efendiler nereye

entry2 galeri0
    1.
  1. (bkz: refik halit karay) 'ın; on yıl gibi kısa bir sürede osmanlı devletini parçalayan,bir milleti,tarihi ve medeniyeti yokeden, mason ve sabetaycıların gözdesi, ellerine sultan abdülhamid'in kanı bulaşmış, ülkeyi düşmanın kucağına bırakarak bir gece ansızın bir alman denizaltısına binerek kaçan üç sözde paşanın (enver,talat,cemal)ardından kaleme aldığı, 5 kasım 1918 tarihinde zaman gazetesinde yayımlanan yazısının başlığı.

    ''Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?

    Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?

    Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup baş köşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?

    Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi eskiciye satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?

    Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üzerimizden aştılar...

    Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?''
    2 ...
  2. 2.
  3. ülkenin dibi gördüğü zamanlarda, Refik Halit Karay tarafından kaleme alınmış ve türkiye tarihinin bana göre en anlamlı gazete yazısıdır. Türkiye'nin herhangi bir anına cuk diye oturduğundan mıdır bilemiyorum, ne zaman gündem dolsa taşsa akılma gelir bu yazı. bugünlerde durup durup aklıma gelen kısmı ise şu:
    "bizde bu ölü kan,
    sizde o yaman surat olduktan sonra
    bir gün olur yine gelirsiniz.
    eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz."

    tamamını okumanızı da tavsiye ederim:
    efendiler nereye?

    “ziyafet bitti,
    fakat ağzınızı silmeden,
    elinizi yıkamadan,
    bir acı kahvemizi içmeden;
    efendiler nereye?

    yaz başlarında sırtı karnına yapışmış,
    sarı, sıska, cansız bir takım tahtakurular çıkar,
    iğne gibi vücudumuza batar,
    derimizi haşlarlar, kanımızı emerler,
    sonra sabaha karşı etli,
    canlı, iri yarı, şuraya buraya kaçarlar...
    galiba şafak attı, güneş doğuyor;
    tahta kuruları nereye?

    ücra dağ başlarında,
    gözleri ateşli, dişleri keskin,
    tüyleri dimdik aç kurtlar vardır.
    köpeksiz sürülere dalarlar,
    etrafa kan kemik saçıp,
    mideleri dolu inlerine koşarlar...
    galiba çoban göründü, köpekler havlıyor:
    tok kurtlar nereye?

    kedisiz evlerde fareler vardır.
    kilerlere girerler, dolaplara dalarlar,
    şunu bunu kemirip
    sağa sola koşuşup baş köşede gezerler,
    bir patırtı olunca deliklere girerler.
    galiba koku aldınız. kedi geziyor:
    koca fareler nereye?

    dul annelerin haylaz çocukları vardır?
    sandıkları kırarlar, paraları çalarlar,
    bohçaları aşırıp tefeciye satarlar
    ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar...
    galiba foyanız meydana çıktı.
    yakanız ele geçecek:
    ziyankâr evlatlar nereye?

    vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar,
    astılar, kestiler, kızdılar, kavurdular;
    nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar.
    memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar.
    eli sopalı, beli palalı, gözü kapalı paşalar
    damdan dama nereye?

    o zamanlar kalemler kırık,
    gözler yumuk, boyunlar eğri, ağızlar kilitliydi.
    gel diyordunuz,
    halk karnını yerde sürüye sürüye ezile büzüle koşuyor,
    ayaklarınızın altına sokulup tir tir titriyordu.
    git diyordunuz kapıya kendini dar atıyor,
    merdivenleri dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu.

    siz âmir olmadınız,
    sergerdelik [kabadayılık] ettiniz...
    siz valilik yapmadınız, asesbaşılık [polis şefliği] ettiniz...
    efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız...

    as deyince sıra sıra dar ağaçları kurulur,
    yak deyince alev alev meşaleler tutuşur,
    bas deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü
    . elinizde zindan anahtarları,
    belinizde idam ipleri,
    sırtınızda dar ağaçları vilayet vilayet dolaştınız.
    ali’ye çattınız, veli’yi bastınız,
    ahmed’i kazıdınız, mehmed’i kavurdunuz,
    beş senedir her tarafta kargalara
    insan leşinden ziyafet çektiniz.

    muhalif mi? al aşağı.
    muharrir mi? vur başına...
    türk mü? sür ölüme...
    rum mu? iste parasını...
    ermeni mi? kes kafasını...
    arap mı? çek ipe...
    kadın mı? gönder eve...
    haydut mu? buyurun köşeye..
    . külhanbeyi mi? gelsin yanıma...
    yahudi mi? sor fikrini...
    kalan kimseye at sopayı...
    paraları koy cebine...
    işte sizin programınız bu!

    palalarla sopalarla işe giriştiniz;
    sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz;
    babaları, evlatları yoktan yere harcayarak
    anadolu içerisinde dul kadından,
    yoksul yetimden başkasını bırakmadınız.
    ne oluyordunuz?
    bu kanlı işgüzarlıklar,
    bu canavar akını,
    bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti?
    ne kazanacaktık?
    dünyayı mı alacaktık,
    mısır’a sultan mı olacak, hind’e şah mı gidecektik?

    sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla
    gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri..
    şam’da, halep’te az daha namınıza hutbe okutup,
    isminize sikke kestirecektiniz.
    yenilik sizde, kahramanlık sizde,
    avurt zavurt sizde, caka tavır hepsi sizdeydi.
    şimdi böyle sinsi sansar gibi
    tavandan tavana nereye?

    evet, nereye gidiyorlar?
    mahalle kahvesinden bir adımda sadarete,
    meyhaneye iskemlesinden bir basışta nezarete,
    tulumbacı koğuşundan bir hamlede valiliğe eren bu türediler:
    nereye gidiyorlar?

    kendileri kürklere büründüler,
    milletin derisini soydular.
    kasalarına altın doldurdular,
    bizim ceplerimize kağıt tıktılar.
    halk sersefil cami avlularında yatarken
    çiftlikler aldılar, kâşâneler yaptılar.
    açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak
    haspalara ziyafet çektiler.
    susuzluktan kavrulanların testisini aşırıp havuzlarını doldurdular...

    halk sokaklarda pösteki kemirirken,
    onlar konaklarda ebabil beyni yediler,
    kuş sütü içtiler. anamıza sövdüler,
    babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler.
    işte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar.
    zira damarlarımızda bir damla kan,
    kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı
    yakalarına yapışır, öcümüzü alırdık.

    halbuki kollarını sallaya sallaya
    yüzümüze tüküre tüküre gittiler!..

    aşk olsun, at da size yaraşır, meydan da!..
    bizde bu ölü kan,
    sizde o yaman surat olduktan sonra
    bir gün olur yine gelirsiniz.
    eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz.

    biz size “kırk katır mı, kırk satır mı?” diye sormadık.
    yarın sizin bize: ölümlerden ölüm beğen” demek
    artık hakkınızdır.

    lâyığımız olan paşalar!
    topumuzun kellesini kesmeden nereye?”

    internette pek çok yerde bulunabiliyor bu yazı. ben bunu ekşisözlükten aldım. ancak bir ara eksik yanlış var mı diye kontrol etmem gerek. yazı murat bardakçı'nın ittihadçı'nın sandığı kitabında bulunmaktadır.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük