Bağdât'ın büyük velîlerinden. Onuncu yüzyılda yaşadı. ismi, Ahmed bin Muhammed'dir. Babası Horasan'ın Bağşûr veya Bağ şehrinden olduğu için "ibn-i Bagavî" diye anıldı. Ebü'l-Hüseyin künyesiyle meşhur oldu. Karanlık gecede odasında söz söylese mübârek ağzından nûr çıkar ve oda aydınlanırdı. Dişlerinin arasından nûr çıktığı, firâset nûrunun fazlalığı sebebiyle bâtın hallerinden haberler verdiği için, Nûrî nisbesiyle şöhret buldu. Tasavvufta kurduğu yola da Nûriyye dendi. Sonra gelen âlim ve velîler onun üstünlüğünü kabûl ettikleri için Emîrü'l-Kulûb (kalplerin pâdişâhı) lakabı verildi. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdat'ta doğdu. 908 (H.295) senesinde orada vefât etti. Kabri Bağdât'tadır.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başlayıp zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Birçok zâtlardan hadîs-i şerîf dinledi. Zünnûn-i Mısrî, Ahmed bin Ebi'l-Havârî, Muhammed bin Ali Kassâb gibi velîlerin sohbetlerinde bulundu. Büyük velî Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin uzun müddet sohbetlerinde ve hizmetinde yetişip tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. Zâhirî ilimlerde derin bir âlim, tasavvufta yüksek bir velî oldu. ibrâhim-i Havvâs, Hayru'n-Nessâc, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri gibi velîlerle aynı zamanda yaşayıp onlarla sohbette bulundu. Ebû Bekir Kettânî, Vâsıtî, Ebû Saîd bin Arabî gibi zâtlar da onun sohbetinde bulunup ondan ilim öğrenip feyz aldılar.
Zâhid, dünyâdan tamâmen uzak bir hayat yaşardı. Peygamber efendimizin; "iki yüz yılından sonra sizin en iyiniz hafîfülhâz (zevcesi ve çocuğu olmayan) olandır." hadîs-i şerîfine uyarak hiç evlenmemişti.
Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerliyebilmek için, nefs engelini aşmak lâzım olduğunu düşünüp, kendi nefsine şöyle derdi: "Ey nefsim! Senelerdir, hevâ ve hevesine uygun olarak yiyip-içtin, yatıp uyudun, gezip-gördün, dilediğin gibi yaşayıp, her arzunu tatmin ettin. Ama bundan sonra hevâ, boş faydasız şeylerin hepsini terkedip, hep ibâdet ile meşgûl olacaksın ve bu zamâna kadar, hevâ ve hevesine uyarak, yaptığın şeylerin ve arzu ettiklerinin hiç birisine kavuşamıyacaksın. Bunları yaparken, sabredip tahammül gösterebilirsen çok büyük saâdete kavuşursun. Eğer tahammül edemeyip helâk olursan hiç değilse bu yolda ölürsün."
Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri Bağdât'ta yaptığı nasihatlarla insanların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmaları için çalıştı. Sonra Mısır'a gitti. Mısır'a varınca, kendisinden nasîhat etmesini istediklerinde; "Kim yaptığı işlerde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezse, hallerinde Allahü teâlâyı göremez. Kim Allahü teâlânın kendisini dâimâ bildiğini ve gördüğünü düşünmezse, Allahü teâlâ da ona rahmet nazarıyla bakmaz." buyurdu.
Kendisi ilmiyle âmil olduğu gibi, ilmiyle amel eden âlimleri çok severdi. Zamânının insanlarına bakarak; "Zamânımızda yok denecek kadar az, fakat değeri fazla olan iki zümre vardır. Birincisi ilmiyle amel eden âlimler ve ikincisi hakîkatı söyleyen âriflerdir." buyurdu.
Naklederler ki, ebu hüseyn nuri hazretleri bir yerden geçerken baktı ki, biri yuvarlanmış, eşeği de düşüp ölmüş, adam da hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Nuri hazretleri eşeği dürttü ve, " çüş! Haydi kalk, yatıp uyunacak yer mi burası? " dedi. Eşek derhal ayağa kalktı. Adam da yükünü yükleyip yoluna revan oldu.