nöronların fetüs aşamasındaki insan kafasında yirmi senelik süre zarfında nasıl dağılmaları gerektiğini söyleyen tek bir gen bile yok!
yani beynimizin şekli ve nöronların dağılım biçimi de bir tezahür örneği.
aynı şekilde derinin içinde biz büyüdükçe ağaç kökü misali dallanıp budaklanan kılcal kan damarları da öyle, büyük atardamar ve toplardamarlara dair genel bir şablon olsa bile, bunu yine diğer organların kendiliğinden büyüme süreci belirliyor.
kromozomlarda çok kısıtlı bir yaratılış bilgisi mevcut!
geriye kalan her şeyi evrene gömülen matematik algoritmaları çözüyor!
bilim insanları mantarların gelişimini inceleyerek kozmik ağı modellemeye çalışıyor, tıpkı nöronlara bakıp beynin işleyişini açıklamaya çalıştıkları gibi.
bu evrenin rastlantısal doğasının trilyonlarca güneşi yakıt olarak kullanabilen süper bir bilgisayardan daha fazla işlem ve bilgi potansiyeline sahip olduğu anlamına gelmekte.
bütün evrenin bilgi işlem makinesi olduğunu ve birbiriyle etkileşen çok sayıda parçacıktan teşekkül eden bütünlerin beyinimsi mekanizmaları doğurduğunu söyleyen kavram.
bir şekilde sanayi devrimiyle kentlileşmeye ve bilgisayarların hakimiyeti altına girmeye başlayan hemen hemen her toplum, birkaç kilo kırmızı et yığını olduğunu fark ediyor ve atalarının pek de doğru bir istikamet üzerinde olmadığını sorgulamaya başlıyor.
insan beyninin makine ve silikon beyinle etkileştiği her safhada, artan ölçüde daha uysal varlıklara dönüştüğüne tanık oluyoruz.
belki de farkında olmadan, evcilleştiriliyoruzdur.
asla hakimiyeti altında yaşamak istemeyeceğimiz bir ırkın gönüllü esirleriyiz belki de...
Kendi yaptığımız sensor networklerde de, iletişim ağlarında da aynı durum geçerlidir. Eğer akıllı tasarım veya indirgenemez kompleks geçerli olsaydı, elektronik olmazdı mekanikte takılı kalırdık. Bu sebeble de ne internet, ne gelişmiş bilgisayarlar ve iletişim ağları varolabilirdi. Çünkü bu yapılarda akıllı tasarımcıların söylediği hiç birşey, doğada da olmadığı gibi geçersizdir. Bir kentte elektrik kesildi diye oradaki serverlar nedeniyle internet çökmez. sistem en baştan tasarlanarak yapılmamıştır çünkü. Öyleki bu tür yapılarda bir iletişim bozulursa onu oluşturan birimler yeni bir alternatife yönelir anında, ihtimaller sayısızdır, tüm enerji kesilmedikçe de yok olmaz. Zaten tüm enerji kesilirse network çöktüğü gibi organizmalar da ölmektedirler.
Bu anında alternatif bulma nedeni çok basit bir elektrik devresi ile açıklanır, akıl ile değil. 0 lar ve 1 ler. 0 ise açık 1 ise kapalı. Bu kadar. Dolayısıyla elektrik bir yerde kesilse kendine hemen alternatif yol bulur. Yol bulduysa sistem çalışmayı sürdürür.
Gördüğünüz gibi aslında kendi aklımızın çalışma sistemine göre kendi teknolojimizi yaratmaktayız ve ikisi de her yeni çağda ve bilgide, icatta değişmekte. Yani yeni bir bağlantı. Bunu da bilim sayesinde yine doğadan öğreniyoruz. Eğer yarasalardan akıla kadar evrimleşseydik, her yerde öncelikli olarak görsel araçlar değil, radarlar ve ses vericileri olacaktı. Tabi bu sadece örnekti, yarasaların eli de yok alet yapmaları zor bundan önce.
Görüldüğü gibi evrim teorisi burada da gerçekliğini kanıtlamaktadır. Bilinç bir sonuçtur. insan zekası denilen bilinç ve onun doğayı ilişkilendirip tasarlayan imgelem ve hayalgücü esini bellekten, o gelişmiş ön lobu oluşturan bellek daha çok sayıda nöronun işbirliğinden ve etki tepkisinin total sonucundan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden yıllarca akıl ve bilinç bulunamamıştır beyinde. Ruh olduğu için değil. Yani zeka aslında olanaksız değildir, sadece karmaşıklıkta bir eşiğin aşılmasının dolaysız sonucudur.
Evet bu olgudan hareketle günümüz için şunu da söylemeliyiz ve bu benim uzun zamandır farkettiğim bir durumu da açıklamaktadır.
Emergence olgusu vasıtasıyla aklın nedeni anlaşılmış durumdadır. Yapay zeka mümkündür ve uygulanabilmektedir bu yüzden. Doğa da milyarlarca yılda oluştuğu kadar başarılı ve feedback özelliği, kendini yenileme ve duruma göre anında alternatif geliştirebilecek derecede gelişmiş olmadığından komutlara dayalı robotlar olarak şimdilik. Ancak buna rağmen zeka bir sonuçtur dolayısıyla doğanın nedeni sayılamaz, bu şekil bir tanımlama mevcut doğa yasalarının tümüne aykırı olacaktır.
O nedenle insanın tasarımcı sandığı şey aslında kendi bilincidir sadece. Evrenin bilinci yoktur, fakat karmaşıklığı bizim çok daha ötemizdedir. Öyleyse çok daha mı zekidir? Hayır, çünkü bilincin eşiği olduğu gibi bir de sınırı vardır.
5 milyarlık karınca kolonisi olamaz dağılır. kaos eşiğinin başlangıcı yani dizgeli hali olduğu gibi sonu yani kaosa dönüştüğü ve artık her türlü öngörüyü ve düzeni yok etmeye başladığı bir kuantum eşiği de mevcuttur. karmaşıklık eşiği aşılınca düzen tamamen yok olur, öngörülemez, tetikleyicinin etkisi sistemi bir arada tutmaya yetmez. Yani sonsuz zeka, 0 zeka hiç zeka demektir, öngörülemez, öngörü yapamaz. Feromonlar ve karıncaların etkileşimleri 1 milyon karıncayı bir arada tutamaz. Akıl milyarlarca insanı bugün bir arada tutamamaktadır halen, yetersizdir bunun için. Süper zekaya sahip normal bir insanın bin katı nörona sahip beyin çok zeki olamaz. tam tersine kaosa düşer ve hiç düşünemez.
Ancak insan nüfusu 5 milyarı geçmiştir ve bu konuda küçük canlılarında hepsinden ötedir. Nüfus olarak değil. Bugün 5 milyarı aşkın insan toplumu sınırlara sahip olsa da tamamen birbiriyle ilişki içindedir ve kopukluk giderek azalmaktadır. Nöronların fazlalığından oluşmuş insan aklı, kendi populasyon dengesini de çevresel etkiden bağımsız olarak kontrolü altında tutabilmektedir.
insan denen memeli hayvandaki nöron sayısı kritik eşiğini aşmıştır. Aslında bu kritik eşik her aşamada aşılmıştır evrim sırasında. Halende aşıldığını söyleyebiliriz her yeni nesilde. Çünkü her açıdan en avantajlı olanların yaşama şansı diğerlerinden daha fazladır. insanda bulunan tek bir nöronun 1000 ile 10000 arasında bağlantı noktası bulunur ve basit bir şekilde elektriksel ve kimyasal olaylara tepkide bulunurlar. Dahası en fazla bağlantı yapabilen çok dallı nöron çeşidi, insanda diğer türlere oranla daha fazladır. Yani bilincin ve aklın nedeni olan nöronlar, aslında tek bir karıncadan da çok daha aptal olup, hiç bir bilinç benzeri nitelik taşımazlar. Sadece elektriksel ve kimyasal reaksiyonlar gösterirler. Bir aradayken yani toplamda aklın nedenidirler.
insandaki nöron sayısının 100 milyar olduğu söylenmektedir. Şempanzelerle serebral korteximiz bile ortaktır. insan beyninde olup diğer hayvanlarda olmayan ise sadece gelişmiş ön lob dur. Kalınlığı 1 mm dir. (evet farkımız sadece bu) Ancak hacimsel bakarsak diğer işlevleri oluşturan bölümlerin bazılarınında daha fazla yer kapladığını söyleyebiliriz. Ancak bu bölümlerinn işlevleri de belirlidir. Ön lobu hasar gören insanın vücut işlevlerinde bir bozulma olmamakta, fakat bildiğimiz şekil aklı gitmektedir.
insanda bazı kaynaklar 100 milyar bazıları 25 bazıları da 10 15 milyar nöron olduğunu söylüyor. Tabi canlı birinin nöronlarını sayamadığımızdan ve ölünce de öldüklerinden, bunlar tahmin olsa da 10 milyardan fazla oldukları açık. Her biri çevresindeki bir diğer 1000 tanesiyle onlar da diğerleriyle şeklinde düşünürsek ne derece karmaşık kombinasyonlara dayalı bir ilişkinin ortaya çıktığını anlarız. Üstelik bu sistem geri beslemelidir. (feedback) Yani burada tek yönlü bir ilişkiden de bahsedemeyiz herhangi organdaki her durum nöronlarda, nöronlardaki her tepki de sistemde karşılıklı etkiler yaratmaktadır.
