düşüş dönüşüm

    16.
  1. iZLEYiŞ

    Öylece duruyorum sen önümden geçip giderken. Ne elimi kaldırıp selam verebiliyorum, ne gözlerimi kısıp hoşça kal diyebiliyorum. içimden merhaba ile elvedayı aynı anda söylemek geçiyor, içimden ikisini birlikte söylüyorum ama işte sen içinden selamımı da almıyorsun vedamı da görmüyorsun.

    Beklemek huy oldu iyice. işi gücü bırakıp bekler oldum sağda solda. Geçen arabaları, otobüsleri, trenleri sayarken uyuyakalırım, belki seni beklediğimi görürsün de uyandırıp kaldığım sayıyı söylersin kulağıma. Çok uçuk hayaller değil be müzeyyen. Biraz imkansız, biraz na-mümkün ama elimden başka ne gelir ki? Yok ciddi soruyorum bunu. Elimden başka ne gelir. Bir kalem tutuyor işte. Ah bir de senin elini tutsa. “Hoşt ulan” diyor içimden bir ses. Yavaş gel diyor. Çok mu ileri gidiyorum. E sana yetişemiyorum ki nasıl ileri gideyim. Duy be artık şu satırları müzeyyen. Duy içimdeki kuş çığlıklarını, orman yangınlarını. Kurtlar uluyor içimde çizgi filmlerde ki gibi seni düşündükçe. Hintçe bir ilahi çalıyor kulaklarımda. Huzura ereceğim bu sabaha karşı, -35 derecede.
    2 ...
  2. 15.
  3. HiSSEDiŞ

    Hiç oluyorum giderek, durarak, oturarak ve yaşayarak. Sonu pek hoş olmadı yine ama olsun. içim fesat benim evet ama seninki de pek temiz değil anlaşılan. Hava 41 derece, dondurucu bir sıcak. Çifte donmuş biri, epey alçak. Uymuyor kelimeler sıkıştırdığım satırlara, ya biraz dar geliyor, ya çok bol. Satır araları gözüme batıyor, eksikliğini hissettiriyor. Bir duman salınarak kayboluyor göz hizamda. Kör kütük çatırdıyor Müzeyyen, duymuyor musun gerçekten? Azıcık yaklaşsan neler duyarsın bir bilsen. Boşuna delirmedim ben, defterlerde. Mırıldanarak eşlik ediyorum çöküşümden gelen gürültüye. Bu bencillik midir bilmem ama sana okutma niyetinde değilim artık pek. Okuduğundan da şüphe duymaya başladım zaten. Yani ben olsam okumazdım, sen olsam da okumazdım, marangoz olsam okurdum belki ama muhtemelen anlamazdım o zaman da. Ben insan olsam okumazdım galiba bu saçmalıkları.
    Hepiniz haklısınız. Hepiniz yenilen hakkınız yüzünden mağdursunuz, her biriniz yalnız, herkes birinden kazık yemiş anlıyorum. Bu kadar ama, siz de beni anlayın filan demeyeceğim, ne gerek var şimdi bir de olmayan birinin dertlerini bindiresiniz sırtınıza. Bu işi bitirmeye karar verdim. Hatta ne kadar yarım işim varsa bitirmeye kararlıyım. Bir son olacaksa, hiçbir yol çıkmaz olarak kalmamalı. Senden haber bekliyorum. Mektuplarımı istiyorum. Fazla bir şey değil kurban olduğum, Raif olduğum. Yıllarca bekletme beni durduk yere, çoluk çocuğa rezil olmayayım daha fazla.
    2 ...
  4. 8.
  5. AĞLAYIŞ
    Bir keresinde bana insan yağmurda ağlayamazmış demiştin. Peh. Gözyaşları yağmur damlalarına benzer demiştin, onun için insan yağmur yağarken ağlarsa, ağladığını anlayamazmış. Yağmurun karıştığı gözyaşları gerçek olmazmış. Peh.

    Ben yağmurda da ağladım. Hatta benim ağlamalarımdan bazılar, yağmur oldu yağdı yeryüzüne, senin yüzünden, benim yüzüme, belki yüz kere, yüzme bilmezken. Ben banyoda da ağladım. Kırmızı kırmızı damladı çenemden aşağı, bileklerime, avuçlarıma. Babamdan yediğim tokatlar bile silemedi bazı gözyaşlarımı. Bir keresinde eline bulaşmıştı ama. Fark edince bir tokatta enseme indirdi. Yine bende kaldı benim olan.

