eskiden büyüklerimizin şöyle bir sözü vardı, "kişi kendi lakabını kendisi yayar". şimdi ece hanım ülkeyi kötülemek için gitmiş bir yabancı gazeteye bu kendisi ile ilgili sözü söylemiş, türkiye de sokaklar sapıklarla dolu sakın gelemyin anlamında söylenmiş bir korkutma sözüdür bu, e ece hanım senin yaptıgına ne denir şimdi, diyesi geliyor insanın.
candır.. yine duygularımıza tercüman olmuştur..sabah sabah yutkunup birdaha düşünmemize yol açmıştır.
'Kalbimdekini itiraf edeyim. Böyle günlerde yazılacak bir şey olmuyor aslında. ;Canım yazmak istemiyor; meselesi değil, hakikaten yazılacak bir şey olmuyor. Gerçek bu. Ne söyleyeceksiniz?
Ekranların tesadüf ettiği görgü tanıklarının ‘Sallandıracaksın birkaç tanesini; derken ne kadar yanıldığını mı? Korkuyla karşılaşan insanların güvenliği, dolayısıyla polis devletini giderek daha çok kutsallaştıracağını mı?
Şiddetin normalleşmesinin kurban ile faili hercümerç ettiğini, faillerin kurban, kurbanların fail olduğunu mu? Korkmuş insanlar gibi korkmuş ülkelerin de her şeyi yapabileceklerini mi?
Bir bebek ölünce insanın söyleyecek bir şeyi kalmaz. Nokta.'
Yüzlerini göstermeyen gölgeler Paris'in gettolarında ayaklandı. Alevlerin önünde birer kara gövde olarak ellerini kaldırıyorlar şimdi, zafer işaretleriyle bütün dünya gazetelerinin birinci sayfasına çıkıyorlar. Avrupa başkentleri diken üzerinde. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlarla konuşmak için bir dil arıyorlar.
Yeniden iki kutup
Ah! Nasıl da kifayetsiz kurdukları 'çokkültürlülük' cümleleri! Ne?! Ne var?! Koca yeryüzünün G8 toplantılarından yönetilebileceğini sanan, Asyalı çocukları çokuluslu şirketlerin 'köle fabrikalarında' çalıştıran, alçakça bir açgözlülükle ucuz emeği ararken sınır tanımayan sermayeyi meşrulaştıran, orduları ve şirketleriyle mazlum halkların üzerine çullanan, yedikçe daha çok acıkan ve adlı adınca insan kanıyla ve parçalanmış insanlık onuruyla beslenen, Güney'in kanını emip Kuzey'de şöminelerinin başında yağlı ballı reklamlar arasında uzaklardan gelen savaş ve açlık haberlerini hayıflanarak izleyen, 'Aman komünizm olmasın da ne olursa olsun' cümlesiyle beslenen işkencehanelerde düşünen bütün insanları iğdiş eden bu sistem ne bekliyordu?
Aynı şiddette cevap
Bütün bu yaptıklarının bir bedeli olmayacağını mı? Sistem ne yaptıysa, nasıl yaptıysa, aynı şekilde ve aynı şiddette alıyor cevabını.
Üzgünüm ama 'tek kutuplu' diye zafer ayinleri yaparak etrafında döndükleri yeryüzünde, bu kez 'sosyalizmden de beter' bir tehlike var: Açlığın laneti, yoksulluğun vahşeti. Hanımlar beyler, dünya yeniden iki kutuplu: imparatorluk ve yoksullar!
Benim düşündüğüm başlığı Le Monde attı: Paris Komünü! Evet, yaşananlar Paris Komünü'nü andırıyor. Fakat bir farkla: Bu kez insanlar ellerinde 'büyük söylemlerin' yazılı olduğu metinler tutmuyor. Bu, metinsiz ve dilsiz bir ayaklanma! Bu, yoksulluğun ayaklanması.
Bundan birkaç yıl önce Wallerstein ayaklanmanın bütün yeryüzünü elli yıl içinde saracağını yazmıştı. Negri ve Hardt yazdıkları 'Yoksulluk' kitabında, yeryüzü yoksullarının, bu sözcüklerle olmasa da, kimliksiz bulutlar olarak ayaklanacağını söylemişti. Latin Amerikalı yazarlar kendi bölgelerinde gördüklerini anlatıyordu.
