bütün hikayelerinin toplandığı kafam kadar kitaptaki bir aslanın hayatından pasajlar isimli hikayede ;
"istanbul'dan gelen bir padişah vardı. meleklerin atlar, horozlar, boğalar olduklarını; göğün altıncı katındaki birinin yetmiş bin kafası olduğunu; ve dünyanın sayısız yeşil boynuzu olan, gök mavisi olan bir inek tarafından taşındığını düşünmeden edemiyordu."
şeklinde bir paragraf var. sen de yalanmışsın ulan allan. ne gereği vardı şimdi. yahut ben hakkaten hiçbirşey anlamamışım.
yalnız, bir lovecraft olsun bir poe olsun kolay gelmiyor efendiler.
yaşamı ve ölümü üzerine türlü çeşit rivayetler bulunan, gizemli, efsanevi bir şair, yazar kişidir, ki hikayeci kimliği en önde durur benim için. zamanında ciddi anlamda başarılı korku öyküleri yazmıştır ve bu öyküler günümüzde, içinde benim de bulunduğum bir çokları tarafından hala, tekrar tekrar okunmaktadır.
Edebiyat dünyasının acılı devidir. Hayatı yoksullukla ve hüzünle doludur. En başarılı olduğunda bile evinin kirasını zor ödemiştir. Dünyanın en hüzünlü olayının güzel ve genç bir kadının ölümü olduğuna inanırdı.
baudelaire poe'yu kendine çok yakın bulmuş ve onun hikayelerini, şiirlerini çevirmiştir. eşsiz dahi olarak tanımladığı poe'nun trajik hayatı onu çok etkilemiştir. poe ile ilgili denemesinde şöyle yazar: "okuduğum bütün belgelerde abd'nin poe gibi daha hoş kokulu bir dünyada nefes almak için yaratılmış bir varlığın hummalı sıkıntısıyla baştan başa dolaştığı geniş bir hapishane, gaz lambalarıyla aydınlatılmış büyük bir barbarlık olduğu ve onun şair ve hatta ayyaş olarak iç dünyasının ruhsal yaşamının bu sevimsiz atmosferin etkisinden kaçmak için yaşam boyu süren bir çabadan başka bir şey olmadığı inancını edindim". fantastik hikayeleri ve düşlerle dolu derin ve kederli şiirleriyle tanınan hafifçe gülümseyen solgun ve hüzünlü yüzlü poe'nun melankolikliği eserlerinde de kendini göstermiştir; 'başkaları gibi değildim çocukluğumdan beri, görmedim başkaları gibi, ortak bir pınardan almadım tutkularımı, aynı kaynaktan almadım kederimi... 'acımasız kaderin azgınca, giderek azarak peşine düştüğü bahtsız usta; sonunda ezginden tek bir nakarat kalır geriye, sonunda ümidin kasvetli ezgileri şu melankolik nakaratı benimser: bir daha asla!'.
ölümü üzerindeki sis perdesi hala gizemini korumaktadır. o gece, hiç alışkın olmadığı bir giyim tarzıyla arka arkaya içki içmesi kafalarda soru işaretleri bırakmaktadır. kendisinin ölümü komplo teorisyenlerini de ara ara meşgul etmektedir. matthew pearl' in poe gölgesi adlı eserinin poe' nin son gecesi ile ilgili betimlemeleri gerçeklerden alınmıştır.
belki de sorun, seven, romantik, hayalgücünün enerji aşıladığı bir kalbin artık yorulmasıydı sadece. kim bilir ?
bu adamın yazdıklarını okuduktan sonra ele kalem almak ciddi bir cesaret işidir. insan çekinir, haddime mi diye düşünür? kelimelerin karanlık tanrılarının lanetleri hayatımı berbat ederlerse? onlar ki edgar allan poe'nun yazdığına şahit olmuş, onun kelimeleri ile tatmin olmuş. ya ben kim oluyorum demez mi insan? zaten eldeki o kalemin yazıya en ufak bir saygısı varsa, "vaktiyle ne eller, ne kalemlerle, neler yazmışlar, bir de benim kaderime bak..." diye düşünür ve kendiliğinden kurur.
Okumaktan oldukça zevk aldığım yazar. Hikaye anlatımlarının sohbetsel tarzı ve karakterlerin psikolojik boyutlarının sürükleyiciliği görülmeye değerdir. Genelde takıntının çıkış noktası olduğu katillik durumları tadına tad katar. Bütün şiirleri adlı kitabını edinmeli ve Kuzgun dahil tüm şiirlerini tatlı tatlı sindirerek okumalısınız. Geniş anlının altında çok şey yatıyordur bu adamın. Poe'nun Mezarına her doğum gününde şarap bırakan esrarengiz amcamızın bir daha uğramaz oluşu üzsede bay Poe' ya duyduğu sevgiden ötürü yüreğimizdedir.
baltimore'da meyhanede tamamen aklını kaçırarak ölmemiştir. meyhanede çok içip hastaheneye kaldırıldıktan dört gün sonra ölmüştür. ölürken de birşeyler mırıldandığı ancak anlaşılamadığı söylenir. çoğusu da sevgilisi virginia nın adını sayıkladığını söyler.
Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
ismi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
Evet! bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Yaz ortasındaydı
Ve geceyarısı,
Ve yıldızlar yörüngelerinde
Ölgün ölgün pırıldarken,
Daha parlak ışığında
Kendisi göklerde
Köle gezegenlerin arasında,
Işığı dalgalarda olan soğuk ayın.
Soğuk tebessümüne dikmiştim gözlerimi
Fazlasıyla - fazlasıyla soğuktu benim için
Derken kaçak bir bulut,
Geçti örtü niyetine,
Ve ben sana döndüm,
Mağrur akşam yıldızı.
Senin ışığın daha değerlidir benim için.
Çünkü yüreğime mutluluk verir
Göklerdeki gururun geceleri,
Ve daha çok beğenirim
O alçaktaki daha soğuk ışıktan
Senin uzaktaki ateşini.