ekmek doğuyor

entry1 galeri0
    1.
  1. Nasıl konuşturursun ekmeği, bu eski hazine sarmalanmış
    kendi katılığına bir kış ağacı gibi, demirleşmiş, öyle ki,
    fark edilebiliyor çıplaklığı geçirgen güne rağmen?

    Bilinç gözümün karanlık odasına kilitlemiş olsaydım kendimi
    oraya kazınmış bu ebedi isimle, ve eğer ısrarla isteseydim
    eski yavan heceyi üretmek için onun değişken hayallerini

    Binlerce kör ve acı hayvanın çarpma sesidir bütün duyduğum
    Kapıya karşı, sıkıştırılmışlığın aşağılık sürüsü, mıymıntı ve pelteleşmiş
    uyuzlu pöstekilerinin içinde, katur kutur çiğneyen sözcükleri
    tıpkı otlar gibi zamanın şafağından bu yana.

    Fakat temiz bir süpürülüşü uzayın çekip çekiştirerek şiir için
    ve isteğin ve yabanlığın açık bir tarlası, ufkun uzak bir yerinde
    zaman kırar açıklığı ve ekmeğin tadı, tuz, su serpilip filizlenir
    tıpkı deniz dibindeki düz ve mavi kayalar gibi.
    bu daima böyledir, bu eski-çağ açlığı

    Açlık ansızın akar geleceğe, toprağa diz çöker, eker tohumu
    derin uykunun gölgesine, oraya, kendi kalbinin küresine.

    Ah şu uzun ilk gece, çatlayıp yarılan dünyaya karşın, yüz
    sıkıştırdı, dinleyerek, kanın atışını alarak, bütün düşleri
    kovdu zihninden, bütün hareketler durdu, bütün dikkatler
    sevginin üstüne toplandı.

    Tohum çatlayarak uzatıyor başını toprağın üstüne. Bir yer altı
    kaynağı ona, yeşil pürçekli başını dışarı çıkarmasını söylüyor.
    Yeryüzünün çıplak karnı ve çiçekleri ve yemişleri
    sıcak öğle güneşinde.

    Gök mavi tozunu serpiyor; rengarenk ellerimiz tarlaların üstünde
    muhteşem taze gelincikleri andırıyor.
    Topraktan çağırılan bütün şekiller ve renkler neşeyle kabarıyor
    gözle görünür biçimde soluk alıp veriyor sanki.

    Yer zonkluyor ve meliyor. Yünü beyazlaşıyor yazın göz kamaştıran
    saydamlığında, geveze ağustos böceği şarkı söylüyor.

    Değirmentaşları gözenekli sert tohumlarıyla
    hiçbir şey yansıtmamaya mahkum edilmiş camlardan
    bakan devin boğuk heyecanına kapılmış.

    Bütün hepsi elinden geleni yapıyor gölgelerde, ağır ve karanlık,
    zorlukla ve hasadın kalbi gibi ezerek bölüyor minicik parçalara,
    öğütüp un ufak ediyor, helmelenmiş kuru bir sağanak olması için.

    Böylece can veriyor, bu acayip sivri deniz kabuklarının çiçeklerine
    denizci güneş billurlaştırıyor onları parlak bir serpintiyle
    hemen çatlıyor çekirdek bizim için, şarkı söyleyerek, vazgeçerek
    kendisinin gerçek ve mükemmel formundan.

    Daha sonra, yoğuracağız sütlü hamuru, bekleteceğiz asude bir
    uyuşukluk içinde, sakinleşsin, hâlâ hava kabarcıkları var
    içinde küçük havuzcuklar gibi.

    Ve ne olurdu tesadüfen artıverseydi rüzgâr? Ne olurdu,
    ruhlarımız teslim etselerdi tümüyle kendilerini? ne olurdu
    onların geceleri pıhtılaşmış olsaydı köklerle? ne olurdu
    büyük çukurlar sıkılmış olsaydı günlerinden?

    Öyle olsaydı bile, bu kaşık dolusu acı sürüp gidecek bizimle,
    sürüp gidecek şu bizden sonra gelenlerle de. Ezilecek Ekim
    yaprakları gibi salıvermek için mis kokularını, gelişip serpilecek
    mayanın değişiminde.

    Kızaran etin yoğun dumanında, kararan taşta, ortasında
    bütün bu karman çorman yiyip içmenin, bak nasıl parlatıyor
    geleceği saf ve eskil bir yasa dünyanın ilk gecesinde. Bak
    nasıl yavaşça kızarıyor ekmeğin kabuğu ve atıyor hamurun kalbi
    sabır oturduğu sürece ateşin kıyısında.

    Ve hiçbir şey dokunamaz onun sessizliğine sabaha kadar.
    Dağınık bir yatak gibi küllerin altında, izle yuvarlak
    somunları ve köşeli somunları kabarırken. Hisset onların
    derin hayvani ateşini ve ustaca kapatılmış nadide kalbini
    kafese tutsak bir kuş gibi.

    Oh! Tekrar yaşıyoruz! Gün başlıyor yeniden kentin siluetinde
    Tanrı doğmuş olabilir, geri dönerken O, solgun bir çocuğun
    suretine bürünebilir. Ürettiğimiz ise şey çoktan başladı
    kahverengileşmeye ve enfes kokular yaymaya.

    Açlığını bastırsın diye bir parça ekmek verelim o çocuğa.

    Ve zamanı gelince uyuyacağız, ağır hayvanlar, Festivalin
    ve sarhoşluğun tanıkları alıyor bizi içine bu sabah
    ve gün ışığı yerleşiyor dünyaya.

    anna hebert şiiri.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük