kadıköy'den Eminönü'ne gecmek icin vapura bindim. bi süre sonra çantamdan daha yeni başladığım kitabı çıkardım. bir iki sayfa okudum okumadim, karşıdan senin geldiğini gördüm. yanıma oturdun. korka korka senden tarafa baktım. sen dosdogru denize bakıyordun. Saçlarından kokular geliyordu. boynun görünüyordu. hic benden tarafa bakmadın
o kadar uğraştım anca bir iki kelime çıktı ağzından " belime kadar denize girsem" dedin. Anlamadım dedim. Belki yüzünü dönersin diye.
o anda dizlerime dokunan görevli " beyfendi eminönü'ne geldik" diyordu.
istanbullular için ise bu hat çok özeldir.o vapurda 50 kuruşa alıp da dışarıda dünyanın en güzel şehrini izlerken ince belli bardakta içtiğiniz çay,size hiçbir kahve veya çay çeşidinin veremediği bir zevk verir.lüks bir cafede deri koltuklarda kasıntı bir şekilde oturup cafe lattenizi yudumlamak mı,yoksa kar yağarken vapurda, ince belinin elinizi, buharının da burnunuzu ısıttığı bir bardak çay mı...
Değer verdiğiniz kişiyle,ellerinizde birer simit, martılar size kahkahalar atıp dalgaların esintisi kirpiklerinizi titretirken tadı çıkar o vapurun..ah ciğerlerime dolan tuzlu deniz kokusu...