Küçükken ramazan pidesinin içine salatayı doldurup üstüne kaşığımla çorba döküp öyle yerdim akardı çorba ve salatanın suyu ama o bana öyle lezzetli gelirdi ki uh canım çekti arada hala yapıyorum çaktırmayın.
siz bilmezsiniz tabi ibişler şu anda ekonomi çoh eyi olduğundan siz dönerleri gömüyorsunuz. biz küçükken ülkecek çok fakirdik. fasfakirdik hatta çok karanlık günlerdi. ekmak yapmak için anamız evde değirmen taşı ile un yapardı. tostu da makinası yoktu 2 tane kaldırım taşını ısıtır arasına ekmeği koyup ezerdik. akp geldi de fırınlar falan açıldı tost makinası geldi ülkeye..
Marul, domates, ince kesilmiş kornişon salatalık turşusu ve üstüne sıkılan limonla birlikte efsaneler arasına adını yazdıran ton balığıdır. Gerçi bu bile lüks garibana. Kuru ekmek, üstüne bir bardak su neyimize yetmiyor. Ejder meyveli smotie içen de bir, kuru ekmek yiyip üstüne su içen de... Değil mi cancağızlarım?
genel olarak meze türleri ekmeğin arasına yakışıyor. şahsen bu yazıklarım benim favorilerim. ikinci olanı beraber eklemeniz lazım. pis boğazlığım konusunda nam salmış bir insanım. beni referans alıp, mideniz bulanırsa sorumluluk kabul etmiyorum. jambonu portakal reçeline banıp, zevkle mideye indirebilen kişinin vermiş olduğu önerilerdir bunlar. ekseriyetle pislik bir beslenme tarzına sahip olduğum için, binaenaleyh timsahın midesi gibi dayanıklı bir midem var.
hepsinden ziyade, bugüne dek yediğim en iyi ekmek arası kombinasyon şudur;
memlekete anneannem ve dedemi ziyarete gittiğimiz bir sene. yaşım dokuz, on civarlarında. dedem bir sabah beni uyandırdı ve dükkanına götürdü. en başından söyliyeyim; inanılmaz eski kafalı ve tutumlu bir insandır. memleketin en zenginlerinden olmasına rağmen, harcayacağı üç kuruşun hesabını yapar. olması gerekende budur zaten. bu herkese has bir erdem değil ne yazık ki.. neyse;
öğle saatine doğru beni inanılmaz bir açlık sardı. dedeme; "dede ben çok acıktım yaa. bana bir şeyler alır mısın?" dedim. tamam oğlum dedi ve dükkanı bana bıraktı. yaklaşık 15 dakika sonra dükkana elinde kocaman, siyah bir poşetle girdi. eskiden toplu taşımalara seyyar lahmacuncular elinde devasa poşetlerle girer, ortalığı leş gibi kokuturlardı. ben de poşetin içindekileri lahmacun zannetmiştim. dedem poşeti açtı ve içinden ekmekleri çıkardı. ekmekler alev alev, hala daha dumanı tütüyor. neyse dedim, ekmek arası köfte, peynir falan yeriz umuduyla beklemeye geçtim. poşetin içinden bir tane daha poşet çıkardı. düğümünü açtığı vakit dünyam yıkıldı. yeşil üzüm almış.
ben dedeme sitem ediyorum tabii.. "dede bu ne yaaa?" falan diyorum. dedem; "evladım sen yokluk nedir bilir misin?" dedi peşine. küçücük çocuğum tabii.. farzımuhal yokluk nedir bilelim. çocuğum ulan ne yokluğu.. buna binaen, yokluk falan vız gelir, tırıs geçer. hala daha köfte, möfte istiyorum, yalvarıyorum adeta. haliyle beni hiç iplemedi otoriter dedem. ekmeği bir güzel kesti ve içine itinayla üzümleri serdi. açlıktan ölecek gibi hissettiğim için gömüldüm üzümlü ekmeğe. yanında bulunan ayrana da hakeza.
velhasıl; aç olduğumdan mıdır, lezzeti olduğundan mıdır hala daha idrak edemedim ama, inanılmaz zevk almıştım yerken. tatlı, tuzlu lahoz balığı misali.. lezzetli. çi pet pet kıvamında. *
ruhun şad olsun dedecim.