meğer. cümleye pişmanlık kırsalının iklimini yerleştiren söz.. her şeyin bir ân^da avuçtan kayıp gitmesinin anlamdaşı; düşünüp düşünüp hayıflanmak.. ^oysa^nın ilkokuldan terk arkadaşı...
meğer,
gözleri birer yakut değilmiş onun; birer erik tanesi belki.. belki dallarına çarpan hoyrat rüzgarla sallanan bir darağacı.. bir kadeh rakıymış gözlerinin beyazı.. özledim; ne fayda..
meğer,
yaşananlar sadece küçük hayal tamlamalarından ibaretmiş.. hayat, beyaz bir sayfaymış da kirletmişiz beraber.. kalbim : sekizde sekiz kusurlu..
meğer,
onun tenine inerken din değiştiren kıl buketleriymiş saçları..
meğer,
azalmak kıyametin ilk alâmetiymiş.. kurulmamış hayallerin üzerine dökülen benzin; asla dökemediğimiz gözyaşlarımız..
meğer,
belirli belirsiz sevmişim seni; nafile okumuşum nietzsche'yi, kavafis'i.. 30 kupona vermişler beni sana; bir köşeye fırlatmışsın unutup.. yuvarlağın köşelerine..
meğer,
beşiktaş'ta bir öğle vakti çay içmek seninle denize karşı, ıhlamur'da elini tutmak acemaşiran.. ortaköy'de aynı kumpirde iki plastik kaşıkmış yüreğimiz..
meğer,
susmak, fiil sayılmaya başlamış gidişinin ardından.. " naber? " diyenlere, " önce özetler.." demekmiş yalnızlık..
meğer,
kandırılmışım bu zamana kadar.. bana yanlış öğrettilerdi..