    Abimin yumruklarıyla bile durmadı gözlerim. Yer yer dindiler. Sonra yine sağanak. Sen yağmurla benziyor diye gözyaşlarımız, ağlayamazsın dedin. Ben denizde bile ağladım. Ağladığım yer kurudu. Ben bahçeyi sulayan fıskiyenin altında otururken ağladım. Çiçekler soldu kahrımdan.

    Ben en son senin elinden ağladım. Son tekmeyi yerken senden, son damla düştü yere. Gözlerim sustu sonra. Dilim kırılsaydı da dilim kırılsaydı diyemeseydim derken dilim kırıldı. Kalemim köreldi, söz geçiremez oldu kağıda.

    Sen bana diyorsun ki insan yağmurda ağlayamazmış. Peh. Ben sendeyken bile ağladım, yağmur kimmiş!
    2 ...
  6. 7.
  7. YIKILIŞ



    Sonbahar gelmedi henüz, ama kurudum.
    Çekin bir sandalye.
    Dinlenmeye değecek cümlelerim yok biliyorum.
    Oturun konuşalım yine de.
    Vakit geç, hava ayaz dışarıda,
    Sevgiye en çok muhtaç olanlarımızın
    Üstü ince



    Siz hiç sevmediğiniz birine, aşık oldunuz mu?
    En savunmasız anınızda.
    Kaleminizin kırılması gibi,
    Şiirin son satırında.
    Ateş bazen düşmediği yeri de yakar.
    Bazı dumanlar, bazı duvarları kirletir.
    Zaman bir şeyler eksiltir,
    Ruhumuzdan ağır ağır.



    Güneş doğar, güneş batar.
    Fark etmeden göğsünüzde delikler açar.
    Elleriniz o kadar küçüktür ki,
    Parmaklarınız o kadar sivri,
    Güneşi battığı yerden çıkarmaya çalışırken
    Daha çok yaralar.



    Aşina bir ses yankılanır.
    Terk edilmiş bedenlerin arasında.
    Tanıdık biri daha yıkılır,
    Taşında ismi yazılı toprağa.
    Doğumunda hazırlanır insan,
    Biri tarafından yıkanmaya.



    Ecelin adımları gürdür, işitilir uzaktan,
    Fakat insanoğlu sağır, anlamaz nefesi ensesinde duymadıkça.



    Ne açan çiçekle ilktir bahar,
    Ne dökülen yaprakla son.
    Bugünün evveli,
    Yarının sonrası var.



    Ömrü yaşanır kılıyor, hatırlamak seni.
    Varlığını bilmek, içimde esen tatlı bir bahar meltemi.
    Azrail kıskanıyor, bu saçma saadeti.
    Canı sağ olsun, yellese de yüreğimdeki ateşi.



    Biri kapıyı vuruyor.
    Evde yokum desem,
    inanmaz şimdi bana.
    illa görmek ister, var olmayışımı.
    Açmak gerek bulunmayan,
    Ve hiç çalınmayan kapıyı.



    Şiir ciddiyet ister.
    Ben de şimdi ciddi olmaya,
    Yatağıma gidiyorum.
    iyi geceler.

    2 ...
  8. 10.
  9. ŞiŞiŞ

    Çok huysuzum bilirsin, bilmelisin, bil… Seninle bir dakika umutlandırıyor beni, sensiz her dakika canım, usandırıyor beni… Dişlerim çürüdü döküldü geçen. Sonbahardandır dedim, umursamadım. Ömrümün sonbaharı yani kastettiğim, hani imgeden anlamazsın diye belki yazayım. Sen de ne de olsa yaz aylarının sonundasın… Ekmek yok, kuru soğan bile yok. Yiğit muhtaç olmuş, kredi verecek banka dahi yok. Ama böyle olmaz ki gülüm, gök bedava, yer bedava, hava beleş, kuş cıvıltılarına dahil değil mesela KDV (Katma! Değmez, Varyemez)… Bilen, bilendikçe eğ başını. Ne kadar tehlikeliysen, o kadar yasadışısın. Tutuklarlar maazallah, estağfurullah, elhamdülillah… Dün ölenler, yarın doğanları tanımadı, oysa karşılaşmış olmalılar, onlar giderken bunlar geliyordu. Biz saklanmış ağacın arkasına, saklanmış ağacı arıyorduk. Kim sakladıysa onu affet ya saklayanların resulü. Anladın mı kelime oyununu müzeyyen? (Geçen gittiğimiz müze var ya, hani tabiatın biyografisini sunan, onu da yıkmışlar işte. Kim bu müze yiyen anlamıyorum?)… Oyun içinde oyun oldu yine, okeye dönerken şahımı yediler, mars oldum gülüm. Plüton da olabilir… Dediklerim komik mi geliyor bilmiyorum, ama bunlar birer ağıt müzeyyen. Çaktırma, telefonlarımızı dinliyor gizsiz ajanlar. Hadi beni salda uyuyayım. Sana son şifreli mesajım hiç unutamadığım bir çocukluk travmam olsun; Bir keresinde balonu o kadar çok şişirdim ki, ben patladım. O günden beri gaz kaçırıyorum. (Şifre;1234)
    1 ...
  10. 9.
  11. BiLMEYiŞ

    Bilmemeye devam ediyorum. Herhangi bir şeyi hala öğrenebilmiş değilim. Zaman, daha hayat dediğimiz kısacık zaman, insana ne çok şey öğretir derler oysa ki. Ben kulaklarımı mı tıkıyorum anlatılana acaba, gözlerimi sonuna kadar açıyorum ama hala karanlık. Hatta gözlerim açıkken kör oluyorum neredeyse. Ne kadar ses verirsem yaşama, o kadar az işitiyorum söyleneni.

    Ağaçlara kulağımı dayamaya korkuyorum,
    Karınca kaçar beynime diye.
    Zaten her şey yeterince karıncalı, yeterince cızırtılı, yeterince yetersiz.

    Bir çınlamadır gidiyor içimde ne zamandır.
    Kim beni bu kadar anar ki, aklıma ölüm geliyor.
    Azralin pembe tüylü defterinde, simli kaleminin ucunda adım sanırım.

    Güneş kendinden emin adımlarla yükseliyor ufukta,
    Ben beton kaplı hayatımdan son ısırığı alırken.
    Kavuşmak hayal oldu, kelebeğin rüyasında.
    Adım kara listede, kırmızı şarapla beraber yazıyor.
    Sofrada yer yok, kediler mi yer yoksa?
    Karnı acıkan ayı, bırakır oynamayı.
    Oturur yemeğini yer, toklar açların haliden anlar mı?

    Bir hayvan olsaydım.. yani başka bir hayvan olsaydım, kesin martı olurdum.
    Dünya yoğurdu dibe çökmüş cacık misali,
    içmek için karıştırmak gerekiyor,
    Bedenim en üstte yüzen hıyar gibi,
    Batacağı günü bekliyor.

    Saat geçer, yaya bekler,
    Kırmızı ışık yanık, yeşil ışık patlak.
    Uzaydan gelmiş gibi duran,
    Polis memurunun suratı asık, yeşil yeleği pasparlak.
    Ben senin gözünde hep karanlığım, hep karanlık.
    Dedim ya bilmiyorum. inanmamışsındır diye bu yazdıklarım,
    Gerçi hepsi saçmalık.
    1 ...
  12. 6.
  13. UYANIŞ

    izninle benli cümleler kuracağım yine.

    Oturuyorum, yağmurun şırıltısını dinliyorum. Hissetmeye çalışıyorum her bir damlayı. Ellerime düşen, omuzlarımı ıslatan, saçlarımdan akan her bir damlayı tek tek hissetmek amacım bu kez. Havanın eşsiz esişiyle bir bir uyanıyor tüylerim, diken diken oluyor. Sanki biri dokunmak, sevmek istese batacak gibi geliyor ellerine. Birisi yaramı kaşıyormuş gibi ısırmak, saldırmak istiyorum o serinlikte. Bir ürperti dolaşıyor üstümde, hafif bir titreme baş gösteriyor, önüme eğilip iyice kendime kapanmak istiyorum, bu sefer de ensemden hücum ediyor kahpe yağmur. Ellerimi karnıma doluyorum, karnım kuru geliyor, karnım gurulduyor. Susuyorum. Susuyorum. Susuyorum, sonra dayanamayıp ağzımı göğe dayıyorum. Kana içmek istiyorum yağmuru ama damlalar ıskalıyor dilimi, alnımı ve gözlerimi nişan almış gibi, düştüğü yere saplanıyor damlalar.

    Şırıltı yükseliyor. Gök sinirli. Çatacak, gürleyecek birini arıyor. Ses çıkarmıyorum ki es geçsin beni. Oturduğum banka biriken sular, sanki daha alçakmışım gibi üzerime akıyor. Kalkmak istiyorum ama ne gerek var şimdi. Defterim geliyor aklıma, elimi ceketimden içeri daldırıyorum, demin ki kuru yer artık ıslak. Söz uçar yazı akar diyerek bir de korkuyorum ürpermenin üstüne. Konuşmak geçici, yazmak eğretiyse, nasıl anlatırım ben bunu sana.

    Dayanamıyorum daha fazla, açıyorum gözlerimi derin bir uykudan uyanır gibi. Gök kapalı ama yağmur yok henüz. Ellerim, omuzlarım ceketim, saçım kuru. Yağmura yakalanmaktan korkanlar acele ediyor. Trafik felç, kalabalık ağır yaralı, bulutlar depresyonda.

    Bu satırları yazmam gerekiyor, çünkü biliyorum ki eğer şuan bunları yazmazsam bir daha asla aynı cümleleri kuramayacağım. Yazmam gerektiği için çıkarıyorum defteri ceketimin içinden, kapıyorum gözlerimi ve yazmaya başlıyorum.

    Yağmur aynı şiddette devam ediyor. Aynı bankta oturan aynı bana karşı, aynı yağmur taarruzu sürdürüyor. Güneş ışıkları, ince göz kapaklarımı aşıp bilincimi karartmaya başlıyor. Artık biliyorum ki hava kapalı değil dışarıda. Trafik, kalabalık, bulutlar tedaviye yanıt verdi sonunda fakat sayfalarım ıslanıyor hala. Yazılarım akıyor. Harflerim devrim yapıyor kelime ve cümlelere karşı. Satırlar birbirine sarılıyor korkudan. Hayat son oyununu oynuyor üzerimde. Saatim hiç var olmayan bir zamanı gösterirken şehit düşüyor. Su damlaları son kozunu oynayıp geri çekilme emri veriyor.

    Kaçacak delik yok diye, son kez defterimin arasından, ikimizin o ilk ve tek fotoğrafını çıkarıyorum. Fotoğrafta ne sen varsın, ne ben. Fotoğraf bile yok belki, belki bu gördüklerim, rüya bile değil. Sonunda dilime bir damla su düşüyor, bir çiçek kuruyor. Uyanıyorum ve kapıyorum gözlerimi yeniden.
    1 ...
  14. 12.
  15. DENEYiŞ

    “Bu saatte rüyanda mı gördün beni de
    Oturdun şiir yazıyorsun mübarek?”
    Demediğini duymaz gibiyim

    Güzel laflarım yok, her zamanki gibi.
    iki kelimeyi bir araya getiremem
    Ben getirsem bile, bu seni bana getirmez

    Aslında çok hisliyim bu aralar
    Ama dökemiyorum içimi bir türlü
    Bir süredir hep böyle bu durum
    Ne yazsam çürük, ne yazsam ölü

    Dokunmak istiyorum aslında kalemimle
    Eğer olmasaydı hiç, bu amansız hastalık
    Çoktan başarabilirdim belki
    Fakat kalemimin ucu kör artık
    Mum sönük, çay bardağım karanlık ve kırık.

    Hamurumda yokmuş demek ki şairlik.
    Zaten bir bok becerebildiğim de yoktu
    Artık şiir de yazamıyorum.
    Ne kafiye tutuyor, ne hece uyumu.
    Benzetmelerim de bir boka benzemiyor
    Kime ne rahatsızlık veriyorsa onu söylüyorlar.
    Kimseye dokunmayan bir yılan olmak istiyorum.
    Derdim uzun ömür filan değil.
    Kimse kuyruğuma basmasın, vallahi çok canım acıyor.
    Soğuk diyorum, üstünü kalın giy diyorlar.
    Kimse sarılmıyor ama, senin gibi.

