"eti senin kemiği benim, sütü senin, yoğurdu benim, götü senin... dur lan yarrak kafalı o kadar da değil..." felsefesi uyarınca öğretmene emanet edilen çocuğun öğretmenler tarafından allah yarattı denilmeyerek dövülmesini anlatmaya çalışıyorum. koskoca herifler ufacık çocukları dövüyo hiç utanmadan.. el kadar bebe lan onlar, ağzını iki tokatlasan dümdüz oluyo zati niye hayvan gibi dekmeynen giriyon müdür bu çooşlara, kalifiye puşt musun sen?
ortaokuldaydık... türkçe öğretmenimiz sınıfa hakim olamayan genç bir hanımdı. öğrencilerle arkadaş gibi iletişim kuracak kadar saftı. çünkü biz arkadaşlarımızın götüne pandik atarız tenefüslerde, arkadaşlarımıza hayvan gibi davranırız. altına kayarız koridorlarda.çelme takarız can dostumuza. yani yanlış anlamayın bu vahşiliğimizi, samimiyetten kaynaklanan bir şey. sen işte bu kafada küçük şeytanlarla belirli bir disiplinle otoriteni kurmadan arkadaş olmaya kalkarsan her ders dersten ağlayarak gidersin tabi müdürün odasına. çünkü biz kız arkadaşlarımızı uyuz edip ağlatmaya bayılırız.
karı dayanamadı öğretmenliği mi bıraktı yoksa tayini mi çıktı bilinmez bizimle arkadaş olamadan okuldan pılıyı pırtıyı toplayıp ayrıldı. öğrencilerimle arkadaş olacağım idealistliği yedi kadının başını vesselam. yeni mezun, sert, önceki öğretmenimizin aksine aşırı otoriter bi türkçe öğretmeni girmeye başladı derse. elleri elden daha çok toprağı havalandırmaya yarayan tarım aletlerinin hepsine benziyordu. olası bir dayak sırasında sol elini adeta bir raket gibi kullanabileceğini düşünüp ürpermiştim bu elleri ilk defa gördüğümde.
ben dahil sınıftaki herkes önceki türkçe öğretmenimizin tavrı yüzünden gevşekliğe alışmıştık. bu herifin derslerine uyum göstermekte zorluk çekiyorduk. ben dahil bütün arkadaşlar bir iki hafta böyle geçer, sonra yine şamatamıza bakarız diye düşünüyorduk. allah var, adam da gayet sabırlı davranıyor, en aptal öğrencilerin dersi kaynatmak için sorduğu en alakasız soruları bile cevaplandırmaktan geri durmuyordu. bu tavrı sınıftaki haytaları cesaretlendiriyor, arkasını döndüğü anda sınıfta bir uğultu başlıyordu. o anlarda sınıf, sınıf değil adeta wembley stadyumu oluyordu. sanki direği çok az farkla sıyırıp kornere çıkan topa uğulduyorduk bütün sınıf.
yine böyle bir gün sıra arkadaşım hasan'la dersten sıkılıp amiral battı oynayalım dedik. önümde murat diye son derece inek, dersleri saniyesi saniyesine takip eden, hocanın yazmayın dediği şeyleri hatta sınıfta yaptığı şakaları bile defterine kaydeden bir çocuk oturuyordu. hasan o gün nezleydi. sürekli burnunu çekiyordu. amiral battı oynuyorduk. atış yapma sırası ondaydı. sürekli burnunu çekiyordu. önümde murat oturuyordu. murat dersi dinliyordu. hasandaydı sıra. hasan tam harf ve numara söyleyecekken burnunda devasa sümükten bir zeplin belirdi. ama sadece bir anlığına şişti ve saniyenin onda biri kadar bir zamanda yok oldu. bunu sadece ben gördüm ve inanılmaz sesler çıkararak gülmeye başladım. öğretmen bizden tarafa baktı. hemen durumu toparladım, sustum. bir şey yokmuş gibi davrandım.
öğretmen önümdeki murat'a doğru yaklaştı. "niye gülüyorsun evladım, komik bir şey mi yapıyorum ben" dedi ve murat'a pata küte girişti. sınıfta ani bir sessizlik oldu. sadece pata ve küte sesleri duyuluyordu artık. herkes pür dikkat murat'ın yediği dayağa odaklanmıştı. hemen arkasında olduğum için olay önümde cereyan ediyordu. aslında benim yemem gereken bu dayağı en yakından müşahede ediyordum. hoca haftalardır biriktirdiği öfkesini murat'a boşalıyordu sanki. şiddetli bir boşalmaydı bu. kasılarak ve titreyerek.
ertesi gün murat okula gelmedi. darp raporu almış. okula babası geldi. müdür yardımcısıyla bir şeyler konuşuyordu. vücut dilinden "çocuğuma vuran o piçin götünü siktittirmek boynumun borcu" minvalinde beyanlarda bulunduğu belliydi. müdür daha bir idare-i maslahatçıydı, "denge politikası güden bir çobanım ben" diyordu onun vücut diliyse. öğrendik ki hocayı savcılığa şikayet edecekmiş murat'ın babası. hasan'la beni de şahit diye yazdırmış. müdür yardımcısından öğrendik. "öğle arası gelmeden odamda olun" dedi müdür yardımcısı.
hasan'la müdür yardımcısının odasına gittik. olayı olduğu gibi anlattık. fakat müdür yardımcısı bize "ananın siken kadı misali... kimi kime şikayet ediyon, siz eşşek olmasanız bu herif sizi niye dövsün" diyerek aba altından sopa, etek altından yarrak gösteriyordu zımnen. kendisi de fevkalade dayakçı bir insandı. sivri ayakkabı burunlarını tenefüs zili çaldığı halde koridorlarda gezinen öğrencilerin götüne sokmakta pek bir mahirdi. bizden dayağı görmediğimizi söylememizi istedi, hocamızı korumamızın gerekliliğinden bahsetti "kibarca".
o gün çarşamba pazarı vardı. müdür yardımıcısı önde hasan'la ben arkada doğru karakolun yolunu tuttuk. dayakçı müdür yardımcısı kendi kendine konuşuyor, "domates de ne pahalanmış amına koyayım ya bi haftada" diyerek hızla artan enflasyona tepkisini dile getiriyordu. gayet rahattı. biz ilk defa karakolda ifade verecek olmanın, hatta ilk defa bir karakolun içine girecek olmanın stresi altındaydık. ifadelerimiz değiştirecektik. tırsmıştık. bunu konuşmamıştık ama hasan da ben de bizim yüzümüzden dayak yiyen arkadaşımızı satacaktık.
karakola girdik. arenalarda, a takımlarında hortum süleyman diye bi komiserin fink attığı yıllardı. oradaki memurlardan deli gibi korkuyorduk izlediğimiz arenalar, savaş ay'la a takımları yüzünden. murat'IN EN YAKIN GÖRGÜ TANIĞI OLARAK güvendiği ben ve hasan "arkadaşımızı dayak yerken görmedik. zaten orada oturmuyorduk. sadece o dersliğine orada oturmuştuk. olayın olduğu sırada her zaman oturduğumuz sıramızdan kitap ve defterlerimizi almaya gitmiştik. geldiğimizde murat'ın yanağı şişimişti. heralde sıraya çarpmış olacak. hiçbir şey görmedik." şeklinde hocayı aklayan sanki murat'ı inler cinler sikmişcesine kolpa bir ifade verdik. korkmuştık çünkü.
daha sonra ifadelerimizi imzaladık. müdür yardımıcısyla komiser olay üzerine konuşurken komiser öğretmenin çocuk dövmesini eleştiriyor "hadi polis dövüyo tamam, dövüyo ama suçluyu dövüyo, sen ne bok yemeye çocuğu dövüyorsun" diyerek çok sonraları anlayacağım yamuk bir zihniyetin zehirli meyvelerini kusuyordu.
polis suçluyu dövüyordu öyle mi? peki polis yakaladığı zanlının suçlu olup olmadığına karar evren merci miydi ki? diyelim zanlı suçlu, polisin suçluyu döverek cezalandırma gibi bir yetkisi mi vadı da bu komiser böyle konuşuyordu? MUHTEMELEN BU KOMiSER AMCAMIZ da dayakçı bir öğretmenin rahle-i tedrisinden geçip o günlere gelmiş "büyük" adam olmuştu. o yüzden yadırgamadım daha sonraları düşününce.
öğretmenimiz bizim yalan beyanlarımız sayesinde paçayı kurtardı. murat bizimle bi daha hiç konuşmadı. bi daha hiçkimseye güvenmedi sınıftan. belki de hayatında bi daha kimseye güvenemedi. bazen gece yattığımda bu olay aklıma gelir ve "şimdiki aklım olsa" diye geçer içimden hep...