum ona ismini bilmediğimden. o da bana acemi piç diyor. yok dünyadan haberin. bir fabrika paydos ederken ortalığa çöken hüznü bilmiyorsun. bilmiyorsun suya bırakılmış kâğıttan kayıkların gerçek anlamını. rüzgârda uçuşan torbaları. moloz dökülmüş arsaları. bu hızla ölmeye devam edersek bütün dünya mezarlık olacak. ama sen hâlâ ölümü kişisel bir şey olarak algılıyorsun. herkes uzmanı olduğu konunun zalimi olmuş. ben de mi diye soruyorum. sen de diyor. ama üzülme. hiçbir şey bırakmayacağız arkamızda. çekip giderken sırtımıza saplanacak bir çift göz olmayacak. enkazımızı toplayıp öyle gideceğiz. asgari centilmenlik toz olmayı bilmeyi gerektirir.
acılarımız da birbirine benziyor artık. birbirine benzeyen parmaklar gibi ama. her birinin eşsiz bir izi var. bazen gözlerim doluyor karanlıkta. ama fısır fısır konuşmaya başlıyor yine kulağımın dibinde, hiç susmuyor, ağlamama asla müsaade etmiyor. her şey affedildi diyor, hiç ayrılmayacağız diyor. keşke kadın olsaydın diyorum öyle konuştuğunu duyunca. bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz diyor o da bana. söylediği her şeye inanıyorum o zaman. gözlerimi kapatıyorum her yer bembeyaz oluyor. yine el ele tutuşuyoruz iki çocuk gibi. sessizce söz veriyoruz birbirimize. sessizce verilen sözlere kim inanmaz.''
Babamın öldüğü gün birine âşık olmuştum. Bazen böyle olur, her şey üst üste gelir. Metrodaydım, boş yerler vardı ama en köşede ayakta duruyordum. Onu düşünüyordum, romantik şeyler değil, bir buluşma ayarlayabilmek gibi pratik şeyler ve kaç istasyon sonra inmem gerektiğini de düşünüyordum diğer yandan. Yirmi bir yaşındaydım o zaman, ama çarklar hep döner, her yaşta döner. Büyük bir kentteysen bir sürü gereksiz şey bilmen lazım yoksa kendini salak gibi hissedersin. Sonuçta inmem gereken istasyonda indim. Eve gittim. Herkesin yüzünde aynı ifade. Ölüm haberi vermek zorunda kalanların yaşamaktan duydukları tatlı utanç. Bunlar çehrelere asılı açık kanıtlardır. ilk insanlardan bu yana incele incele bu hale gelmişlerdir. Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği. Neden diye sordum, ölüm sebebi yani. Söylediler. Gerçek yaşama sevincini görmek istiyorsanız mezarlıklara gidin, orada gezen insanların yüzlerine bakın.
ihtiyar gassali hatırlıyorum babamı yıkadığı mermerin önünde. Beyaz sakallıydı. Ama rüyalara giren aksakallı dedeler gibi değil, Hemingway gibi. işini seviyordu ve çok konuşuyordu. Bu tarz işleri yapan adamların fazla konuşmaması gerekir. Ama o bunu takmıyordu. Bir sürü şey sordu. Cevap vermedim. Cevap alamadığı her sorudan sonra ayrı ayrı şaşırıyordu. Büyük bir samimiyetle şaşırıyordu. Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist.
Cenaze günü çok soğuktu. Sonra hep uyumak istedim. Doğal sakinleştirici. Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusundan bahsetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musunuz?
Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Karanlıkta uzanıp bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Âşık olduğum için değil. 21 yaşında olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.
Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil bir şey değil. iki taraf için de. insanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarları düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.
Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.
Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.
Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?Anlıyordum. iki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.
kendisine ait filintanın not defterinden bir madde:
afili filintalar madde 36: insanız affet
şöyle diyor emrah serbes:
""
kazancakisin zorbasının en sevdiğim cümlesi, insanız affet. madam ortans ölüm döşeğindeyken giritin ileri gelenlerinden biri geliyor, bugüne kadar senin hakkında ileri geri konuştuysam kusura bakma, insanız affet, diyor. ölüm döşeğindeki ihtiyar bir fahişeye söylüyor bunu. onun affetmesi mühim çünkü. tanrı zaten affeder, konsepti bu, bağışlayıcı olmak. ama en güçsüz olanın konsepti bu değil, onun elinde tek silah var, affetmemek.
--spoiler--
Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi
yaptığını hissediyorum şimdi.Toplum değil toplu mezar..
--spoiler--
Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. insanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş'ta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı.
1982 doğumludur.
zaman zaman birgün gazetesi için söyleşiler yaptı, radikal 2 için tiyatro eleştirileri yazdı. hayvan dergisinin ankara temsilciliğini yaptı. bu dergide ahmet inam ve cengiz güleç ile düzenli olarak gerçekleştirdiği sohbetleri "şen profesörler: metaforla saadet olmaz" (say yayınları, 2006) adıyla kitaplaştırdı.
"her temas iz bırakır" adlı ilk polisiye romanı iletişim yayınlarından çıktı. "son hafriyat" isimli ikinci romanı şubat 2008 yılında iletişim yayınlarından çıktı.
romanlarındaki kahramanı cinayet masasından başkomiser behçet ç.
bu yazarın en önemli özelliği , olayların ankara'da geçmesi ki ilk romanında kapakta "her temas iz bırakır(bu bir ankara polisiyesidir)" yazmaktadır.
bizim mekanlarımızı (ssk , kızılay , tunalı ,vs.vs.) bizim dilimzle muhalif bir şekilde anlatmaktadır..
ve geleceği parlak , adından söz ettirecek bir polisiye yazarımızdır...
'her temas iz bırakır' adlı polisiyenin yazarıdır. bir çırpıda okunan bir üsluba sahiptir. daha çok avrupa polisiye tarzında rastlanılan 'insan ilişkilerine yer verme ve bunları derinlemesine tahlil etme' noktalarını ilk kitabında yakalayabilmiştir. romanında failin bulunması sürecinde okuyucuyu tam yakalayamamış hatta daha sert bir ifadeyle dışarıda bırakmış olmasına rağmen harika bir eser ortaya çıkarmayı başarmıştır. yazarın kitabı, sadece polisiye-macera ögeler barındırmaz aynı zamanda sağlam bir dramatikliğe de sahiptir;ankarada geçmesiyle de kanımca farklı ve samimi bir havaya bürünmüştür. bildiğim kadarıyla öğrenimini dtcf tiyatro bölümünde sürdürmekterdir.
nahit: ya anlamıyorum arkadaş ya, bi insan evladı bunu niye eksiler? hakikaten nedir mesele aga? allahını seversen bir mesaj falan at da söyle ya! ulan yazmışız işte kendi çapımızda bir şeyler. atilla dorsay performansı falan mı bekliyorsun benden? oğlum, bu taraftayım bana bak; deli mi öptü seni aq!
müfit: bi eksi daha aldı bu entry. senin o ortalama zekanın amına koyim ben. son yılların en fantastik gerizekalısı seçtim seni.
erhan: oha lan 3 sene sonra editliyorum. olum bu adamın başlığını açmışım, yarın bi gün çok sikici bi yazar olursa bana da şuku ver. emrahın kitaplarını al ama bana da şukunu ver; bas o artıya. bas lan gebeş!