uzun süre uyuşturucu kullanıp beynimi iyice pamuk tarlasına çevirdikten sonra şunu farkettim; egomu öldürmeliyim!
hem sufizm basamaklarını hızla tırmanıp kamil olmak hem de geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış ruhumu kurtarıp carpe diem tadını alabilmek için, hem de bir okyanus içinde damla olduğumu hissedebilmek için o bitmek tükenmek bilmez lanet istekleriyle beni yarış atına, çift öküzüne, seks kölesine, sürekli isteyen ama tatmin olmayan bir karadeliğe çeviren egodan kurtulmalıydım.
bu iş için kiralık katillere gittim. ilk gittiğim deniz kenarında sazlıklardan yaptığı kulübesinde yaşayan emekli kiralik katil osman abiydi.
-selam osman abi, birini öldürmek istiyorum, duydum ki bu işlerde eskiden iyiymişsin, ben de öğrenciyim, fazla param yok egomu öldürür müsün?
-kimi kimi? dayını mı?
-yok abi, egomu, freud okumadın mı sen hiç?
-(elindeki şarap şişesini duvara fırlatınca sazlık duvar delindi ve o sinirle bağırdı) bu ellerle miiiii?! hakkaten osman abinin elleri 7.4 deprem yemiş adapazarı belediye binası gibiydi.
not defterimde osman abi nin üzerini çizip bahadır abinin yolunu tuttum.
-selam bahadır abi, benim için egomu öldürür müsün?
-hmm, bundan 10 sene önce senin gibi biri daha gelip aynı şeyi istemişti benden
-ee? nolduydu?
-kadındı o, senin egona cin girmiş, rahmine yerleşmiş, gel çıkarim deyince kaçtıydı
-evet evet görüyoruz televizyonlarda hep ben gideyim artık abi
-otur balkabağı tatlısı yaptıydım, böğürtlen çayı da var, gece fırtına çıkacak yola çıkma
-yok abi, iyi böyle zaten balkabağı tatlısıyla da pek aram yok
bahadır abi (hala abi diyorum) bu iş için uygun değildi.
listemdeki son isim olan zen usta nın yerine gittim. bursa küçük sanayinde bir zen atölyesi vardı. kapısında da kocaman zen usta yazıyordu.
-iyi günler zen usta
-dur bakim, sen, evet sen, yeteneklisin ama hepsi o kadar
-yani?
-yani sen zaten cevabı biliyorsun, üzgünüm dedi
kafamdan aşşa kaynar sular dökülmüştü,
-usta ben başka bir şey için gelmiştim, sen beni yanlış anladın dedim, ben ego mu öldürmeni istiyorum
-dur bakim, hmmm, kurabiye yer misin, ayrıca vazo için de endişelenme dedi
ulan ne vazosu hangi vazo diye sağa sola bakarken sen tut koca vazoyu devir, usta sandalyeden kalktığı gibi demir levyeyi kapıp sanayi çarşısında beni kovalamaya başladı
-usta hem endişelenme diyorsun, hem vazoyu kırdım diye beni levyeyle kovalıyosun, derin nefes al zeninin adamı ol az ya meddatif ol ne kızıyon diye bağıra bağıra kaçarken,
-lan ben sana o vazoyu mu dedim, küçük olanı dediydim, diye beni rezil edene kadar kovaladı.
akşam eve yorgun döndüm, bu işi kendim yapmalıydım. eski esvgilimi aradım,
-alo aşkım
-biz ayrıldık ne aşkımı
-ya biliyorum da mesele başka, aşkım egomu nasıl öldürürüm help me bebek dedim
-egonu şişirmek yerine balon şişir, ben denedim işe yarıyo dedi
-aşkım seni çok seviyorum diye bağırıp suratına kapattım
aradığım cevap buydu, yıllardır gözümün önünde duruyodu ve ben onu nasıl da görmemiştim, ah kafam ah! zen usta beni takip etmiş, duvardan içeri girmiş ve levyeyi kafama vurmuştu.
kendime geldiğimde artık arınmış ve egosuz bir insandım, şişirdiğim yaklaşık 20 balonu alıp trt ye başvurdum ve ben sizin babanızım diyen bir adam vardı, bunları ona vermek istiyorum nerede bulabilirim dedim, içlerinden uzun saçları olan ve yüzü görünmeyen birisi yavaşça kafasını kaldırıp bana bakınca aman allahım ilhan irem bu! diye bağırıp boynuna atladım. beraber içmeye gittik, bunca yıldır neler yaptığını anlattı. sonra harun kolçak da katıldı bize, yunuskenki hayatını anlattı. garip bi üçlü olmuştuk, hiç gocunmuyordum, egosuz ve dertsiz bir insandım artık.
balonları alıp eve gittim ve güzel bir uyku çektim. zaman zaman o günler aklıma gelince balkona çıkıp balon şişirip elimden bırakıyorum, füze gibi döne döne inip sokağa düşüyorlar. işte bu aq diye bağırıyorum balkondan, işte hayat bu a q!