Benim de izlediğim Dünya Sosyal Forum'larında ne konuşuluyordu sanıyorsunuz? insanların nasıl ayaklanacağı ve ayaklandıklarında ne olacağıydı hep meselemiz.
Ya Venezüella? Oraya niye gittik ki? Çünkü birkaç yıl önce aynı ayaklanmayı onlar da yaşadı. Bir lider buluncaya kadar şehri yağmaladı yoksullar. Sonra bir liderle aynı ayaklanma enerjisini devrime akıttılar. Şimdi başkent Caracas'ta yağma ile değil, düzenli bir biçimde hayatı ele geçiriyor yoksullar.
isyana lider bulunacak
Avrupa'nın arka sokaklarında yaşayan, kanı emilmiş Güney yarımküreden gelen bu insanlar da pek yakında kendilerine liderler bulacaklar. Çünkü dilsiz, söz söyleyemeyen bir ayaklanma sürdürülemez. Öfkeleri ve farklılıkları sürdüğü sürece bu isyan enerjisi kendisine bir lider arayacak ve nihayet bulacak. Görürsünüz, pek yakında başka Avrupa kentlerinde de benzer olaylar çıkacak. Bu işin rengi çok değişecek!
'Yoksullar sisteme aynı biçimde cevap veriyor' dedim. Neo-liberal sistem hangi şiddette uyguladıysa kâr vahşetini insanlık üzerinde, şimdi insanlık da aynı şiddette veriyor cevabını. Nasıl hukuk ve sınır tanımayan yöntemlerle ezildiyse insanlar, öyle hukuksuz ve sınırsız ayağa kalkıyorlar şimdi Başbakan Erdoğan'ın söylediği türban meselesine gelince... O kadar önemsiz ki... O kadar önemsiz ki!
--spoiler--
20 ocak 2008 tarihli milliyet gazetesindeki, "facebook'un ardındaki gerçek" başlığıyla kaleme aldığı köşe yazısı, çok etkileyici olan yazar. duvara asılsa yeridir.
savastan ve savasın iğrencliğinden bahseden, bundan nefret ettiğini acık acık dile getiren ve bu yuzden rahatsız olan kesim tarafından hain ilan edilen yazar. en azından fikirleri var, arkasında duruyor ve fikirlerini dogru ifade ediyor diye bile saygı duyulması gereken kişi.
bugünki yazısında savaş çığırtkanlığı yapmaktan bıkmayan liderlere "bir grup vatandaşla" konuşulsun çağrısında bulunan yazar. gayet güzel anlatmış nereye gittiğimizi, nasıl bir iç savaşa sürüklendiğimizi http://www.milliyet.com.t.../24/yazar/temelkuran.html
ne anlayatim ben sana kitabının kapağı çok anlamlı ve etkileyici olmuştur. zira kapağın üst kısmında kırmızı bir kumaş vardır. bu kumaş parçası ölüm orucundaki insanların başında bulunan kumaşla aynıdır. o yüzden, o kapağı tasarlayan kimse tebrik etmek lazımdır.
"... Belki Başbakan bilmiyor ama lafın esası ve devamı şöyledir:
'Ein stad, ein folk, ein Führer!'
Yani 'Tek devlet, tek halk, tek lider!'
Nazizmin meşhur sloganıdır... "
belki basbakan bilmiyordur lafin esasi ve devami söyledir küstahligi olmasa üzerinde durmaya bile degmezdi ama, bu durumda boynumuza borc oldu.
o lafin esasi devrimci sirin'in iddia ettigi gibi "ein stad, ein folk, ein führer" degildir. bir defa almanca'da stad diye bir kelime yok. olsa olsa stadt tir o ama o da burda kullanilmaz zaten lafin esasinda da kullanilmamistir. ikincisi folk almanca degildir. ingilizce bilen herkes bilir bunu. onun almancadaki karsiligi volk dur. bir tek führer de hata yok.
lafin esasi ve dogrusu ise su: "ein Volk, ein Reich, ein Führer"
kendisini elestirdigi icin "güclü" iliskilerini kullanarak ayni grupta yazan bir baska meslektasini isten attiran emekci, ezilenin yaninda, patrolarin karsisinda duran insan.