edip cansever

entry920 galeri57 video7
    873.
  1. en sevdiğim 2.siiridir kendisinin.

    Baylar!
    Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
    Karşınızda eylülün sesi
    Ağustosa çekildi, eylülün sesi
    Birazdan konuşacak
    "Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."

    Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
    Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
    Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
    Yosunların kapılara usulca
    Tırmanıp yerleştiği
    Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.

    Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
    Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
    Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
    Eylül ki, sorabilir mi
    Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
    Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
    Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.

    Dahası
    Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
    Bir boşluuğu giyinmek mi olur
    Olsun
    işte karşınızda ekimin sesi
    Kasımın sesi sonra
    Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
    Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.

    Her şey o kadar dokunaklı ki
    Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
    Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
    Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
    Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
    Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

    Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
    Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
    Tam kendini okurken
    Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
    iyi tanımal dünyayı
    Açın radyolarınızı: eylülün sesi
    Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.

    Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
    Gözlerimiz tozlanmış, kirli
    Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
    Sıkılmak iyi baylar
    Biz hazır tuttukça böyle
    içi yangından alev alev
    Dışı buz tutmuş kalplerimizi.
    0 ...
  2. 874.
  3. 875.
  4. Gömdüm hepsini geliyorum
    insan yaşıyorken özgürdür
    Ölürler ki bir gün gömülür.
    içimizdeki ölüler
    Dışımızda ki ölüler
    insan yaşıyorken özgürdür
    insan yaşıyorken özgürdür
    insan yaşıyorken özgürdür.
    2 ...
  5. 876.
  6. "Bir Su Yılı Denebilirdi...

    Bir su yılı denebilirdi geldi geçti 
    Üstünde durmuyorum 
    Terledim, bulanık baktım 
    Ne varsa kendiliğindendi 
    Hemen hemen evden çıkmadım. 

    Sanki avuçlarımda sürekli 
    Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği 
    Ola ki makyajı bir oyuncunun karışmış gözyaşlarına 
    Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci 
    Avuçlarımda sürekli 
    Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum 
    Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi 
    Kuru 
    Artık kullanılmayan bir demiryolu 
    Kararmış, kırık dökük 
    Üstünde bir yük vagonu. 

    Mavi bir araba kapımın önünde 
    Bütün yıl 
    Bir su yılı 
    Kapısını kimse açmadı 
    Açıp kapamadı hiç kimse 
    Aslında mavi de sayılmazdı pek 
    Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde 
    Yani sabah güneşlerini denizde 
    Günbatımını denizde 
    Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona 
    Çünkü düşler gerçekle 
    Gerçekler düşle 
    Anlayınca bir gün buluştuğunu 
    Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu 
    Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte 
    Damağın dudağın alışkanlığına karşı 
    Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de. 

    Hadi anlat deseler anlatamam 
    Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi 
    Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi 
    Nedir ben bilemem ki 
    Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri 
    En yakın yeri 
    En uzak yeri 
    Bitmeyen yeri 
    Bitecek yeri 
    Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın 
    Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri. 

    Gözlerim sevdim seni 
    Köklerim gözlerimin 
    Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi."

    Bu şiiri okurken insanın gözleri doluyor. Zaten benim bir şiir okurken gözlerim doluyor..!!!
    12 ...
  7. 877.
  8. insan yaşıyorken özgürdür
    insan yaşıyorken özgürdür.
    0 ...
  9. 878.
  10. ...oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
    bu kımıltısız gövde
    görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi...

    dizelerini yazan ikinci yenici şairdir.
    0 ...
  11. 879.
  12. "Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki."

    Tomris uyar'a...
    5 ...
  13. 880.
  14. ‘ Gün, hafta, ay, yıl derken sadece şunu anladım: eskiyor ama eksilmiyor kalp ağrısı. ‘ demiş.

    Kalbinize iyi davranın, yanılıyor olamaz edip abi. Hadi bay.
    1 ...
  15. 881.
  16. belki de alıp başımı gideceğim
    biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
    nereye, ama nereye olursa gitmenin
    hüzünle karışık bir ağrısı.
    8 ...
  17. 882.
  18. Kaçsam o da bir türlü karanlık şimdi
    Ne kadar aynı bir dünyadayız seninle
    Aşka, döğüşe, maviye yetmek için
    Biriyim, cesurum, var mısın ellerime,
    Bir başka sabaha kadar içelim?

    Yerçekimli Karanfil - Edip Cansever
    8 ...
  19. 883.
  20. 884.
  21. içten içe işler sözlerini bedenimize. Gözlerimiz kulaklarımız gibidir; duyarcasına okur. Çünkü her satırı özletir insanı..

    Gülüşümü ıslattım —kar yağdı bütün gün—
    Daha yağsın
    Kar yağsın bütün otellerin üstüne
    Üstüne üstüne bütün otellerin
    Kar yağsın
    Lacivert gözlerine Seniha'nın

    Hiç bitmesin, yağsın
    Karla dolsun göğsünün katedrali
    Avluya düşen org uyansın

    Özlemim sanadır, varsın
    Kar yağsın, daha yağsın
    Seni andırıncaya kadar.
    2 ...
  22. 885.
  23. Her gün biraz daha yalnız Robespierre
    Ve Fransa biraz uğultulu
    Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay
    Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği
    Her yalnızlık biraz ihtilal.
    2 ...
  24. 886.
  25. Bugün ölüm yıl dönümü imiş.

    “Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
    Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
    O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
    Derken karanfil elden ele.
    Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
    Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
    Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
    Birleşiyoruz sessizce.”

    Dizeleriyle analım, elden ele uzatalım karanfilleri. Devri daim olsun.
    6 ...
  26. 887.
  27. Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
    Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
    Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

    Hiçbir şey! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
    Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
    Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
    Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
    Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
    Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
    Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
    Deriz ki, “şuram ağrıyor” bir de, “başım dönüyor”, “yanıyor avuçlarım”
    Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
    Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına
    Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
    Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-
    Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
    Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
    Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin
    Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan
    Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan
    Korkunçtur -bunu anlıyoruz- bir yüzün en çoğul beyazında
    Korkunçtur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında
    Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla
    Korkunçtur korkunç!
    Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum ayrıca
    Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
    Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden her şeyin bittiğini
    Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
    Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
    Ansızın bir ürperişte: bitti mi her şey bitti mi
    Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
    Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
    Bırakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır gibi
    Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
    Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
    Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
    Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
    Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
    Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
    Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
    Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
    Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla

    Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
    Anılar bulacaksam – anılar mı dediniz? – ne sesli bir vuruşma
    Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
    Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
    Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
    Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
    Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
    Zorlanmış bir gülüşten – iğrenip birden – kusmalar, bulantılar
    bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
    Ölüler bulacaksam – ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar –
    Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün?
    Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda?
    Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık bir şey insanın sonsuzunda.
    Bu kadarcık bir şey – iyi ya, peki, şimdi kim var sırada? –
    Sakın ha! Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
    Yok deyin çünkü biz.. Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
    Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza!
    Örneğin bir kahve falı? Az müzik? Diyorum biraz iskambil!..
    Ama hiç seslenmeyelim – seslenmeyelim – içimizden oynayalım.
    Ayrıca,

    – Dört kişiyiz!
    – Hayır on!.
    – Bin kişiyiz!
    – Bana kalırsa..

    Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında?
    Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya..
    Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz? Ne tuhaf biraz anlıyorum.

    – Üç karo!
    – Pas diyorum!
    – Susalım baylar, dört kupa!

    Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz? Susalım!
    Susalım – niye susalım – Anılar mı dediniz? Ne sesli bir vuruşma!
    Ya sonra? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra?
    Gene mi? Başladınız mı? Peki şimdi kim var sırada?
    Sakın ha!
    Biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza.
    Yok deyin çünkü biz..
    Biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
    Ne güzel ağzımızla..
    Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada olmayı.
    istiyorum – sahi mi? – ama isterseniz siz olun.
    Siz olun, biz olalım, kim olacak? – hep böyle oyalansanıza –
    Yani; “Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa.”
    Gibi oyalansanıza,
    Biraz oyalansanıza.

    Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
    Bir söz başka olamaz sözden gibi
    Bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
    Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
    Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
    Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
    Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
    Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
    Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

    Hiçbir şey! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek, biliyorum
    Kimse bir gün kimseyi sevmeyecek korkuyorum
    Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
    Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
    Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
    Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
    Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
    Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
    Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu hiç bilmiyoruz
    Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
    Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
    Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
    Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
    Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
    Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
    Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
    Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
    Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
    Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
    Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
    Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya
    Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.

    (bkz: ne gelir elimizden insan olmaktan başka?)
    16 ...
  28. 888.
  29. 33 yıl olmuş mu Edip? Yılları sikip atmış kaleminle ah bu mümkün olabilir mi?
    *

    Ama hiçbiri istediğimiz gibi değil
    Eve dönünceye kadar bitiriyoruz
    Çaldığımız her şeyi
    işte bunun içindir ki bir yere gitme isteği içimizde
    O sonsuz
    Ve her zaman bir sokak yaratıyor karşısı
    Rahata büyütülmüş bir oda
    Yeni açmış akasyalarıyla
    Bir bahçe bir bahçe
    Genişe gülmek gibi
    Avunuyoruz onlarla
    O  kadar avunuyoruz ki avunmak bile değil
    Anlaşıyoruz çaresiz
    —Bizi karşıya geçirin bay polis!
     
    3 ...
  30. 889.
  31. iSTEK

    Çünkü ağzım öyle istedi
    Dudaklarım öyle istedi
    Ve göğsüm ve avucumun çukuru
    Ve arkam ve önüm ve boynum
    Öyle istedi
    Çıplaklığımla övünürüm
    Dişiliğimle övünürüm
    Benim olan her şeyi kullanırım
    Kullanmak ayıp mıdır? değildir
    Ayıp olan ki nedir?
    Ben bunları bir güzellik bilirim

    Yüreğimin gözlerini kapatma
    O ben ki her şeye daha iyi -bakayım
    Bir evdeki dört kişiden biriyim
    Kendimi onlardan istedim mi? istemedim
    Sözlerine uydum mu? hayır uymadım
    Ve bana demediler ve zaten demediler
    Herkes suyuna daldı
    Levyatanı olta ile çekebilir misin
    Herkes suyuna daldı
    Yüreğim pekişiktir.
    2 ...
  32. 890.
  33. Unutulmuş gibiyim ben.
    Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir.
    Bilmem ki nasıl anlatmalı?
    Yalnız bile değilim.
    Belki de yalnızlıktan
    Daha fazla bir şey bu.

    - Edip Cansever
    3 ...
  34. 891.
  35. Şu dizelerine bitiyorum aşırı aşırı güzel.

    ... Dursa ki kapılardan girince süslü bir ayna mı olur
    Kullanılmamış bir bıçak mı
    Dursa ki bir anda bir iki yıl birden dursa
    Pas üşüşür bıçağa
    Ayna gizli gizli dökülür
    Ben o zaman giderim, ötelerden bir şeyim...
    1 ...
  36. 892.
  37. açardım ben de içimi -bu şehir kimin?
    kimsenin değil-
    baktıkça,baktıkça oraya bakır
    ne düşerse içine zehir
    köpürür köpürür köpürür
    önce asit,derken bir doğa parçası gibi
    yaprak bir parça yaprak olana kadar
    su bir parça su olana kadar
    ben onlara su ve yaprak diyene kadar
    demek istediğim yaşamak bir parça yaşamak oluncaya kadar
    zamanlar, zaman sürüleri...

    otel / kirli ağustos /1970
    0 ...
  38. 893.
  39. her sevda başlangıçtır bir yenisine.
    öteki başkaldırır daha bitmeden diğeri.
    biz isteyelim istemeyelim sürüp gider böylece.
    0 ...
  40. 894.
  41. tragedyaların en güzeli üçüncüsünden bir parça bırakıyorum. çok uzun şiir keşke daha da uzun olsaydı. kirli ağustostan selamlar gönderelim şairime.

