şu an düşüş deyince aklıma gelen tek düşüş maalesef ki tl. vakıfbank vadeli mevduat hesabımda mecburi değerlenen yatırımlarım dışında beni mutlu edebilen bir şey yok bu durumda.
Albert camus'un ilk okudugum eseri. Baslarda pek idrak edemiyorsun ama sonradan devam ettikçe taşlar yerine oturuyor, ne demek istediginin farkina variyorsun.
"Yaşam benim için gittikçe zorlaşıyordu; beden keyifsiz oldumu, yürek de ölgünleşir… Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum…"
"Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendini değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir. Tersine, insanları bundan yoksun ederseniz, onları ağzı köpüren köpeklere çevirirsiniz.."
bir albert camus romanı... Bunun yanında ikincil olarak bir tür eylem sanılır ama düşüş kanımca bir eylem değil bir durumdur. içinde bulunulur ve deneyimlenir. Eylem - düşme durumu için elbette- düşen kişinin yani insanın bizatihi kendisidir. Düşüş "yokluk" veya "boşluk" denen "şey"in bizzat kendisidir; boşluktur çünkü kendi anlamsızlığımızla yüzleşiriz. "Yokluk"tur, çünkü kendi yokoluşumuzu varlığımızdan varederiz.
her yer yangın yeriydi aziz varlık. korkuyordum, alevlerim nacizane bedenimi yakabilirdi elbet, peki ya duygularım ? ya duygularım yansaydı da kalan hayatım, bedenimin içine ot tıkayarak geçseydi ? duygularımı yakmadım, bedenimi duygularımın önüne attım. elle tutulur şeylerin ötesindeydim ben; silüetim de, insanlar üzerinde bıraktığım izlerle birlikte çokça kurudu. silüetim, acele ederken geç kaldı; hislerime tercüman bulamadı. bunun bedelini de ağır bir yangınla ödedi, üstelik nelerin yanıp nelerin yanmadığı belli olmayan kocaman bir yangınla..
--spoiler--
ölüm yalnız başına olur, kölelik ise ortaklaşadır.
***
suçluluğu yaratmak ve cezalandırmak için tanrı zorunlu değildir.benzerlerimiz, kendimizin yardımıyla yeterlidir bunun için.son yargıdan söz ediyordunuz.bırakın da saygıyla güleyim buna.gözümü kırpmadan bekliyorum onu, daha kötüsünü tanıdım ben.insanların yargısını.onlar için hafifletici nedenler yoktur, iyi niyet bile suç olarak düşünülür.
***
onların ettikleri o yemin, onları bana bağlarken, beni özgür kılıyordu.
***
duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi?bizden yeni ayrılmış dostlarımızı ne kadar çok severiz, değil mi?ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza ne kadar hayranızdır.saygı o zaman çok doğal olarak gelir, belki de tüm yaşamları boyunca bizden bekledikleri o saygı.ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir?nedeni basittir.onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur.özgür bırakır bizi onlar, zamanımızı rahatça kullanabiliriz, saygıyı boş zamanlarımızda kokteylle sevimli bir metres arasına koyabiliriz.bizi bir şeye yükümlü kılarsa, belleğe yükümlü kılar onlar, bizimse belleğimiz zayıftır.dostlarımızda sevdiğimiz taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz!
madem düşüyorsun ne zaman yere çakılacaksın dedi. ne kadar yükseğe tırmandığımı bilmiyorum ki dedim. şeklindeki bir diyaloğu anımsamama sebep olan yazıdır.
şuan itibariyle 3 defa izlediğim enfes filmlerdendir. küçük kızın dişleri ve konuşması daha bir harikadır. ingilizce bilenler filmi orjinal halinde izlediklerinde daha bi keyif aldıkları film: zira kızın o şeker ingilizcesinin tadına o zaman varıyomuş insan. ingilizce bilmeyenlerde altyazılı izlesin, ben öyle yaptım.
"bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi. her şeyi feda etti ona; dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile.. ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. canı sıkılıyordu, hepsi bu. insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu."
tokat gibi resmen, oturup üstüne bir süre düşünmüştüm ilk okuduğum vakit.
albert camus dediğimiz muhteşem yazar kişinin yazdığı güzide kitap. toplumda yer edinmeye çalışan, takdir görmek için istemeden de olsa erdemli davranışlarda bulunan, dışarıdan bakıldığında ise tam anlamıyla mükemmel insan profili çizen clamence adlı karakterin monolog şeklinde gerçekleştirdiği iç hesaplaşması anlatılır. otantik olmayan insan tanımlamasına uyan bir karakter olarak clamence; hiç sevmediği insanların cenazelerine gider, onlara selam verir, kör bir insanı karşıdan karşıya geçirir ama onun görmeyeceğini bildiği halde yerlere kadar eğilerek selam verir; çünkü clamence'in selamı kör adama değil "beni alkışlayın, bağrınıza basın, sevin!" dediği toplumadır. bu ikiyüzlülük, yüzeysellik, sıradanlık, sorumluluk duygusu almama gibi sıradan insan özelliklerine sahip olan clamence'in uyanmasını sağlayan, hesaplaşmaya götüren tek şey; köprü başında gördüğü, intihar etmek üzere olan bir kadını kurtarmaması ve uzaklaştıktan sonra duyduğu o çığlığın kulaklarında yankılanışıdır. kitabın sonunda clamence'in onca yüzleşmeden, günah çıkarmadan sonra bu olayın tekrar edişine verdiği cevap ise düşündürücüdür. o suyun çok soğuk ve herşey için çok geç olduğunu söyler...
albert camus nun bu kitabı yazdıktan bir yıl sonra nobel edebiyat ödülüne layık görülmesinin rastlantı ya da tesadüf olmadığını düşündüğüm albert camus nun harika kitabının ismidir "düşüş" .