bugün

Acı bir tütünden çıkardım bu şarkıyı
Kalbimde doğup batan güneşlerden
En çok da bir karanlığı bırakıp gittiler bana
Ve bu suskunluğu, bu karamsarlığı...

görsel

Biricik ikinci yenimizin inci tanesi, sen şiir yazmasaydın şiir eksik kalırdı.
Hakkında hep söylediğim bir şey vardır: bu adam, sözü yazıya taşımıyor. Tıpkı derrida'nın kasettiği gibi yazıya kendine mahsus bir varlık veriyor. Yazdığıyla, şiirleriyle önceselleşiyor ve bu bir köken olarak değil.

Daima özgün bir ritim, üslup ve tavırla kendi kendisi başlı başına şiir olan bir adam. Kendisine olan temayülüm ve sevgim bilindik ama sadece bununla sınırlı değil, bana kalırsa o ayrıca düşünceyi işliyor, Heideggerian anlamda şiirinde doğruluyor düşünce.

1928'de bugün dünyayı teşrif etti ve şiir var oldukça var olmaya devam edecek. Büyük büyük sevgiler.
Şiirleri bir yana ismini duymak bile yüzümde tebessüme sebep şairim. Kendine yeni bir göz yaratmış ya da şöyle iki eliyle hayatı bi aralayıp öyle bakmış gibi her şeye.

Şey, seni elimden geldiğince biriktiriyorum böyle; hem zihnimde, hem yüreğimde, hem de oynamayı sevdiğim telvelerde. iyi ki doğmuşsun.

görsel
https://youtu.be/08PEfC4XmAk

Ahmet abi - Edip Cansever
Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz?
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde
Birinin elinde gazete ve süt
Gazete mi, evet gazete!
Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor
Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar..
Cebimizde nikel
Cebimizde sarılmış ölüler halinde..

-saate bakmak.
Burada yahut sosyal medya platformlarında 2 beğeni alacağım diye paylaşmanıza hiç gerek yok. Eğer ilginiz varsa şaire ve şiirlerine "sonrası kalır" kitabını alıp başucu kitabı yapın. Siz yeter ki alın ben öderim gerekirse. Evet.
seni yanımda gezdiriyorum aşk kelimesi
uyanık, duygulu, her günkü yanımda
bilmem ki ne yapsam, ne etsem bu sevinirliği
kendimi görmeye parklara gidiyorum.
şiirlerini okumaktan vazgeçemeyeceğim üstün yetenekteki merhum şairimizdir.
görsel
(bkz: masa da masaymış ha)
Biliyor musun? Az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var

Sen o karanfile eğimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu? Bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele...

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce
vaktinde gösterişli saçlara sahipmiş. lepiska saçları birden dökülmüş. kendine bakan, özen gösteren biriymiş. vitaminlerini alırmış. müzik bilgisi de oldukça iyiymiş.
haçaturyanı üst üste 3 kez dinlermiş. döneminde t. s eliot'un şiirlerini önüne alır uzun uzun bakarmış. bu sebeple bazı çevreler kendini onunla özdeşleştirmekle itham etmişler. şiir yazarken alkolü bırakırmış. bonkörmüş. sohbetlerinde savunucu olduğu için öfkeli olarak tanınmış.

(dostlarının anlatılarından toplanan bir kitaptan)
Bir kadın nasıl sevilir diye sorsalar cevabı Edip'in sevdiği gibi olurdu herhalde.

Yıllarca bir kadını sevmiş ama öyle bir sevmiş ki kadında bu duyguların karşılığı olmamasına rağmen kadın onun için "o benim her şeyimdi." Diyebilmiş.
en sevdiğim 2. Yeni şairlerinden ve mendilimde kan sesleri ve gökanlam3 şiiirleri kalbime bu saatlerde ok gibi saplanır.
nasıl olacaksınız ruhi bey
bugün de erkencisiniz ruhi bey
şarapla bira mı içiyorsunuz ruhi bey
böyle sabah sabah ruhi bey
akşam akşam ruhi bey
akşam sabah ruhi bey
cıgara alır mıydınız ruhi bey
yakalım ruhi bey, yakalım
böyle üşümüyor musunuz ruhi bey
benim de ayakkabılarım su alıyor ruhi bey
ne olur ne olmaz
önümüz kış ruhi bey
ee, daha nasılsınız ruhi bey
– iyiyim, iyiyim.

(bkz: ben ruhi bey nasılım)

bir şarap şişesi en yüksekten yere düşmüş de dağılan her bir parça bu muazzam ve zarif şiiri oluşturarak yeniden bir araya gelmiş gibi sanki.
Cemal Süreya'nın onun için " her şeyin fazlası zararlıdır ya/ fazla şiirden öldü edip Cansever. " dediği
Türk edebiyatı'nın önde gelen şairlerindendir.

"... Ben gelecekten korka korka dönen bir mutluyum
Dünyanın bu küçük sesini işit
Bak,bir dalı,bir örtüyü,bir denizi tutan ellerime..."

görsel

Edit: efenim, edip Cansevere ithaf edilen söz, Gülten Akın' a değil cemal Süreya'ya ait.
görsel
"vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
vaktinde anlamanın sevinci mi
ya da biraz geç kalmanın
o gereksiz tedirginliği mi
hangisi

ama belli ki sonundayız herşeyin
en sonunda."

bu dizeler kişide zamandan ve mekandan muaf tutulup yüksek doz iç muhasebeden ölme isteği doğurmakta. hayatın ne istediğini bilmediğin 20'li buhran dönemlerinde de, en olgun en kararlı 40'larına da, ne istendiğinin bilinip buna karşın her şeyin anlamsızlaştırıldığı yaşlılığında da insanın iç muhasebesinin dizeleri bunlar. en keyifle yaptığın şey ne ise onu bölüp, biraz ekşilik katmak için kaleme alınmışır bu dizeler.
Sadece şiir yazmayan, şiiri yaşayan ve hatta şiir olan şair. Bütün şiirlerinden kendilerini dinleyenler anlayacaktır seni. Binlerce yakup.
aşağıda bağlantılı videoda kendisi ben ruhi bey nasılım adlı eserini, ruhi bey tiplemesini, şiirde kullandığı teknikleri bizatihi anlatmış. konuşması, duruşu ve mizacı çok hoş.

https://www.youtube.com/watch?v=gKaWkPf3rWY

canım sıkıldıkça açar izlerim.

"şiiri açıklayan yine şiirin kendisidir." diye bitiyor.
videoyu izledim de adam neler düşünerek yazmış biz ot gibi okuyalım.

https://www.youtube.com/watch?v=2NQRku6VJqU
görsel
kapalı çarşıda halıcılık yaparken carpet, rug diyerek turist kazıklamaya çalıştığı gelen rivayetler arasında olan şair.
gölge dolaşır geceyle esmerliğin arasında
-bir an- bakışların mavi denizle gök arasında
bir uyumsundur sen -yazlar gezinir kış günlerinin içinde-
sabahları bir şeyler noksandır, akşamları
noksanlardan oluşan bir üzünçlük sende.

ortalarda bir yerdesin -öylesin-
bir kavşaksın nedense - bir şeyle her şey arasında-
günün her saatinde -duyuyor musun-
imgeler birbirinden korkuyor.

belirsizlikler 2
kapalı çarşıda halı,kilim satarken dedemle bi alışverişi olmuş. dedemin küçük bi halı dokuma atolyesi var. neyse edip bey de dedemden biraz kapora verip, kalanını sonra vermek kaydıyla baya bir halı,kilim almış ama gel zaman git zaman parasını ödememiş. dedem kaç defa parasını istemey gitmiş ama kapalı çarşı esnafıyla üstüne yürümüşler dedemin.

öyle anlatırdı dedem.
"içerikler" isimli 7 bölümden oluşan şöyle bir şiir yazmış:

i

ilk dizesi olmayan bu şiir
öncesiz bir dala benzeyecektir
nasıl ki başlangıcı yoksa yolculukların
sonu da yoksa
ağaçsız bir dal gibiyse her yolculuk.

sevda, acı, mutluluk
onlar da
zamanla bir başlarına kalacak hepsi
öncesiz ve sonrasız
içi boş odalar gibi.

anımsa istersen yıllar sonra
yaşamdan onca yorulup
ne çıkar, söz gelimi bir öğle vakti.

ii

konuşuyoruz desem konuşmuyoruz da
ayrı ayrı şeyler düşünüyoruz üstelik
birbirimize bakarak
ne seviyoruz ne de sevmiyoruz birbirimizi
ne varız ne de yokuz gerçekte
iki lamba gibiyiz, iki ayrı yerinden
aydınlatan odayı

değilsek de yakın birbirimize
uzak da sayılmayız büsbütün
gökyüzünde iki uçurtma başıboş
yan yanayızdır sadece

her çiçek bir çoğulluktur gününe göre
yalnızlık bir çoğulluktur
sanırım bir giz de yok bu beraberlikte.

iii

kötü bu, susmuştuk, şimşirler hışırdadı
yapıştı suskunluklarımız birbirine
bir o konuştu yalnız – yine o –
en gencimiz belki de
dalarak uzaklara, çok uzaklara
insan: mavinin içindeki düşünce!

topladık meyveyi biz – topladıktı kendi kendimizi ağacımızdan –
soyduktu kabuğunu, kırdıktı çekirdeğini çok
bilinmez olan ne?

anımsanmasıydı sanki herhangi bir olayın
hızlandıkça adımlarımız
yağmurda, yolun üstünde.

iv

şurada şurada
ıslak palmiyelerin altında
yağmurdan ıslanmış palmiyelerin altında
yağmurdan yağmurdan yağmurdan
ıslanmış ıslanmış ıslanmış
palmiyelerin
altında.

güneş kurutuyor onları
yağmurdan ıslanmış palmiyeleri kurutuyor güneş
palmiyelerin altında
ne vardı palmiyelerin altında
ne vardı, ne yoktu, ne olmalı
altında palmiyelerin.

taş kesilmiş taş
duruyor kıpırtısız
bir çakıl kadar sade
o işte, o avuntusuz vakit.

v

venüs ve turunç! doğuyordu bizden, içimizden,
kara güneşi akşamın
böyle bağırdı biri. eski hüzünler kazılardan çıkarılmış heykellerdir
tanrılardır, mezar yazıtlarıdır – yaşamazlar, andırırlar sadece –
diye ekledi sonra. hüzün özüne sinmiştir evrenin
bu eğim, bu bükülüş, bu yükselti, bu derinlik?
belliydi, sürdürsün istiyordu konuşmayı.

batınca güneş herkes birbirine baktı -nedense-
özgün bir şeyler söyledi çoğu
o sustu yalnız, şiire inanmadığı için değil
mozaikten bir tasvir gibi birleşti, parçalandı
yaratılmak istiyordu yaratırken.

kim? ne zaman? hangi ülkede yaşamış?
bilen yok, hepsi o kadar
toparlanıyorduk, susmuştu ağustos böcekleri de.

vi

yüzüne bir haç çizdi, külden ve kireçten bir haç
acıdan, menekşeden
oturdu çeşmenin taşına, su içti
susmamı söyledi yakınarak -ilk o görmüştü anlaşılan-
bak dedi - usulca - deniz dalgaların üstünde
göğün eğrisindeyse bir alev çanı
görüyor musun?
gördüm, bir gidip bir geliyordu yüzünde
acıdan menekşeye
kireçten küle.

dokunsam, duysam, yaratsam, diyordum ben de
ve sunsam ona, denizin sunuşu gibi kendini dalgalara.

ona, yalnızca ona
beni bir deniz kabuğundan daha ayrıntılı yapana.

vii

ne olmuş kıyıda gördüğü yengeç - ilk bunu sordu -
dumanlar içindeymiş o gün kasaba
kimmiş vurulan ormanda, kayın ağacının altında?
halatı kopan gemi - neredeymiş şimdi -
yıkılan otel - hadi neyse - ya boşluğuna alışamayan karanlık
- az kalsın unutacakmış - neredeydi sahi?
odasındaki yuvarlak masa
konsol, konsolun üstündeki lamba?
- bir değil, iki lamba, eskimiş süt rengindeki -
ve sırayla musluk, lastik hortum, bahçe?
mezarlık, taş köprü.

yüzüme baktı uzun uzuan
“hiç değişmemişsin” dedi yavaşça
“bazı eşyalar anıdır” - bunu bilmezdim -
“bazı anılar eşya”
yaşlanmış bir düş gibiydi, yürüdü gitti.

geçti mezarlığı, oteli, taş köprüyü
yitecekti gözden tam
bir silah patladı ormanda - kimmiş vurulan ormanda -
öldü düş.