Yukarıda her nesilde değişir demiştik. Aslında her an değişir. Nöroloji beynimizin tamamını kullanmadığımızı söyler. Ancak bu yanlış algılanır. Yani ortada bir gizem ya da ruh yok. Akıl ne ise (nöronlardan oluşmuş beyin) benliğimiz dediğimiz de biziz yani yaşayanız, başka şey aramak bilmemekten kaynaklıdır. Nöronlar bizim yaşam koşullarımıza ve çevreyle olan ilişkilerimize göre biçimlenmekteler. Bazısı kullanılmaz sabit kalır, çürür. Kimisi çok kullanılır miyelinle kaplanır,ve iletimi hızlanır. Bir mühendisin beyni farklı, bir sporcunun farklıdır. Her birinin yaşam biçimine göre yeni bağlantılar ve ilişkiler oluşmaktadır. Dolayısıyla da yaptığımız her eylemde beynimizde değişime de neden olmaktayız; bilgisayarlar gibi statik değildir aklımız, canlı hücrelerden oluşur sürekli etkileşiriz. Her an farklı bağlar oluşmakta ve buna tecrübelerimiz ,zihnimiz demekteyiz. O nedenle kafa travmalarında en sık rastlanan şey hafıza yitimi, travma fazlaysa kalıcı zeka geriliği olmaktadır.
Karıncalar, bizim nöronlarımızdan biraz zeki, fakat algı açısından son derece basit ve aptal varlıklardır. Yani çok az nörona sahiptirler. Tek bildikleri belli kokulara tepki vermektir. Türlü organları ile bu kokulara ve kimyasallara (feromonlar) tepki vererek yaşarlar.
iki karıncayı alıp bir yere koyarsanız ne yaptıkları belli değildir. Öyle salak salak dolaşır, türlü şeyler kemirir, yerler boşaltırlar falan.
Sonra her dakika bu karıncalara kendileri kadar daha katmaya karar verelim.
2. dakikada 4 tane oldular hala salaklar. 3. dakikada 8, 4. dakikada 16.... 10. dakikada 1024,... 13. dakikada ortamda 8192 karıncamız oldu. Bu heralde yeter. Olsun bir o kadar daha bulup katalım 14. dakikada 16384 karınca bıraktık uygun ortama (Bazı yiyebilecekleri şeyler olmalı tabi) ve gittik.
Bir süre sonra geri dönüp bakıyoruz bir de ne görelim! Aman tanrım? Hayır hiç ilgisi yok tanrıyla. Ama bunlar meğer ne zekiymiş de haberimiz yokmuş, tasarımcı beyinlerine neler koymuş böyle? Hayır onla da ilgisi yok birazdan olmadığını kanıtlayacağız.
Bir kocaman yuva var. Yuvanın içine kamera sokuyoruz. Her şey mükemmel tasarlanmış. Bir çok işçi durmadan bir yerlere gidiyor, birçoğu içerde başka işlemler yapıyor,kimi yavruluyor, kimi döllüyor. Muazzam bir kent kurmuş bu salak dediğimiz canlılar. Üstelik bizim kentlerdeki birçok sorun bunlarda yok çünkü hepsinin karnı doymakta. Ölülerini koydukları yer yiyeceklerden en uzakta falan. Hatta bir yeri bozuyoruz birkaçı ölüyor sonra gelip düzeltiyorlar. Ortamı yaşanmaz hale getirirsek gidip başka yerde yeni mükemmel koloni yuvası yapıyorlar.
Ee? Hani biz zekiydik nöronumuz fazlaydı, bunlar aptaldı?
Alıyoruz bir işçiyi bakıyoruz nolmuş bunlara bir şifre mi harekete geçmiş, yoksa plan mı yapıyorlar artık? Hayır hiç ilgisi yok, hala bildiğin kokulara ve kimyasallara tepki gösteren aptal karınca. Hiç bir değişiklik yok. (insan kentlerini anımsayın)
Acaba olay şu kraliçede mi? Bulup bütün kraliçeleri öldürüyoruz. öldürmeden önce incelediğimizde, onunda diğerleri gibi aptal olduğunu farkediyoruz.
Fakat bir süre sonra yeni kraliçeler doğuyor o odada.
Sinir yaptık diyelim ve başlıyoruz o bölgede katliama. "Kim planladı lan bu mükemmel sistemi" diye bağırarak.
Öldürdük öldürdük, inceledik bulamadık. Bu arada karınca sayısı 10 binlere düşmüş katliamdan ötürü. Neyse diyoruz yarın devam edelim.
Ertesi gün geldiğimizde hala sistem aynen sürüyor. Hatta daha az çalışmaya başlamış, daha büyümüşler çünkü stok fazlaları oluşmuş sayı azalınca. Ulen diyoruz ürünlerini de yok ediyoruz. Bu arada o sinirle elimiz değmişken 2000 tanesini daha telef ediyoruz. Hala tasarımcı kim bulamadık. (Dincilerin katliam nedenini anlamışınızdır artık, çünkü bulamıyorlar tasarımcıyı gerçekte onlarda)
Sonra böyle böyle biz öldürdükçe bunların sistemde bazı problemler çıkmaya başladığını da farkediyoruz. Bazı kavgalar, göçler başlıyor. ilk baştan beri bir yavaşlama vardı öldürdükçe ama dikkate almadık; çünkü hala zeki zeki takılıyorlardı inatla. Sayıyı biraz daha düşürdüğümüzde bir de ne görelim? Aniden bir dağılma başladı. Önceden son derece düzgün işleyen sistemde bozulma başladı. Bir süre sonra hepsinin bildiğimiz aptal karıncalar gibi salak salak dolaştığını farkettik. Belli sayının altındayken Koloni olamıyorlar, zeka yok oluverdi.
Bunun bir kritik noktası var öyleyse.
Evet ve her tür için farklı. Çok basit organizmalar çok sayıda olduklarında karmaşık bir sisteme dönüşüyorlar ve biz bunun düzenli tasarım olduğunu sanıyoruz. Oysa tam tersiymiş. Yani basit birimlerin kendisi o tasarımın sebebiymiş üstelikte bu karmakarışık basit ilişkiler toplamı,o basit ilişkilerce açıklanamadığı için akıllı tasarım diye uydurulmuş. Halbuki tam tersi.
Akıl dediğimiz, bu karmaşık ilişkilere neden olan birimlerin bir araya geldiklerinde ortaya çıkan emergence property lerinden doğmaktadır. Bu fazlalıklar dışardan gelmezler ancak birimlerin toplam biçimi olduklarından tek bir birim veya birkaçının ilişkisi ile açıklanamaz.
Neden mi? Birincisi Eğer ilki doğru olsaydı karıncaları öldürdüğümüzde yine işbirliğini sürdürmeleri sayılarından bağımsız olarak daima olmak zorundaydı.
ikinci ve daha da önemli sonuç ise, eğer evrim olmasaydı ve indirgenemez kompleks olmuş olsaydı, Karıncalardan 5 -10 tane öldürmemiz koloninin dağılmasına neden olurdu. Oysa basit ilişkilerinden doğan karmaşık sistemin sürdürülebilir eşiğinin altına düşmeden ne kadar karınca öldürürseniz öldürün koloni aynen varlığını sürdürmektedir. Behenin tüm varsayımlarının tersini görmek doğada daima mümkündür.
Peki bu sistemin tetikçisi nedir? Bunun bilinç olmadığını, bilincin basit ilişkilerin toplamdaki karmaşık sonucu olduğunu öğrendik.
Eskiden kraliçenin koloni yöneticisi olduğu,daha sonra bazılarının yönettiği bir kast yapılanması olduğu sanılırmış. Ancak bunun doğru olmadığı simülasyon ve bilgisayar teknolojisi gelişince kesinlikle anlaşıldı. Karınca ya da arı kolonilerinin bir tanrısı veya yöneticisi yok. Bu bilince neden olan şey (buraya dikkat) tek tek tüm karıncalardaki yine onları oluşturan organik birimlerin bir sonucu olan basit algı ve tepki mekanizması. Yani karınca kolonisinde bilinç görünümüne benzeyen şeyin tetikleyicisi salgıladıkları ve tepki verdikleri feromonlar.
Karınca bilinci sandığımız şey onların feromonlara tepki vererek giderek çoğalması ve ortak bir bütün oluşturması. Karınca kolonisinin aklı karıncaların işbirliğidir ve koloni aklıdır. Karınca aklı ise koloni aklının nedeni olsa da, koloniyi meydana getirecek akıl tek bir karıncada bulunmaz.
Bu olgu tüm organik sistemlerde geçerli olup, canlının evriminin nedenlerinden de bir tanesidir. Geçmişin kolonileri olan tek hücreliler, kolonilerini geliştirdikçe ve bu koloniler çoğaldıkça kendi neden oldukları sistemin ayrılmaz bir parçası olmuşlar, bunun sonucunda ökaryot hücre yapıları ve onlarında çeşitlenip koloni oluşturarak çeşitli çok hücreli canlı toplulukları ortaya çıkmıştır. Sistemin genel davranışını belirleyen, onu oluşturan yapı taşlarıdır. ancak o yapıtaşları sadece sistemi oluşturan unsur oldukları için hücrelerin ne yapacağını bilmesi gibi bir şey mevzubahis değildir. bu hiç gerekli değildir.
Bir canlı çok hücreli organizma, onu oluşturan sayısız unsurun toplamıdır. Ancak tek bir unsur tüm sistemi açıklamaz. insanlarda Bilinç gibi veya hayvanlardaki davranış ve irade gibi görünen şey budur. Karınca sadece belli olaylara tepki verir. Bunun tetikleyicisi yani feromonlara verdiği tepki karıncayı meydana getiren unsurların ortak sonucudur. Karıncalar ise evrim süreci içersinde bir arada yaşamış, en büyük kolonileri yani aslında en zeki kolonileri oluşturabilenlerin nesilleri sürmüştür. Tek tek aptal olmaları, karıncaların yokolmasına neden olmaz. çünkü bu basit ilişkiler zaten bilincinde nedenini oluştururlar. Bilinç sonuçtur, asla bir sebep olarak düşünülemez. Akıllı tasarım olanaksızdır çünkü tasarımcı akıl, karmaşık ilişkilerin sonucudur. Doğa aklın nedeni olduğu indirgenemez bir karmaşa değil, tam tersine akli tasarıma indirgenemeyecek bir kaos yapısındadır. Yani tam tersine doğa, akli tasarımlara indirgenemeyen bir kaostur. Böylece behe nin karmaşaya dayanarak aklı temellendirdiği önermesinin salt bir kavram karmaşasından ibaret olduğu anlaşılır.
1. Parçalar bütünü tanımlamak zorunda değildir, hiç bir bilimde böyle birşey ortaya atılamaz, çünkü ilişkilerin kendisi yeni bir sonuç yaratır. (H2 ve O2 gazı su değildir, su damlalarının veya moleküllerinin hareketinde dalgalar ve akıntılar aranamaz. )
2. Ancak bütünün davranışına neden olan durum için, parçalardan hariç bir başka dış nitelik olması da gerekli değildir. (Su akılla tasarlandığından değil, oksijen ve hidrojenin birleşmesinden ötürü sudur. Mutfak tuzu da sodyum ve klorun bir aradaki halidir. Denizin hareketleri aslında su kütlesinden ibaret olan moleküllerin hareketinin sonucudur fakat toplamının sonucu olduğundan tek tek moleküler hareketlerle birbirleriyle olan tüm ilişkileri toplamak ise imkansızdır çünkü aynı zamanda durmadan değişirler.)
3. indirgenemez Kompleks ve akıllı tasarım bu nedenlerle hatalı birer düşünce tarzıdır. Varolan bilimsel gerçeğin aksini iddia etmektedir.
Evet üçüncü sonuç için biraz erken ama buraya kadar yazıyı okuyanlar nereye varacağını anlamaya başlamıştır yavaş yavaş.
O yüzden eski yeteneksiz ve ünsüz bilim adamı, yeni ünlü rahip Michael Behe nin varsayımını hatırlatmakta fayda var.
1) akilli tasarim mistik bir sey degildir, fiziksel verilerden yola cikar (yanlış)
2) akli basinda herkes canlilarin sanki tasarlanmis gibi gozuktuklerinde hemfikirdir (öznel fikir, kamuoyu düşüncesine dayanan mesnetsiz bir önerme)
3) darwin in teorisinin calismasinin onunde yapisal engeller vardir (ingirgenemez karmasiklik meselesinden bahsediyor) (yanlış)
4) bu yapisal engellere ragmen (ya da onlar yuzunden) darwinist evrim hayalgucune dayali buyuk cikarimlar yapar. (kanıtsız öznel çıkarım, hayali kısım daha çok akıllı tasarımda bulunur.)
5) bu yuzden akilli tasarim icin olan kanit, darwinist evrime gore daha fazladir. (boş iddia, fiyasko)
Parantez içinde yazılan fikirler benimdir, kanıtları gösterilecektir o yüzden diyor ve emergence olgusuna doğru ilerliyoruz basit fiziksel süreçleri anlattıktan sonra.
Emergent property basitçe şöyle tanımlanır. Karmaşık bir sistemi bileşenlerine ayırdığınızda bileşenlerin o karmaşık sistemin özelliklerini taşımadığı görülür. Bu eksilmiş nitelikler sistemin emergent property leridir. Çoğul bir şey onu oluşturan tekil unsurları ile genellenemez. Mekanizm hatalıdır ve salt mekanik sistemlere özgüdür. Üstelik temelde mekanik olan bir trenin parçaları bile trenin hareketini tanımlamaz. ilişkiler gereklidir ve bu ilişkiler fiziksel evrende tanımlanıp belli bir amaç doğrultusunda bir araya getirilmeden önce anlamları yoktur. Trenin amacı parçalarından ötedir, ancak parçalardan bağımsız değildir. Ve yine ancak, bu parçaların ilişkileri de düşünülmek zorundadır, bu ilişkiler bütün herşeyi açıklamaya yeterlidir. Başka birşey gerekmez çünkü bunlar onların sonucudur sebebi değil.
Tasarım varsayımcıları ters düşünmek suretiyle bu kısımda yani statik mekanizmde takılıp kalmış, geri kafalı teknolojiden anlamayan insanlardır. Örneğin bu kişilere göre bir bilgisayar baştan sona akıl tarafından tasarlanmış olduğu için akıllıdır. Oysa böyle birşey yoktur. Bilgisayarlar basit bir yazılım olan yazı yazan bir programdan türetilmiş olup en ilkeli abaküs, bir sonrası mekanik hesap makinesi ve sonrasında üst üste eklenerek ve birleştirilerek oluşmuş bir elektronik teknolojidir. Bu yapıtaşlarının tamamı hiç kimse tarafından tek tek tasarlanmamış, kimse hiç yoktan ortaya sıfırdan bilgisayar icat ettim diye çıkmamıştır.