    "Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
    Doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
    içimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar
    Bir yarasa ayaklanır. Aç gözlü bir kuş
    Varır kocaman bir şey olmanın bilincine
    Birden bir ses biçiminde, radyomuzun içinde
    Duyurur iki caz parçası arasından biri
    Ya gülünç bir yas töreni
    Ya toptan bir öldürme.

    Belki de
    Soğumaya yüz tutmuş bir fincan sütlü kahve
    Dönüşür ellerimizde kanlı, kırbaçlı
    Bastırılmış bir greve, yırtılmış dövizlere
    Örneğin üç yüz ölü, bir o kadar yaralı
    Ve sömürge şapkalı ve sten tabancalı
    Gözü dönmüş biriyle
    O güvenlik manşetleri birtakım gazetelerde.

    Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
    Belki en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
    Ki bütün işkenceler, ezinler ve kırımlar
    Damlayan bir musluktur yerine göre
    Yoksa bir enkaz altında bir ölüm
    Ya da puslu bir havada, bir cinayette
    Bir ölüm
    Ölümün anlamı ne?"
    2 ...
  42. 895.
  43. "kim bulmuş ki yerini şairim
    kim ne anlamış sanki mutluluktan"

    bırak da uyuyalım şairim.

    (bkz: gelmiş bulundum)
    2 ...
  44. 896.
  45. "Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
    Benim atım her zaman
    Kim bilir kime sesleniyorum, sessizlik
    Yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından
    Yaz gelmiş, zakkumlar açmış, elimi bile sürmedim
    Sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim
    Ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan.

    Ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum
    Benim atım her zaman."

    (bkz: yılkı)
    2 ...
  46. 897.
  47. (bkz: Gecenin şiiri)

    I

    Biliyorsunuz parkların
    Sizi çağıran tarafları
    insanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
    Orada saklanıyor onlar
    Çünkü her türlü saklanıyorlar orada
    Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla
    Dağınık mavisiyle gözlerinin
    Sevgi vermez kadın uçlarıyla
    Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak
    Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin
    Yalvaran bakışlarıyla –nasıl da sevimsiz-
    En kötüsü, belki en kötüsü
    Bir duygu açlığıyla soluyarak
    Parklara yerleşiyorlar, parkların
    Onları çağıran köşelerine
    Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah
    Bacak aralarından
    Çömelmiş, öyle sakin
    Selamlıyorlar
    “Günaydın” diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına
    Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından
    Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor
    Acılar alıp veriyor dünyadan
    Dillerini gösteriyorlar, diz kapaklarını
    Bir sıkıntı şiiri gibi
    Sıkıntı
    işte
    Tam orada duruyorlar.

    II

    Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
    Her cümlede iki tek göz, bu kimin
    Ya da kim korkuttu bu kadar sizi
    Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
    Ya da tam tersine
    Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
    Sulardan ürpermek gibi dokununca,
    Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
    Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
    Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
    iş edinmişim öyle kimsesizliği
    Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
    Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
    Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
    Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

    Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla
    Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi
    Onu da tatmak gibi
    Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek
    Ama gitmenin saati geldi
    Kirli bir gömleği çıkarıp asmak
    Yıkayıp kurutmak ister ellerimi
    Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da
    Açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? -
    Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim
    Bilirim ama çok bilirim kapadığımı
    Öyle iş olsun diye mi, hayır
    Bilirim içerde kendimi bulacağımı
    Dışarda görüldüysem inattan başka değil
    Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni
    Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi
    Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum
    Ve açıyorum bütün muslukları
    Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı
    Ne geldiği, ne de gittiği yer belli
    Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum
    Alıştım istemiyorum.

    III

    Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum
    Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz
    insan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü
    Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum
    Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum
    Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı
    Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı
    Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna
    Değişmek
    Biri mi öldü, bir mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
    Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana
    Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma
    Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan
    Ve geçilmiyor ki benim
    Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

    Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz
    Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan
    Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum
    O yapayalnız olmaktaki kendimi
    Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi
    Sanki ben upuzun bir hikaye
    En okunmadık yerlerimle
    Yok artık sıkılıyorum.

    Umutsuzlar parkı’ndan bir alıntı.
    Devamı diğer gecelere.
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük