ithaki yayınlarının çıkardığı ve bütün şiirlerinin olduğu özel bir kitabı vardı. Çok severdim kapak tasarımını. içeriğini zaten önceden de okuduğum için biliyordum. Neyse bundan 4 yıl kadar önceki sevgilime okuması için vermiştim. O dönemde ayrılmak durumunda kaldığımız için kitap onda kalmıştı. Ayrıldıktan sonra da kitabı isteyemedim. Altı çizilmiş güzel notlar da vardı kitapta. O da erdemli davranıp göndermeyince kaldı öyle. içimde hep uktedir.
En güzel ve en çok bilinen şiiri “the raven” (kuzgun) ile gönüllere taht kurmuş yazardır.
“KUZGUN
Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
“Bir ziyaretçidir” dedim, “oda kapısını çalan,
Başka kim gelir bu zaman?”
Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi,
Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
Işısın istedim şafak çaresini arayarak
Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore’dan,
Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore’dan,
Adı artık anılmayan.
ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
“Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu zaman?”
Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
“Özür diliyorum” dedim, “kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan.”
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.
Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
Fısıltıyla bir kelime, “Lenore” geldi uzaklardan,
Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
Yalnız bu sözdü duyulan.
Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: “Muhakkak pancurda bir şey olacak;
Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
Başkası değil rüzgârdan…”
Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman.
Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
Kondu Pallas’ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
Kaldı orda oynamadan.
Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
“Gerçi yolunmuş sorgucun” dedim, “ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
Adı “Hiçbir zaman” olan.
Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
Sustu, sonra ben konuştum: “Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
“Anlaşılıyor ki” dedim, “bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
Hiç -ama hiç- hiçbir zaman.”
Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
Sonra Kuzgun’u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
Çatlak çatlak: “Hiçbir zaman.”
Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
Durup o Kuzgun’a baktım, mindere gömüldü başım,
Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
Elleri Lenore’un artık mor mindere, ışık vuran,
Değmeyecek hiçbir zaman!
Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
“Aptal,” dedim, “dön hayata; Tanrın sana acımış da
Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
“Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
Korkuların hortladığı evimde, n’olur anlatsan
Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan…”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
“Şu yukarda dönen gökle Tanrı’yı seversen söyle;
Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!
Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
Buluşacak o Lenore’la, adı meleklerce konan,
O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan?”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Oda kapımın üstünde, Pallas’ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak – hiçbir zaman!”
amerikan romantizminin en bilinen yazarı. aynı zamanda gotik edebiyatın babası. çocukluğunda geçirdiği travmalar sonucu garip hikayeler yazardı üstad. her hikayesinde ölum vardır, korku vardır ve mistiktir. toprağın bol olsun reis.
insanlar bana deli deyip duruyorlar ama deliliğin zekânın zirve noktası olup olmadığı, bu derece muhteşem olup olmadığı hastalıklı düşüncelerden doğmayıp genel algıya zıt düşen şeylere çok sevinen bir beyin mizacından ortaya çıkıp çıkmadığı sorusuna henüz cevap bulunmuş değil.
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
ismi; Annabel Lee
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee
Göklerde uçan melekler
Kıskanırlardı bizi
Bir gün işte bu yüzden göze geldi
O deniz ülkesinde
Üşüdü bir rüzgarından bulutun
Güzelim Annabel Lee
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni
Mezarı oradadır şimdi
O deniz ülkesinde
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskanırdı bizi
Evet! Bu yüzden
Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi
Bir gece rüzgarından bulutun
Üşüdü gitti Annabel Lee
Sevdadan yana kim olursa olsun
Yaşca başca ileri
Geçemezlerdi bizi
Ne yedi kat göklerdeki melekler
Ne deniz dibi cinleri
Hiç biri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee
Ay gelir ışır, hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee
Orda gecelerim uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni...
ölmeden önce Baltimore sokaklarında kir pasak içinde, neredeyse delirmiş halde ve başkalarının kıyafetlerinin içinde bulunmuştur.
Amerikan Edebiyatı'nın ilk ünlü yazarları ve kısa öykücülerinden olan Poe, genellikle gizemli ve gotik hikayeleri ile tanınır. Okuyucuların üzerinde ürperti bırakmayı her zaman başaran bu hikayelerin kaynağı ise önce çocuklukta yaşadığı travmalardan, sonra eşi Virginia Clemm'in ölüşü üzerine, artan dalgalar halinde gelir.
Sanatkar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Poe, henüz bir yaşındayken babasının aileyi terk etmesi, iki yaşındayken de annesinin veremden ölmesi üzerine hayata yenik başlayanlardandır. Kendisi bir üvey ailenin yanında büyür, gençliğinde çeşitli yerlerde askerlik yapar, döndüğünde ise bir tartışma sonucu üvey babası onu evlatlıktan reddeder.
26 yaşındayken eşinin ailesinden evlenmek için izin aldığı bilinmektedir. Virginia aslında Poe'nun kuzenidir ve evlendiklerinde henüz 13 yaşındadır. Aralarında 13 yaş olmasına rağmen arkadaşları her zaman birbirlerine olan aşkın büyüklüğünden bahsetmişlerdir. Fakat kaynaklarda aralarındaki ilişkinin abi-kardeş ilişkisinden öteye gitmediği ve belli bir zamana kadar "gerçek bir evlilik" içinde olmadıkları da tartışılır.
Yaklaşık 14 yıl sonra eşinin veremden ölmesi üzerine Poe kendini içkiye verir, acısına katlanamaz. (Eşinin vereme Poe'nun ihaneti üzerine yakalandığı da söylenmektedir. Çünkü Virginia ölüm döşeğindeyken Poe'nun flörtlerinden birini onu öldürmekle suçlar.) "Kuzgun," "Annabelle Lee" gibi şiirleri eşinin ölümü üzerine yazar. 3 Ekim 1849 tarihinde sokakta berbat bir halde bulunur ve hastaneye kaldırılır. Ölüm nedeni "beyin iltihabı" olarak kayıtlara geçmiştir fakat bu sadece alkolizmin üstünü örten bir neden olarak kullanılmış olabilir. Gerçek ölüm nedeni bilinmez, hakkındaki tüm belgeler ortadan kaybolur. Yazdığı hikayeler gibi gizemli bir şekilde biter hayatı da.
ABD'nin Boston şehrinde yaşamış olduğu için burada kendisine ait bir heykeli bulunan yazar. Genelde gotik hikayeleri meşhur olsa da gizem öğeleri içeren dedektiflik hikayeleri bana göre daha zevkle okunur.
hayatı boyunca çok sevdiği ve değer verdiği kadınların ölümüne şahit olmuş, bu yüzden de eserlerinde hep beklenmedik biçimde
ölen kadın imgesine yer vermiş, auguste dupin karakterini yaratarak polisiye edebiyat için dev bir adım atmış, 40 gibi erken bir yaşta, alkol aldığı bir gecenin sabahında hayata veda etmiş olarak bulunmuş, ölümü ile ilgili tartışmalar bugün bile devam eden ünlü edebiyatçı.
Sabahın erken saatlerinde elimde morgue sokağı cinayeti kitabı olan merakla devamını beklediğim kitap. Kitap 112 sayfa ancak kendime olan işkencem devam etsin diye ağırdan alıyorum. Bakalım neler olacak?
ayrica 2012 yapimi bir film olan
(bkz: the raven)
(bkz: kuzgun)
filmine de konu olmustur.
filmin basrollerinde john cusack ve alice eve rol almaktadir.