spoiler
---------------
elveda gülsarı romanı değişen hayat karşısında ilerleyen yaşlarında, bu değişim de kendi emeği de olmasına rağmen bocalayan, değişim adı altında değerlerin söküp atıldığını geç de olsa fark eden bir adamın yaşadıklarını anlatır. bu roman önce rusça yazılmış, sonra kırgızca ya çevrilmiştir. aytmatov tezli eserlerini önce rusça yazmaya dikkat eder.
Taanabay gençliğinde hareketli bir hayat yaşamış, rejimin uygulamalarını hayata geçirebilmek için uğraşmış, iyi niyetli çalışkan bir adamdır. ikinci Dünya Savaşından dönünce mesleği olan demircilikle uğraşan Tanabay, çok sevdiği, saygı duyduğu Çoranın ısrarı üzerine yılkıcılığa (at çobanlığı) başlar. Devraldığı sürüde Gülsarı isminde eşine ender rastlanacak çok değerli bir taypalma yorga* at vardır. Tanabay bu atla bütün yarışlarda birinci gelir. Onun adını yörede duyurur. Bir gün bu at merkezden Çoranın yerine yeni tayin olan sekreterin bineği olamk üzere Tanabaydan istenir. Tanabay önceleri direse de vermek zorunda kalır. Lakin at her seferinde kaçıp eski sahibini bulmaktadır. Sekreterin adamları ata olmadık zulümler uygularlar, ayaklarına demir prangalar vururlar, eziyet ederler. Tanabay her şeye rağmen canla başla çalışarak sekreterliğin verdiği görevleri yerine getirmeye çalışır. Bir defasında ondan yanına yardımcı gençler alarak koyun sürüleri ile uğraşması istenir. Tanabay kabul eder, Dağlarda, yaylalarda zor durumlarda kalır, işte burada eskilerin kullandıkları keçe çadırların çobanlık için ne kadar uygun olduğunu anlarken, gençliğinde bu çadırların kullanılmasına gösterdiği muhalefetten dolayı utanır. Ona koyunların kuzulayacakları zaman kullanması için tahsis edilen ağılın viran durumda olması, hava şartlarının bozukluğu, yardım için yanına verilen gençlerin işi bırakıp gitmeleri, her seferinde daha fazla ürün isteyen merkez yöneticilerinin sorunlara ilgisiz kalmaları Tanabayın moralini bozar. O günlerde Çorayla birlikte teftişe gelen müfettişe patlar, ona sadece konuştuklarını problemin çözümüne dair kafa yormadıklarını, hep daha fazla istemekten başka bir şey bilmediklerini söyler. Bunları söylerken kullandığı yeni efendi sözü onun devrim düşmanlığıyla yaftalanıp yargılanmasına ve partiden atılmasına kadar varacaktır.
Aytmatov bu eserinde Kırgız köylüsünün dertlerini duyurmaya çalışmış, onlardan hep daha fazlasını isteyen, ama teşekkürü çok gören totaliter zihniyete göndermeler yapmıştır. Tanabayın yargılandığı mecliste konuşulanlar, katı ideolojik zihniyetin dünyanın her tarafında aynı yapıyı arz ettiğinin kanıtıdır. Tanabayın kavga ettiği müfettişin orada söyledikleri aslında bildik sözler;
Parti üyesi yoldaşlar, izin verirseniz ben durumu biraz açıklamak istiyorum. Bazı yoldaşları uyarmak isterim ki, Tanabayın davranışı basit bir kabadayılıktan öte bir durumdur. Bu yoldaşlara şunu söylemek istiyorum. Eğer bu bair bir kabadayılıktan ibaret olsaydı, inanın ki onu bu kurula getirmezdim. Kabadayılarla başa çıkmak için başka usullerimiz de var. Mesele, Tanabayın beni aşağılaması da değil. Ben ilçe parti komitesini temsil ediyorum. Böyle olunca da partinin aşağılanmasına izin veremem, bunu görmezlikten duymazlıktan gelemem. (ne kadar tanıdık değil mi?)
* Dil, o dili konuşan insanların hayatlarında önem arzeden kavram yada olgular etrafında şekilleniyor. Buna en somut örnek Kırgız dili olur, Kırgız Türklerinin hayatlarında atlara büyük önem verilir, -insanlar atları dolayısıyla itibar görür, atların şerefine ziyafetler verilir- ve bu önem dilde en bariz şekilde ortaya çıkıyor. Yaşlarına göre cabağı, kulun, tay, biye, koşmalarına göre taypalma yorga, su yorga, kiytin yorga, sürü isimleri olarak üyir, yılkı, renklerine göre küren, ciyren, şabdar, karakök, temir karakök, kızıl karakök, tarlan kök, argımak -en iyi cins at-, kunan -yarış tayı-, tulpar -Manasın etrafındaki bahadırların bindiği, görünmez kanatları olduğuna inanılan atlar- gibi kelimeler ve daha niceleri Elveda Gülsarı da atları nitelemek için kullanılmakta. Taypalma yorga ve Su yorga dünyanın en değerli binek ve yarış atlarıdır.
bundan yıllar evvel okuduğum cengiz aytmatov romanıdır. ağır dram içerir gençliğin bitip yaşlılığın çökmesi, güzel günlere özlem gibi motifler içerir, baya baya bir atın yaşam hikayesidir bu yönüyle kırgız yaşamında atın değerini bizlere göstermiştir.
cengiz aytmatov'un komünizm rüzgarında savrulan yaşamları en iyi şekilde kaleme aldığı, yer yer duygulandıran, insanda özlem ve hasret uyandıran eseri. kitabı okuyunca atları ayrı bir sever, sefaleti yarı bir anlarsınız.
cengiz aytmatov'un ne kadar büyük bir yazar olduğunu gösteren kitaptır.
kitap, gülsarı adlı bir atın hikayesini anlatmaktadır.benim gibi at sever insanların bu kitabı okuması sakıncalıdır, nitekim bir at alıp apartmanın girişine bağlamayı düşünüyorum. Ayrıca, burak reyisin at sevgisi de gülsarı'dan gelmektedir diye düşünüyorum.
her zaman yaşanan gençlik sırasında yaşlı insanlara '' bunlar bu şekilde nasıl yaşamış '' gözüyle bakıldığının değişmediğini gösteren bir baş yapıt . Emek vererek gözünüz gibi baktığınız bir şeyin eriyip gidişine üzülmek ama bir şey yapamamak . Sizin için çok önemli olan bir şeyin başkası için sıradan olması ve sıradanmış gibi muamele görmesi .
Spoiler
Tanabay gülsarı ile beraber özgürlüğü tatmış onunla beraber hayatının aynı döneminde ( kendisi dağlarda - çayırlarda ; gülsarı - kasaba da ) köle gibi çalışmış ve kaderin cilvesi onunla beraber hayatının sonlarını geçirmiştir. işini düzgün yapanların hayatının sonunda istediğini elde edememiş olmasının sorgulanmasıdır . Gençliğinde işe yaramaz , kafası çalışmayan ihtiyarlar olarak gördüğü kişilerden bayrağı almıştır . Artık kendisi hor görülmekte ve huysuz ihtiyar diye anılmaktadır .
Spoiler
açıkçası gerek ''gün olur asra bedel '' gerekse ''elveda gülsarı'' okunmayı hak ediyor . ama genç iken okumak daha yararlı olacaktır. Yaşlı iken zaten bu romanlardaki çoğu duyguyu yaşamış olacaksınız .
Şunu iyi bil dostum, dünya devrimini tek başına gerçekleştiremezsin, başkalarının da gelmesini, seninle beraber olmalarını beklemek zorundasın.
Sovyet Rejimi ve rejimin kendi içinde bulunduğu kargaşalar Cengizhana Küsen Bulut ve Toprak Ana romanlarında olduğu gibi romanın baş meselelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Komünizm in yürütülemeyişi ve ülkeyi saran buhranlar birçok Kırgız insanı gibi Aytmatovu da derinden etkilemiş ve bu mesele romanlarının başköşesine oturmuştur. Elveda Gülsarı, komünizmin yürümezliği endişesi ve döneme getirilen bir eleştiri ile bir Kırgız kolhozuna üye olan Tanabay ve onun başına gelen maceraları, kendi ile iç hesaplaşmaları ve atı Gülsarı ile olan dostluğunu işlemektedir.
Aytmatov, kolhoz yaşamı ile gerçek yaşamın arasındaki farkları, ideolojinin Kırgız insanını birbirine düşürecek derecede katı bir rejimin Kırgızları kardeşçe yaşamak töresinden mahrum bırakabileceğini anlatmıştır. Diğer bir deyişle, Elveda Gülsarı için Aytmatovun komünizmin aksak yönlerine ve işleyiş bozukluklarına getirdiği bir eleştiri romanıdır diyebiliriz.
Bütün meseleleri kestirmeden bir çırpıda halletmek istiyorsun! Oysa zaman çok değişti. Artık nerede ne söyleyeceğini, kimlerin önünde nasıl konuşacağını bilmen gerek. O zaman her şey iyi gider, başın derde girmez. Başkaları nasıl konuşursa sen de öyle konuşacaksın, onların havasına uyacak, ne yazılmışsa onu okuyacaksın.
Tanabay aslında başına gelebilecekleri daha önceden bilmesine rağmen yine de sözünü söylemeden çekinmemiş ve ardından bu özelliği onu kolhozdan atılmasına ve en yakın arkadaşı Çorayı kaybetmesine kadar olan hadiselere sabretmek ve olanları kabul etmek mecburiyetinde bırakmıştır. Tabi bunda Aydınlık ve gölge nasıl yan yana ise insanın kaderi de öyle, mutluluk ve acıyı beraber getiriyordu: Bir yanda kıvanç, bir yanda kaygı. Hayat dediğin böyle işte diye düşünmesinin de payı büyük. Aytmatov bütün eserlerinde olduğu gibi bizlere bir bilgelik örneği de sergilemiş olabilir pek tabii.
Şimdi her şeyi alüminyumdan yapıyorlar: Tencereyi, tabağı, kaşığı, sürahiyi, leğeni her şeyi. Nereye gitsen hep aynı şeyleri görüyorsun. Hem ne kadar kaba şeyler! Yazık. Aslında kapital dünya düzeni ile birlikte fabrikalar yani yaratıcılığın ve işçi gücünün katilleri o ölüm tüccarları hayatımıza girdiğinden beri her şey bir tekdüzeliğe büründü. Bu tekdüzelik Kırgız kültürünün çadırları, ev eşyalarını kendileri yapmaları, emek sarf etmeleri ve değer bilmeleri örflerini de ortadan kaldırmış oldu. Aytmatov, Tanabayın bu düşüncesiyle bizleri de bu noktayı sorgulamaya, kapitalizmin eşyayı neredeyse insandan öte bir değere sahip kılan (para bakımından elbette) bir kavram olduğunu hatırlatmaktadır.
Her yönüyle Elveda Gülsarı için; okuruna Aytmatov bilgeliğinden öğretiler katan; bir ata bile en az insan kadar değer veren Kırgız kültürünün ve bütünüyle dünya çağdaşlığının bizleri eşyayı dahi aynılaştırarak kendimizden başkasına değer vermediğimiz bu çağdaş(!) günlere nasıl geldiğimizi eleştiren bir Aytmatov şaheseri diyebiliriz
Bir Aytmatov şaheseri daha...
Kitabı baştan sona kadar okurken insan ister istemez hikayeyi gözünde canlandırıyor. Orta Asya'daki o keçe evler. Sosyalizm ve Komünizm tutkusu. insanların ideolojisine sahip çıkmalarını, bu inanca sıkı sıkı sarılmları.
Hikayeye gelecek olursak başta biraz sıkıcı gibi geldi. Ancak Aytmatov kitaplarını bilirsiniz, standarttır. Biraz baştan sıkıcı gözükür, fakat daha sonra bir açılır pir açılır. Hikayenin sonu öyle hüzünlü bitti, öyle dokunaklı cümlelerle bitti ki anlatamam. Kitabı metroda okuyup bitirdikten sonra içim bir tuhaf oldu. Yüreğim burkuldu. Bir insan ile at denen yüksek hisli canlı türünün birbirini bu kadar çok sevmesi ve beraber yaşlanıp ölmesi gerçekten acı bir şey. Mutlaka okumanızı önereceğim özel kitaplardandır.
"Atın başlığını omuzlarına almış, düzü yokuşu aşarak yürüyordu. Gözlerinden akan yaşlar, yüzünü, sakalını ıpıslak etmişti. Gözünü, yüzünü silmiyordu. Bunlar, doğuştan tulpar, doğuştan taypalma gülsarı için dökülen yaşlardı. Yaşlı gözlerle, yeni sabaha, tek başına dağların eteklerine doğru uçan yabankazına, uzun uzun baktı. Gözyaşları daha çok akmaya başladı. Yabankazı yolunu şaşırmış, sürüden ayrılmıştı. Arkadaşlarına yetişmek için acele ediyordu.
-Uç yabankazı uç! kanatların yorulmadan arkadaşlarına yetiş! diye derin bir iç çekti. sonra:
-elveda gülsarı! elveda! Dedi.
...
Yürürken o eski, yanık ağıdın ezgisi geldi kulaklarına:
...ana deve, bozlaya bozlaya, yitirdiği yavrusunu günlerden beri arıyordu: neredesin kara gözlü güzel botam? memelerinden güzel kokulu ak süt akıyor. Neredesin kara gözlü botam? ses ver bana! dolup taşan memelerinden süt akıyor. Güzel kokulu, ananın sütü..."
"ama bir insan yaşadığı yılların sayısı ile ihtiyarlamış sayılmazdı ki. daha çok ihtiyarladığını ve çağının artık geçmiş olduğunu ve kendisine ancak sonunu beklemekten başka bir şey kalmadığını anlayınca, artık ihtiyarlamış olunurdu..."
Dünyanın en güzel cümlelerinden birini barındıran, en sevdiğim yazar aytmatov'un kitabı.
Tanabay hatırlar eski pişmanlıkları. Sonra der ki kendi kendine;
" demek ki düşünmemek, unutmak demek değilmiş. "
Bazen 1.000 sayfalık kitap okuyorum, bu ayarda tek söz çıkmıyor. Çıkmıyor işte. Dokunmuyor yüreğe. Nasıl ayşe pusat, "gönlüm dolu ah u zar kaldı " cümlesini defalarca okuduysa (bkz: ruh adam)
Ben de bunu okudum defalarca.
" geçti " dediğim 2 aydan sonra bugün yeniden ağladığımda şunu anladım;
Demek ki düşünmemek, unutmak demek değilmiş.
bundan 10 sene onceydi. lise ikinci siniftaydim. cok degerli edebiyat hocamiz turgut nas donem odevi olarak iki tane cengiz aytmatov kitabini okumamizi istemisti. bunun uzerine sehrin disinda bulunan yatili okulumdan bursalilarin bildigi sonmez carsisina yollandim.
kitapcilari geziyordum ancak cok param yoktu. yanlis hatirlamiyorsam bkm kitapcisinin bir alt katinda bulunan bir dukkana daldim. (aslinda kitabevinin adini hatirliyorum da reklam olmasin diye yazmiyorum*) cengiz aytmatov kitaplarini incelemek istedigimi soyledim. mevcut kitaplar arasindan, daha ince olmalari nedeniyle elvede gulsari ve beyaz gemi (bundan pek emin degilim) kitaplarini gozume kestirmistim ancak yine de param bu iki kitabi almaya yetmiyordu.
artik dayanamadim, tezgahtarlari sallamayip dukkan sahibi oldugunu dusundugum amcaya yaklastim. cebimdeki tum parayi cikardim. ki cogunlugu bozuk paraydi.
'ben' dedim. 'bu iki kitabi almak istiyorum. bunlar bizim odevimiz. toplam param bu kadar. hatta icinden yurda donmem icin gereken dolmus parasini da almam lazim. geriye su kadar param kaliyor. olur mu olmaz mi?'
kalan para o zamanin parasiyla 5 kusur ytl gibi bir seydi ki kitaplarin herbirisinin fiyati daha fazlaydi diye hatirliyorum.
adam bir bana bakti, bir de kitaplara. 'tamam' dedi. 'guzel oku kitaplari. ozetini alma arkadaslarindan.*'
yurda dondum. ilk olarak elveda gulsari kitabini okudugumu hatirliyorum. dedigim gibi diger kitabi tam olarak hatirlayamiyorum zaten.
bu kitap aklimda kalmis iste. okurken buyulenmistim.
benim gibi 15 yasinda bir cocuk icin sovyetler birliginin icine girmek, kirgiz kulturunu tanimak, tanabayin idealistligi, karisi ve daha niceleri. her bir detay ufkumu aciyordu, okumaya doyamiyordum.
tabi kitabi alirkenki kriterim olan ucuz dolayisiyla ince olmasi nedeniyle doyamadan bitti kitap. tekrar tekrar okudum.
iste o gun rahmetli cengiz aytmatov ustad ile manen tanistigim gundu. lise boyunca her firsatta gidip diger kitaplarini da almaya calistim elimden geldigince.
bu vesile ile, hem edebiyat hocama hem de o guzel kitapci amcama tesekkurlerimi ve sevgilerimi iletmek isterim buradan. sizler gibi guzel insanlarla donuyor dunya.
Cengiz aytmatov herbiri başyapıt olan kitaplarıyla çok büyük bir yazar. Bu kitabı da çok sevdim ama gün olur asra bedel ve toprak ana nın yerini tutamaz.
--spoiler--
Tanabay komünist parti üyesidir. Savaştan dönünce kolhoz ona at yetiştirme görevini verir ve gülsarı ile böyle tanışırlar. Kitap boyunca aytmatov Doğuştan eşsiz bir at olan gülsarı ile tanabayın hayatlarının nasıl yavaş yavaş kötüleştiğini anlatır. Bunu yaparken de Tanabayın ağzından komünizm eleştirileri yapar.
--spoiler--
Şunu anladım ki bütün davalar ilkbaşta o işe onurlarını, hayatlarını adayan çalışkan insanların omuzlarında yükselir. Ama zamanla insanlar bozulur, dava unutulur ve herkes çıkarının peşine düşer. Üstelik artık o davaya hayatını adayanlar istenmeyen eski neferler olmuşlardır.