    Yoruldum ben iyiden iyiye.
    Kimseden bir yardım beklediğim yokta.
    En azından uykuya söyleseniz de, birazcık gözüme girse.
    Neyse, yine çenem düştü, özür dilerim, senin de uykundan çaldığım için.
    1 ...
  16. 3.
  17. YAŞAYIŞ

    Aç parantez; ye şaplağı, yaşamaya başla. Aç parantez; gör anne babayı, tat sevgiyi. Aç parantez; ağla, acık, doldur altını. Aç parantez; dinle ve konuşmayı öğren. Aç parantez; emekle, yürü, koşanlara yetiş. Aç parantez; ye yemeğini, sor aklındakini, al cevabını, sus otur sonra. Aç parantez; tanış kelimelerle, okumayı sök, ezberle yazılanları. Aç parantez; izle insanları, ayak uydur düzene ve katıl sağ kulvardan yarışa. Aç parantez; oku yazılmış şiirleri, taklit et senden önceki aşkları ve diz dizelerini.

    Hayat sağa bakan parantezlerden ibaret. Suya atılmış taş misali, iç içe geçmiş halkalar. Her bir insanın özenle veyahut yanlışlıkla açtığı parantezler, her bir anın kendi tek yönlü eğik çizgisi. Aç parantez; yalnızlığı, çaresizliği ve kelimelerin anlamsızlığını hisset. Aç parantez; depremleri, yangınları, katliamları, intiharları, ölümcül hastalıkları ve bilhassa yaşadığın dünyanın karanlığına tanık ol. Aç parantez; doğan güneşi, batan ayı, geçen günü, eksilen ve kalan ömrü tek nefeste kucakla. Aç parantez; lezzetli yemekler ye, zaten bilineni yeniden keşfet, güzel insanların içindeki kötülüğü bilmeden tanı, bir de mümkünse eğer; düşün altında binlerce kefensiz yatanı.

    Yaşam bir parantez paradoksundan ibaret. Bildiğimiz, tanıdığımız, gördüğümüz, yaşadığımız, tükettiğimiz, ürettiğimiz, sahiplendiğimiz, kirlettiğimiz, inandığımız ve inkar ettiğimiz her bir insan, her bir yer, her bir şey, her bir an ve zaman bir öncekinin içine gömülmüş bir oval çubuk sadece. ister inanın ister inanmayın ama, film şeridine benzetilmiş ömür denilen nane; bir iki satırlık parantez dizisi, o kadar. Aç parantez; doğ ve hayatta kal. Aç parantez; hisset ve doldur sayfaları kelimelerinle. Aç parantez; bitir defteri, dür ve sok kolunun altına. Aç parantez; öl ve başlasın çalmaya; gidiyorum elveda. Kapa parantez.
    1 ...
  18. 13.
  19. KAYBOLUŞ

    Gün doğmasına yakın bir çığlık yankılanıyor. iyileşmeye çalışan bir şizofren gibi hissediyorum son zamanlarda. Duyduğum sesin gerçek mi yoksa bir yanılsama mı olduğunu ayırt etmeye çalışıyorum. Çığlık çok yakından geliyor, giderek yükseliyor ve yaklaşıyor gibi. Kendim bile bağırıyor olabilirim, uyanık biri olsa ona soracağım sen de duyuyor musun bunu diye. ama onun gerçek olup olmadığını nereden anlayabilirim ki. Sesi kaydetmek istiyorum ama ya kayıt cihazım sağırsa. Gerçeklik birbirine kenetli zincir halkaları gibi. Biri kırılırsa, tek bir doğru çökerse, tüm gerçeklik ayrılıyor birbirinden. Yaşadıklarımdan hangisinin hayal, hangisinin hayat olduğunu söyleyecek, gerçekten gerçek bir süzgece ihtiyacım var. Gerçek süzgecinden sadece gerçekler geçebilir. Uydurma anılar, kafadan atılma acılar ya da sevinçlerle doluyum. Senin de dediğin gibi, körebe oynarken gözlerini açamazsın, çünkü göreceklerin kimseyi memnun etmeyecektir. Ama gözlerimi sıkıca bağlamadan oyunu başlatmışlar. Oynamak için benim bilerek gözlerimi yummam gerek. Belki bu da oyunun bir parçasıdır bilmiyorum. Ne saçmalıyorum onu da bilmiyorum. Kim bu kuralları, normalleri, sorumluluk gereklilikleri üreten. Bir bozukluk var. Eksik bir parça var. Allah kahretsin, kim bu çığlığı atan. Allah korusun, ya sen bile yoksan. Ya ben bile yoksam. Kim yazardı bu satırları.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük