Gothic edebiyatın üstadı. Şiirlerden nefret etmeme rağmen onun şiirlerini severek tekrar tekrar okurum. Favorim Annabel Lee'dir. Şiirin başından sonuna kadar sanki kız arkadaşının yüzünü okşarken söylenen sözler gibi gelir ta ki son kıtayı okuyup sahildeki mezar taşına konuştuğunu anlayana kadar.
Edgar Allan Poe gerek hikayelerinde gerekse de şiirlerinde korku ve aşk öğesini birarada en belirgin bir şekilde gösteren yazardır bence. Özellikle de Kuyu ve Sarkaç adlı hikayesinde engizisyon tarafından cezalandırılan bir adamın ölümle burun buruna geldiği anlarda ve yaşama tutunmaya çalışırken ki üslubu insana kalp krizi geçirtir.
iş hayatı olarak önce askeriyeye başvurmuş, ancak verilen görevleri düzgün bir şekilde yerine getiremediği gerekçesi ile kovulmuştur. daha sonra ise bir dergide işe girmiş ve buradan da hem alkolik olması hem de uyumlu olmayan, agresif yapısı yüzünden kovulmuştur.
uyuşturucu bağımlısı bir yazar. Amerikan gotik edebiyatının öncüsü. 40 yaşındayken bir meyhanede rahatsızlanıyor ve kaldırıldığı hastanede ölüyor. Cenazesine sadece dört kişi katılmış. Çevresinde çok sevilen biri olmadığı kesin.
''bizim ömer seyfettin bile daha iyi öykü yazıyor'' şeklinde korkunç bir cümleyi kurabilen insanlarca eleştirilen büyük usta. şaka şaka kendisi meşhur ama ben hiç okumadım şimdi yarak kürek argümanlarla yalandan savunmak istemem beybabayı ama ömer seyfettinin nesini beğenmediniz lan.
ömer seyfettin çok derin yazar. çok şaşırtmaçlı öykü sonları ve puslu bir dili vardır. okudukça okuyası gelmez mi insanın. bi ben mi severdim ömer seyfettini ya.
annabel lee gibi mükemmel bir şiiri yazmış olan adam. velakin hakkında öğrendiğim yeni bir bilgi ile oldukça şaşırmışımdır. şiirini "s" sesini hangi mısrada, kaç kere kullanırsa yeterince duygusal bir etki yaratır mantığıyla, matematiksel hesaplarla yazarmış.
kendisi amerikan edebiyatında tanrı olarak görülen, The Unparalleled Adventure of One Hans Pfaall adlı kısa öyküsüyle Jules Verne'e ilham kaynağı olmuş ve o zamana göre üst düzey astronomi bilgisiyle asparagas olduğu belirtilmeden yayınlandığı gazeteyi iflastan kurtarmış dahidir. ne yazık ki kendisi sefil bir hayat sürmüştür.
merhum Yazarımızın bugün doğum günüdür.
...
Yersiz bir derinlik düşünceyi karıştırır, zayıflatır; Bir noktaya toplanmış, devamlı, dümdüz bir dikkatle bakarsanız, Çoban yıldızı bile gökyüzünden silinip yok olabilir.
- Morgue Sokağı Cinayeti
En umursamaz kimselerin yüreklerinde bile duygusuz olmayan noktalar vardır. Yaşamında ölümünde birbirinden farksız şakalar olduğu o tümden kayıp kişiler için bile şaka edilmeyecek konular vardır.
Tam uykuya dalmak üzere olduğunuz o anı düşünün. Henüz tam dalmadan, yarı uyanık olduğunuz o en son an. Uykuya teslim olmadan, o son çizgide, tuhaf düşler görürsünüz. Ama o sırada uyursanız, bu düşlerin tümünü unutursunuz. işte ben, o son çizgiden geçip, uyanıyor ve orada gördüğüm garip düşleri yakalıyorum. Benim yazdıklarımın bir kısmı da bu düşlerdir zaten!
Tam uykuya dalmak üzere olduğunuz o anı düşünün. Henüz tam dalmadan, yarı uyanık olduğunuz o en son an. Uykuya teslim olmadan, o son çizgide, tuhaf düşler görürsünüz. Ama o sırada uyursanız, bu düşlerin tümünü unutursunuz. işte ben, o son çizgiden geçip, uyanıyor ve orada gördüğüm garip düşleri yakalıyorum. Benim yazdıklarımın bir kısmı da bu düşlerdir zaten!
Karamsarlık diz boyu. hele o leş kokulu kelimelere ne demeli? Resmen kelimelerin arasından çamur ve kan akıyor. Pas kokusuyla lağım kokusu karışık o yoğun pislik tüm hücrelerinize doluyor ve içinize siniyor adeta. iğrenç ve bir o kadar insanı ürküten çığlıklar selamlıyor sizi harfleriyle. Edgar, kalemini bir bolyoz gibi indiriveriyor düşüncelerinizin omuriligine ve siz darmadağın bir şekilde yerde baygın yata kalıyorsunuz. Kendinizi toparlanmanız en iyi ihtimalle 1 buçuk ay en kötüsünu -ben söylemeyeyim - ... kadar vakit alıyor.
bazen en azılı düşmanlar en büyük âşıklardan çıkar. Edgar sevenler de genelde böyledir işte.
(bkz: ulalume)
(bkz: kara kedi)
Edgar en az bir kez okurlarının ağzına s.çmistir işte böyle.
O halde herkese sancılı okumalar diliyorum.
karanlığın içerisinde okuyucuyu çekilemeyecekleri bir gezintiye çıkartan, günümüzün çoğu polisiye yazarına ilham kaynağı olmuş, sembolizmi de eserlerinde kullanmış usta edebiyatçı.
ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman? "
ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore'dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore'dan,
adı artık anılmayan.
ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman? "
kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"özür diliyorum" dedim, "kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.
gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, "lenore" geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.
duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: "muhakkak pancurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan..."
çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.
gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
gelmekten, kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı "hiçbir zaman" olan.
durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: "dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman."
çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: "hiçbir zaman."
oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!
sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"aptal," dedim, "dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"şu yukarda dönen gökle tanrı'yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore'la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
kalkıp haykırdım: "getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
oda kapımın üstünde, pallas'ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak - hiçbir zaman! -edgar allan poe-
Federico fellini ve roger vadim gibi usta yonetmenlerin beraber yaptığı filme konu olmus 3 hikayenin sahibi. Filmde mukemmel.
Edit : beni eksileyen şahıs derdin ne senin filmi söylemedim diye demi. Aman bi daha eksile bakıym. Hih o zaman söyleyeceğim filmi. Farkli bakiyordum oysa ki begenmen lazımdı.
Edgar allan poe , 1800lerde yaşamış kasvetli öykü ve şiirleriyle ünlü bir yazar. Benim kendisiyle tanışıklığım yıllar önce izlediğim the ravena dayanıyor. Hatta kafamda bir senaryoya bile ışık yakmıştı izlediğimde***. bu abinin öykülerinin kendine özgü, böyle acayip bir aurası var. Doğaüstü desen değil, altı desen o da değil... her hikayesinin başında bir 5-10 sayfa felsefe -ya da boş muhabbet- yaparak girişgah hazırlaması da yazdıklarını çok okunaklı hale getiriyor.
Morgue sokağı cinayetlerinde tümevarım yöntemiyle öyle uçuk yerlerden adım adım cinayeti aydınlatıyor ki sir arthur conan doyle yanında halt etmiş. Ama benim asıl ilgimi çeken kısmı, hikayenin içine cinayet girmeden önceki bölümdü. Bir kişinin düşüncelerini tersten izlemek...mükemmel bir fikir! Ben yıllardır deniyorum da adam bunu 7(yedi) seviyede yapıyor. bunu deyince büyük ihtimal aklına şu geldi. Ordan da şunu düşündün, sonra da şununla arasında bir bağ kurdun... diye 15 dakika karşılıklı sustuktan sonra cevap veriyor arkadaşına. Yaratıcı ve etkileyici.
ayrıca yazılarında kesinlikle bir ders verme amacı yok. Yani -bence mutlaka var da, spesifik bir şey yok. Sen okuduğundan ne alırsan o. Yalnız, Şeytanla asla kellen üstüne bahse girme adlı hikayesi açık açık ve büyük harflerle kıssadan hisseli bir öykü sözüyle başlıyor. Altta da şöyle bir dipnot var:
poe , amerikan edebiyatındaki, kıssadan hisse vermekten kaçınan ilk yazar olarak tanınır. Örneğin şiir ilkesinde şiirin güzelliğin ritimle yaratılışı olduğunu ve görevle ya da gerçekle hiçbir ilgisi bulunmadığını söyler.
şair burada ne anlatmak istiyor bir şiire dair sorulabilecek en lüzümsüz soru. Şair, şiirle üstündeki yükü attı. artık mesele seninle ilgili. demişti sosyal mecrada bir abi. Neyse konuya dönersek edgar allan poe, bir la fontaine değil. ama bu öykünün başında ona çok pis de bir laf sokuyor*. ayrıca hikaye de baştan sona komik bir sosyokültürel inceleme tadında.
Bunların haricinde şişede bulunan not, usher evinin çöküşü, altın böcek gibi bir çok güzel hikayesi daha var. Buyrun, okuyun.
Benim için ahlaki, daha doğrusu kıssadan hisseli bir öykü yazmadığımı söylüyorlar. Onlar beni açığa çıkaracak ve kıssadan hisselerimi geliştirecek eleştirmenler değiller kesinlikle: işin sırrı şudur. 3 aylık dergi kuzey amerika yavanlığı sonunda onların aptallıkları yüzünden utanmalarını sağlayacaktır. Bu arada ben yargısız infaza uğramamak için bana yöneltilen suçlamaları hafifletmek için- aşağıdaki anlatıyı sunacağım. Bu anlatının bir kıssadan hisse olduğundan kimse şüphe duyamaz, çünkü bu kıssadan hisse öykünün başlığında büyük harflerle verilmektedir. Bunun takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum en azından la fontaine ve diğerlerininkinden çok daha akıllıca bir yöntem; onlar etkinin son ana dek bekletilmesi gerektiğine inanıyorlar ve bu yüzden kıssadan hisselerini öykülerinin sonunda veriyorlar.
Bonus olsun:
Epey şaşkın bir haldeydim ve bir insan epey şaşkın bir halde iken kaşlarını çatıp vahşi görünmelidir, yoksa kesinlikle salak gibi görünür.