minnacık yaşına rağmen fakirliğin zorluğuyla yüz yüze gelmeye başlamış kız çocuğudur.
babası eve elinde bir hediye çekiyle geldi, annesine gülümseyerek 'evde bir eksik var mı hanım?' diye sordu, en gereklilerini aklının bir kenarına yazıp onun yanına yaklaştı. 'hadi güzel kızım, küçük bir geziye çıkıyoruz.' dedi gülümseyerek, o da neşe ve merakla babasının elini tutup yola koyuldu. hava biraz soğuktu, hafifte rüzgar esiyordu; gerçi buca'da havalar böyle olurdu bu mevsimde çoğu zaman. babası onu kucağına aldı, beresini ve atkısını iyice sarıp sarmaladı; hızlı hızlı yürüyordu babası, o da babasının omzuna kafasını koymuş geride bıraktıkları yolları ve çevrede olup bitenleri inceliyordu. bu şekilde yirmi dakika kadar gittiler ve sonunda ulaştılar markete. babasına otomatik kapıyı kendisinin açmak istediğini söyledi, babası da kucağından yere indirdi yine gülümseyerek. kapıya doğru koşmaya başladı ve kapı kendiliğinden açıldı. içeride ne kadar da çok çikolata, dondurma, cips ve kola vardı... gözleri kamaştı, babasına döndü sonra soru sorar bir bakışla. babası, önce küçük bir işlerinin olduğunu, o işi hallettikten sonra dilediği kadar şey alacağını söyledi. babasını peşine takılıp kasaya doğru ilerlediler, babası kasada duran adamla bir şeyler konuştuktan sonra kızına dönüp bugün şanslı olduklarını söyledi. önce ev için gerekli malzemeleri aldılar, özenle seçtiler domatesleri, en ucuzunu aradılar pirinçlerin, ve tavuğun en kemikli yerini seçtiler almak için, meyve almadılar. sonra abur cubur reyonuna geçtiler, onun neşeli halleri ve sesi tüm markette yankılanıp neşe kaynağı oldu tüm markete. boyu yetmediği için yine babasının kucağına çıktı ve almak istediklerini aldı en sevimli haliyle. 'baba şimdi yiyebilir miyim şekerimi, çikolatamı ve bisküvimi evde yerim.' dedi babasına, babası bir an önce marketten çıkmaları gerektiğini söyledi yaklaşan kara bulutları göstererek. yolda yemesinin daha uygun olacağını söyledi. kasaya ilerlediler sonra, bir bir poşete doldururken aldıklarını babası o da babasının arkasında kendine aldıklarını tutuyordu kucağında sıkıca. sonra babası kasiyere çeki uzattı, iyice inceledikten sonra 'bu çek bu şubede geçmiyor beyefendi, hem tarihi de geçti bu kampanyanın zaten.' dedi, 'ama daha az önce markete girdiğimizde sormuştum, geçtiğini söylemiştiniz.' dedi babası titrek ve kısık bir sesle. arkada sıra uzamaya başlamıştı, kasiyer dikkatinden kaçtığını söyledi ve sıradakileri gösterip alıp almayacağını sordu. babası almayacağını söyledi ve poşetleri bıraktı kasanın yanına, tam çıkacaktı ki onun elindekilere takıldı gözü. o da anlamıştı durumu; babasına uzattı elindekileri, babası da ondan alıp kasiyere. 'ev malzemeleri neyse de keşke canım kızıma doğru dürüst babalık yapabilseydim.' diye geçirdi aklından, sonra evde bekleyen hanımını düşündü, sonra ölüp gitmeyi... (aslında o çok iyi bir babaydı, en babaydı hatta.) sonra kızına baktı, gözleri dolmuştu kızının da. yağmur da iyice hızlanmıştı; montunu, atkısını ve beresini iyice sarıp sarmaladıktan sonra tekrar aldı kucağına, ve ağır ağır ilerlemeye başladılar çamurla dolan yolda. dışarıda kimse de kalmamıştı artık, sokaklar bomboştu. babasının omzundan izleyeceği tek kişi marketten elinden poşetlerle çıkan bir gençti, gözlerine baka baka uzaklaştıkça uzaklaştı.
o genç bendim evet. gözden kaybolana kadar izledim onları, sonra kafamı önüme eğdim. ailem geldi aklıma, sonra çocukluğum... benimki de pek farklı geçmemişti. sonra okulum... kafamı iki yana salladım ve hızlı adımlarla eve doğru ilerlemeye başladım, sadece yere düşen yağmur damlalarının birikintilerdeki akislerini izleyerek ben de kayboldum o lanet olası yerden...