Aynı şekilde, basit bir program belli komutlardan oluşur. Kendi yaptığınız basit bir program her yeni işlemde değişir. Öyleki programı siz yazmış olsanız bile, bir süre sonra içini açtığınızda gördüğünüz şey sizin yazdığınız şey değildir, işin içinden çıkamazsınız. Ondaki değişim geçirmiş yeni program çekirdeğini hiç tasarlamadınız. Ancak en baştaki basit ilişki diğer sistemlerle etkileşince tamamen değişti. Değişmeseydi yani yapısı değişmez olsaydı zaten çalışmazdı en baştan. Tüm sistemler stabil değil dinamiktirler. Her şey akar
Daha biyolojik ve doğal bir örnek bulalım ki mekanik mantığın reelde gerçekliğinin olmadığı anlaşılabilsin. tasarımcılar diyor ki "sistemi oluşturan parçalardan biri bile eksilse o sistem oluşamaz, yürümez bunu evrim teorisiyle açıklayamazsınız." Bu mekanik mantığın insan tasarımından türediğini ve yine ters düşünüp bakteri kamçısını motora benzetmenin akıl dışı olduğu kısmını geçiyoruz ve bu sav a cevap veriyoruz.
Tam tersine. Birincisi böyle bir birebir mekanik vida eksildi sistem çöktü durumu organizmalarda ve doğada, doğa açık sistem olduğu için hiç yok. ikincisi evrim teorisinin gerçek olma nedeni, tam da bu sebepten. Diğerine mekanik tasarım diyoruz o yüzden. vidası düşen yapay zeka çalışmazken, hatta mekanik gelişmiş zeka imkansızken (pascal ın icat ettiği mekanik hesap makinesi 4 işlem yapıyordu ve bir oda boyutundaydı. Mekanik, elektroniğin çok gerisinde statik bir sistemdir) canlılar ve evrende ise sistem kendiliğinden rastlantılarla sürebiliyor ve ölümcül organlarda yani ilişkileri tamamen sona erdiren bir travma olmadıkça canlılar ölmüyor.
Şimdi sosyolojik olgudan ayrılıp, fiziksel evrene geçiş yaparak en eski dostlarımız Oksijen ve Hidrojen ile tanışalım.
Oksijen, yaklaşık -222 santigrat derecenin altında katı onun üstüne çıkınca eriyen, -182 derecede kaynayarak gaza dönüşen bir maddedir. Hidrojen ise -259 derecede eriyip, 7 derece daha ısıtılırsa -252 derecede kaynar ve gaz olur. Bu iki madde bir miktar enerji açığa çıkararak birleşir ve buna yanma deriz, yanan hidrojen yakan oksijendir.
Ama bu olayın sonunda aslında olan bu iki elementin birleşmesidir ve ona da su deriz. Su ise 0 derecede eriyip 100 derecede kaynayan, ne yakan ne de yanan bambaşka bir maddedir. Suyun fiziksel özellikleri oksijen ve hidrojenin emergent property sidir. Çünkü su bu iki elementten oluşur fakat suyun özellikleri kendisini oluşturan elementlerin özelliğine dışardan bakılınca hiç benzemez. Tıpkı devletlerin ve kentlerin onu oluşturan insanların emergent property si olması gibi. Onların ilişkisi sonucunda oluşmuş olsalarda birlikteyken farklıdırlar.
Gelelim başka iki dost elemente. Na (Sodyum), Cl (Klor).
Kaynama erimeyi boşverelim bu sefer. Sodyum şiddetle suya tepki veren, su çekerek Sodyum hidroksit e dönüşen yumuşak bir metal olduğu için çıplak elle tutulması tavsiye edilmez yanmaktan beter olabilirsiniz. Aynı şekilde klor da oldukça zehirli bir başka maddedir. Bu tepkimeye eğilimli alkali metal (Na) ve halojenametal (Klor) maddeler bir araya gelince genellikle tuz denilen yapılar oluşur. Bu birleşme direkt olmaz tabi. Na sudan oksijeni ve hidrojeni çekip baz oluşturur NaOH olur, Cl ise Hidrojen ile bağ yapabilirse HCl yani tuz ruhunda kullanılan hidroklorik asit(çok eskiden Arabın biri nitrik asit (HNO3) ile mutfak tuzunu karıştırınca bulmuştur bu asidi) tepkimeye sokulursa elektron fazlası giderilir ve nötrleşme tepkimesi oluşur. böylece NaCl denilen mutfak tuzu ortaya çıkar.
Görüldüğü gibi hiçbiri diğerine benzemez bunların. Her yeni ilişki başka birşey olmaktadır. Üstelik kendilerini oluşturan elementlerle bir alakaları kalmamıştır. Fakat tuz, ne sodyumdur ne klor. Oysa aslında, sodyum ve klordur. Demek ki bu normal birşeymiş bunu anladık.
Yani bütün parçaların toplamından farklı bir şeydir. Bütünün parçalarında görülmeyen bu yeni özellikler onun emergence property leridirler.
Ayrı ayrı birimler yeni sistemler yaratmaktadır. Ancak bu ortaklaşa birimler bir arada yine yeni sistemlere yani ortak dış görünüşe dönüşürler. Tuz kristalleri tuz moleküllerinden oluşur. Tuz molekülünün, donmuş su moleküllerinin belli sayı altında bir biçimi yoktur. Ama çok sayıda olursa buz kristalleri ortaya çıkar. Kristal özelliği tuzun emergent propertysidir ve tuz molekülünden kaynaklansa da onlardan farklı yeni bir özelliktir.
Su molekülleri esnektir ve sıralı durmazlar o yüzden sıvı denir. Ancak sıvı olduğunu su molekülüne bakarak anlamak oldukça zordur.
Denizlerde türlü akıntılar, girdaplar, dalgalar vardır. Bunun olabilmesi için çok fazla su molekülü gerekir. Göllerde de küçük dalgalar vardır ve küçük akıntılar ancak bunun rüzgardan ve suyun debisini yaratan yüzeydeki eğim farkından oluştuğunu görebiliriz. Göl büyüdükçe ve derinleştikçe denize benzemeye başlar. Denizdeki akıntılar ve dalgalar, rüzgar ve topografya dışında bu aşırı etkileşimin zincirleme şekilde artışının ve karmaşıklaşmasının sonucudur. Sıvı; su moleküllerinin hareketinden doğrudan çıkarılamaz. çünkü en küçük değişiklik en büyük etkilere ve değişimleri tetiklemektedir karmaşıklık arttıkça. (Kelebek Etkisi)
Yani tek bir su molekülü veya 3 ü, 5 i hep aynıdır. ancak deniz gibi bir alanda ortaya çıkan şey denizi meydana getiren kaostur. Ancak bu kaos dağılmaz çünkü bir fiziksel sınırı vardır. Dolayısıyla tüm faktörlerle birlikte akıntılardan ve büyük dalgalardan bahsetmeye, onların davranışını analiz etmeye başlarız. Bunlar artık su moleküllerinin özerk hareketlerini aşan emergence property lerdir.
Dağlar da, topografik şekillerde bu şekilde oluşmaktadır. ilk kara parçaları kendi sıkışma ve türlü hareketlerle ilk kıta çekirdeklerine, onların birbirine etkisi de yeni topografik şekilleri oluşturmaktadır. Aslında karalar için buradaki kelebek etkisinin en yüzeysel nedeni bir kum tanesi ile diğeri arasındaki veya bir kaya atomunun öbürü ile ilişkisidir. Hepsi bir arada iken karşımıza onlarınkinden farklı yeni biçim ve hareketler ortaya çıkar ve özel olarak bu durumu iki atomun,iki kum tanesinin ilişkisi ile açıklayamayız.
Bütünün parçalarının toplamından fazla olduğunu belirten terimdir.
Ancak bu yeterli bir açıklama sayılmaz. Emergence property den de bahsedilmesi gerekir ve bu oldukça karmaşık bir konu olduğundan ayrıntılarla 6 entry de açıklanacaktır.
Evet bu tematik yazımız aynı zamanda indirgenemez kompleks ve Akıllı Tasarım gibi saçma mistisizmlerin köküne kibrit suyu döken "emergence" olgusunu açıklamak için kaleme alınmıştır. Özellikle agnostiklerin okumasında fayda vardır.
Her türlü ortak işleyiş ilkesi birimlerini meydana getiren parçaların bağımsız ilişkilerinden oluşur. Ancak ortak işleyen bir sistemin davranışı birimlerinin neden olduğundan farklı bir davranış biçimine de neden olur. Bu olgu çok önemlidir ve en basit birimlerden karmaşıklığa giden süreçlerin tanımlanması gerekmektedir. Bilimin araştırma konusu da budur.
Ancak en büyük sorunlardan biri, tümevarımsal olarak basit ilişkilerin sonuçlarını teorize eden bilimin tersine, binlerce yıllık şartlanmışlığın neden olduğu tümdengelimsel bakış açısının daha yaygın kullanımıdır. Tümelin ne olduğu bilinmez ve daima yeni veriler ve keşifler onu değiştirir. Ancak yine de mistik çevreler bu sınırları aslında hiç bir zaman çizilemeyen muğlak tümeli referans almakta inatlarını sürdürmekte ve bilimdışı yaratıcılık savına, eksik bilgiye sahip beyinleri çekebilmektedir.
Buradaki sorun,basit parçaların işlevinden ortaya çıkmış sistemin, bilimsel yasalara değişmeyen bir referans veya ilkin neden olarak alınması sorunudur. Örneğin güneş sistemi referans alınıp, dünyanın hareketlerini irdelemeye kalkışırsanız, güneş sisteminin Dünyanın yaratıcısı olduğunu zannetme yanılgısına düşersiniz. Eğer güneşi ve ötesini yeterince bilmiyorsanız bu anlaşılabilir. ancak yinede ne olduğunu bilmediğiniz bir tümeli bilebildiğiniz varoluşa ilk neden zannetme yanılgısna düşersiniz.
Oysa güneş sisteminin nedeni, o sistemi oluşturan tüm gezegenlerin ve yıldızların, daha da ötesinde o gezegen ve yıldızlara neden olan atomların, ısının, basıncın, kütle çekiminin, rastgele çarpışmaların, yoğunlaşan maddenin; uzay zamanda eğilmiş bölgeler oluşturmasının ve totalde bu eğri uzay-zaman alanı bölgesinin kendi dışındaki uzay-zamandan farklı hareket etmesinin sonucudur. Olayı en son galaksi kümelerine bunların oluşturduğu filamentlere bağlayıp tamamını big bang ile modelleseniz bile, bunları kesin olarak kanıtlamadan ayrıntıları es geçip her şeyi big bang a bağlamak da pek bilimsel sayılmaz.
Kentler insanlardan oluşurlar. Bir insana kent tarafından belli programlar doğuştan verilmemiştir. Bireyler bir arada iken kentleri oluşturmuşlardır, çünkü tamamı orada yaşarlar. Bir kişi geleceği belirleyemez. Farz edelim ki biri, dünyanın en zeki insanıdır ve dünyada değişime neden olabilecek bir yeni fizik yasası keşfetmek üzeredir. Farketmez bir özelliği yoktur. Arkadaşlarından birçoğu da diyelim ki dünyanın en salak insanlarıdır ve tamamı türlü garip işlerde hiç düşünmeden kendilerine verilen işleri yapmaktadırlar.
Bu arada herbir kişinin başka arkadaşları, ilişkileri, onların içinde başka ilişkiler mevcuttur. Bir şekilde her bireysel harekete neden olan organik ihtiyaç ve buna bağlı davranışlar bir diğerini dolaylı yoldan etkilemektedir.
Dolayısıyla aslında kent diye birşeyin kavramsal olarak anlamını içinde yaşayanların ilişkilerinin toplamı oluşturmakta, ortada kent diye bir bağımsız varlık ise bulunmamaktadır. En salak denilenin de en zeki denileninde bir alanı ve işlevi mevcuttur ve bunlar bir araya gelince anlam kazanmakta, yollar, ulaşım, ticaret, üretim, tüketim ve yönetim olarak kent dokularına dönüşmektedir. Bu insanlardan çoğu ölse bile sistem devam eder. Can damarını oluşturan yerlerde çalışanlar ölse de yerleri diğerlerince doldurulur. Ancak kentin nüfusu birkaç yüz kişiye düşecek olursa kent olmaktan çıkar ve insanlar dağılırlar. Kent yok olur veya ölür. Çünkü onu oluşturanlar artık o dokuyu oluşturacak kadar karmaşık işlevleri yürütememektedir. Bir çok kısmı artık işlevini yitirmiş ve çürümeye yüz tutmuştur. Belki küçük gruplar bir kısmında hala varolsalar da bir kasaba veya köy gibi yaşayan barındırsa da, Kent artık ölmüştür.
Kent e insanların ilişkilerinden ortaya çıkmış doku dersek, aslında devlet de gerçek değildir. Ona da organ; ya da kent e organ, devlet e birey diyelim. Devletin kararları vardır ve bir özne gibi düşünülür. Çünkü kişiler onu etkileyemezler. Oysa bu kişiler tarafından oluşturulmuşlardır. Yani devlet tamamen kişilerin ilişkilerinin sonucudur. içinde insan yoksa ortada bir devlet de yoktur. Aynı şekilde birçok insan beraber oluşturdukları bir topluluk oluşturdukları için buna farklı bir isim vermek şarttır. ister devletin olmadığı global bir gezegen uygarlığı olsun sınırlar ortadan kalksın bu sefer de Dünya düşüncesi ortaya çıkacaktır. Çünkü bu insanlar birbiriyle sürekli ilişkidedirler ve dolayısıyla o ilişkilerinin total bir sonucu da olmak zorundadır.
Demek ki insanlar, hücreler, yapıtaşları bir araya gelip, birbiriyle ilişki içine girince kendiliğinden bu ortak işleyiş ve ilişkilerden ötürü daha genel olarak totalinde başka bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Gerçekte bir insanlık yoktur, Gerçekte devlet de yoktur. Yani devletler insanların nedeni değildir, tam tersi geçerlidir. Akıllı Tasarımın ilk çöküşü. Akıllı tasarım bunun tersine büyük dizgelerin bir tasarım olmadan varolamayacak derecede karmaşık olduğunu ve bu tasarıma dayanılmadan basit parçalarının toplamı ile manalandırılamayacağını öne sürer. Oysa büyük dizgenin karmaşık olma nedenini tersine birimlerinin birbirini etkileyen karmaşık işlevlerinin toplamını ifade etmesinden ötürüdür.