düşüş dönüşüm

entry22 galeri0
    1.
  1. DÜŞÜŞ – DÖNÜŞÜM

    Başlamak bazen daha önce hiç olmayana girişmektir. Bazen de ama, yenidendir başlamak. Öncesi olan bir şeydir bazen, işte buna da biz, dönüş deriz. Başlamak içinde çok şey barındırır, misal olarak cesareti verebilirim.

    Matematiğin en korkunç üç sembolünden biri; 0’dır. Yutan eleman diye adı çıkmıştır bir kez, işte insan da başlamadan önce tam olarak 0’ın içindedir. Ondan korkar, kaçarız ama durabileceğimiz en uzak nokta onun tam merkezidir. 0’ın midesinde ki 100 milyarlık kalabalığız ve bu bizi edercesine korkutuyor. işte başlamak, o ilk adımıdır, sınırdan ilk burnumuzu uzatışımızdır. Ve bu bizi matematiğin ikinci en korkunç sembolü olan 1’e getirir. Burası 0’ın karanlığından fark∞∞∞∞∞∞∞∞u kadar yalın, bu kadar sadedir; başka çaresi olmadığı için. Burası insana sonsuz sessizliğin içinde, huzurlu bir yaşam gibi gelir, fakat işin özü bunun tam aksi. 1 olmak insana iki yol sunar; ya korkup tekrar 0’a saklanırsın, ya da gittiğin istikamette yola devam edersin. Bu zamana kadar kimse 1’e varmış ve burada ebediyen kalmamıştır. Yola devam etmek matematik aleminin üçüncü ve en korkunç simgesine götürür bizi; ∞‘luğa Burası öylesi bir yerdir ki, bilinmezliğin cazibesi kör eder gözleri. Kör olan gözler, bilmeden yürümeye başlar ∞‘luğa doğru. Ona kavuşma arzusuna kapılırlar, yürekleri onun o gölgeli gülüşüyle mest olur. Düşünmek, hissetmek, yaşamak, her bir adımla daha bir anlam kazanır onlar için ama ne yazık ki artık nerede olduğunu, nereye gittiğini bilmeyen gözler boş bakıyordur dünyaya.

    Bu gaflet uykusundan uyanıp, 0’ın o uçsuz bucaksız surlarında turladığını görmek “dönüş” oluyor tam olarak. Kırılmış aynadan kendine bakan bu insanlar için durgun bir su birikintisi bulmak, dönüş. Yüksekliği ölçmek için bırakırken bedenini 0’ın kenarından aşağı, oturup saniye tutmak ruhunla dönmek dediğim şey. Bu defter de benim düşüş süremi tutarken aklımdan geçenler…
    1 ...
  2. 2.
  3. YAĞIŞ

    Buralar fazla aydınlık yazı yazmak için. Yaşamak için fazla aydınlık, uyumak için fazla parlak bu ışıklar. Bunca suni aydınlatmanın içinde doğal kalmanın, doğal düşünmenin, doğal hissetmenin imkansızlığı doğal değil mi? Bunca yapay ışıkta, gözlerimizin asıl rengini nasıl görebileceğiz, anlamak zor. Bunca makyajın arkasında, nasıl güldüğünü görmek güç. Ruhumuzu boyayamasak ta, sahtelikle sıvıyoruz kişiliğimizi.

    Yağmurdan kaçıyoruz, kat kat katmanlarımız akarda, bir parça içimiz görünür diye. Oysa bilmiyoruz ki, zaten Nisan’da yağan yağmurunda bir aldatmaca olduğunu. Ben hiç korkmadım ıslanmaktan şimdiye dek ama bu denli yalancı bulutlar sarmamıştı içimi. Yağmur aşkla yağar benim hafızamda. insanlar neşeyle kaçışır sağa sola. Ben ellerimde seninkilerin sıcaklığını duyarken, aldırmam kaldırım taşlarının aralarına dolan sulara, koşarım anılarımın arasında. Buğulanan cami camlarına otobüsler çizerim. Ama şuan yağan yağmur bu otobüslerden bile yalan. Bunlar aşk yağmuru değil; hüzün yağmurları bu düşenler. Sonrasından açan gök kuşağı kartondan kesilmiş gibi.

    El ele çiftler geçiyor altımızdan. Onlar bilmez bu gerçekleri ama beni kandıramazsınız artık. Bu sahte yağışlara kanmıyor gözlerim. Keşke kansalar.
    0 ...
  4. 3.
  5. YAŞAYIŞ

    Aç parantez; ye şaplağı, yaşamaya başla. Aç parantez; gör anne babayı, tat sevgiyi. Aç parantez; ağla, acık, doldur altını. Aç parantez; dinle ve konuşmayı öğren. Aç parantez; emekle, yürü, koşanlara yetiş. Aç parantez; ye yemeğini, sor aklındakini, al cevabını, sus otur sonra. Aç parantez; tanış kelimelerle, okumayı sök, ezberle yazılanları. Aç parantez; izle insanları, ayak uydur düzene ve katıl sağ kulvardan yarışa. Aç parantez; oku yazılmış şiirleri, taklit et senden önceki aşkları ve diz dizelerini.

    Hayat sağa bakan parantezlerden ibaret. Suya atılmış taş misali, iç içe geçmiş halkalar. Her bir insanın özenle veyahut yanlışlıkla açtığı parantezler, her bir anın kendi tek yönlü eğik çizgisi. Aç parantez; yalnızlığı, çaresizliği ve kelimelerin anlamsızlığını hisset. Aç parantez; depremleri, yangınları, katliamları, intiharları, ölümcül hastalıkları ve bilhassa yaşadığın dünyanın karanlığına tanık ol. Aç parantez; doğan güneşi, batan ayı, geçen günü, eksilen ve kalan ömrü tek nefeste kucakla. Aç parantez; lezzetli yemekler ye, zaten bilineni yeniden keşfet, güzel insanların içindeki kötülüğü bilmeden tanı, bir de mümkünse eğer; düşün altında binlerce kefensiz yatanı.

    Yaşam bir parantez paradoksundan ibaret. Bildiğimiz, tanıdığımız, gördüğümüz, yaşadığımız, tükettiğimiz, ürettiğimiz, sahiplendiğimiz, kirlettiğimiz, inandığımız ve inkar ettiğimiz her bir insan, her bir yer, her bir şey, her bir an ve zaman bir öncekinin içine gömülmüş bir oval çubuk sadece. ister inanın ister inanmayın ama, film şeridine benzetilmiş ömür denilen nane; bir iki satırlık parantez dizisi, o kadar. Aç parantez; doğ ve hayatta kal. Aç parantez; hisset ve doldur sayfaları kelimelerinle. Aç parantez; bitir defteri, dür ve sok kolunun altına. Aç parantez; öl ve başlasın çalmaya; gidiyorum elveda. Kapa parantez.
    1 ...
  6. 4.
  7. AYRILIŞ

    Kafan karışır. Doğruların eğilip bükülür ve sağlamlığını sorgulamaktan kaçındığın gerçekliğin, sonunda üzerine çöker. Ezilmez ama sıkışır ruhun, yanılgının en büyük parçasının altında. Darma duman olmuş şehrinde, elinde ki eski püskü haritayla, çoktan kör topal korsanlarca yağmalanmış, çöpten hazineyi ararsın. Bulmak heyecanlandırmaz, aksine yeni depremlere zemin hazırlar. Bulamamak kemirmekten fazlasını yapar ruhuna. Parçalar ve ezer, kanlar içinde kalmış bedenini, azı dişlerinin arasında. Hayat bol bol bu depremler, inanışlar ve yok oluşlarla doludur. Kaçınılmaz ve karşı konulmaz bir çıkmaz sonsuzluk.

    Ayrılış, birken iki olmaya benziyor. Parçalanış, kopuş bir nevi. Bir büyükten iki küçük, iki eksik, iki yarıma dönüşmek. Eskisi olmayı olmayı ummak anlamsız ve gereksiz; çünkü bu tekrar doldurulabilir türden bir eksiliş değik.

    Bir de (kişiden kişiye değişmek koşulu ile) çok can yakar. Sonuçta: Bir kitap düşer yere, kapanır bir pencere…
    0 ...
  8. 5.
  9. ÇÖKÜŞ

    Elinde olmayan sebepler yüzünden, kendini olmayı istemediğin bir yerde bulmak. Bir tür dayanıklılık testine, karşı sınıfta kalma hali. Kaldıramamak, dayanamamak sırttaki yüke. Atacak ağırlığın kalmayışı ve göçüş.

    Bekliyoruz işte, elimizde pilli bir fener, kurtarıcımızı bekliyoruz. inlemelerimizi takip ediyorlar ama susuşlarımızla yaklaşıyorlar. Işık, karanlık, ağırlık, yalnızlık…

    BU BEN DEĞiLiM
    1 ...
  10. 6.
  11. UYANIŞ

    izninle benli cümleler kuracağım yine.

    Oturuyorum, yağmurun şırıltısını dinliyorum. Hissetmeye çalışıyorum her bir damlayı. Ellerime düşen, omuzlarımı ıslatan, saçlarımdan akan her bir damlayı tek tek hissetmek amacım bu kez. Havanın eşsiz esişiyle bir bir uyanıyor tüylerim, diken diken oluyor. Sanki biri dokunmak, sevmek istese batacak gibi geliyor ellerine. Birisi yaramı kaşıyormuş gibi ısırmak, saldırmak istiyorum o serinlikte. Bir ürperti dolaşıyor üstümde, hafif bir titreme baş gösteriyor, önüme eğilip iyice kendime kapanmak istiyorum, bu sefer de ensemden hücum ediyor kahpe yağmur. Ellerimi karnıma doluyorum, karnım kuru geliyor, karnım gurulduyor. Susuyorum. Susuyorum. Susuyorum, sonra dayanamayıp ağzımı göğe dayıyorum. Kana içmek istiyorum yağmuru ama damlalar ıskalıyor dilimi, alnımı ve gözlerimi nişan almış gibi, düştüğü yere saplanıyor damlalar.

    Şırıltı yükseliyor. Gök sinirli. Çatacak, gürleyecek birini arıyor. Ses çıkarmıyorum ki es geçsin beni. Oturduğum banka biriken sular, sanki daha alçakmışım gibi üzerime akıyor. Kalkmak istiyorum ama ne gerek var şimdi. Defterim geliyor aklıma, elimi ceketimden içeri daldırıyorum, demin ki kuru yer artık ıslak. Söz uçar yazı akar diyerek bir de korkuyorum ürpermenin üstüne. Konuşmak geçici, yazmak eğretiyse, nasıl anlatırım ben bunu sana.

    Dayanamıyorum daha fazla, açıyorum gözlerimi derin bir uykudan uyanır gibi. Gök kapalı ama yağmur yok henüz. Ellerim, omuzlarım ceketim, saçım kuru. Yağmura yakalanmaktan korkanlar acele ediyor. Trafik felç, kalabalık ağır yaralı, bulutlar depresyonda.

    Bu satırları yazmam gerekiyor, çünkü biliyorum ki eğer şuan bunları yazmazsam bir daha asla aynı cümleleri kuramayacağım. Yazmam gerektiği için çıkarıyorum defteri ceketimin içinden, kapıyorum gözlerimi ve yazmaya başlıyorum.

    Yağmur aynı şiddette devam ediyor. Aynı bankta oturan aynı bana karşı, aynı yağmur taarruzu sürdürüyor. Güneş ışıkları, ince göz kapaklarımı aşıp bilincimi karartmaya başlıyor. Artık biliyorum ki hava kapalı değil dışarıda. Trafik, kalabalık, bulutlar tedaviye yanıt verdi sonunda fakat sayfalarım ıslanıyor hala. Yazılarım akıyor. Harflerim devrim yapıyor kelime ve cümlelere karşı. Satırlar birbirine sarılıyor korkudan. Hayat son oyununu oynuyor üzerimde. Saatim hiç var olmayan bir zamanı gösterirken şehit düşüyor. Su damlaları son kozunu oynayıp geri çekilme emri veriyor.

    Kaçacak delik yok diye, son kez defterimin arasından, ikimizin o ilk ve tek fotoğrafını çıkarıyorum. Fotoğrafta ne sen varsın, ne ben. Fotoğraf bile yok belki, belki bu gördüklerim, rüya bile değil. Sonunda dilime bir damla su düşüyor, bir çiçek kuruyor. Uyanıyorum ve kapıyorum gözlerimi yeniden.
    1 ...
  12. 7.
  13. YIKILIŞ



    Sonbahar gelmedi henüz, ama kurudum.
    Çekin bir sandalye.
    Dinlenmeye değecek cümlelerim yok biliyorum.
    Oturun konuşalım yine de.
    Vakit geç, hava ayaz dışarıda,
    Sevgiye en çok muhtaç olanlarımızın
    Üstü ince



    Siz hiç sevmediğiniz birine, aşık oldunuz mu?
    En savunmasız anınızda.
    Kaleminizin kırılması gibi,
    Şiirin son satırında.
    Ateş bazen düşmediği yeri de yakar.
    Bazı dumanlar, bazı duvarları kirletir.
    Zaman bir şeyler eksiltir,
    Ruhumuzdan ağır ağır.



    Güneş doğar, güneş batar.
    Fark etmeden göğsünüzde delikler açar.
    Elleriniz o kadar küçüktür ki,
    Parmaklarınız o kadar sivri,
    Güneşi battığı yerden çıkarmaya çalışırken
    Daha çok yaralar.



    Aşina bir ses yankılanır.
    Terk edilmiş bedenlerin arasında.
    Tanıdık biri daha yıkılır,
    Taşında ismi yazılı toprağa.
    Doğumunda hazırlanır insan,
    Biri tarafından yıkanmaya.



    Ecelin adımları gürdür, işitilir uzaktan,
    Fakat insanoğlu sağır, anlamaz nefesi ensesinde duymadıkça.



    Ne açan çiçekle ilktir bahar,
    Ne dökülen yaprakla son.
    Bugünün evveli,
    Yarının sonrası var.



    Ömrü yaşanır kılıyor, hatırlamak seni.
    Varlığını bilmek, içimde esen tatlı bir bahar meltemi.
    Azrail kıskanıyor, bu saçma saadeti.
    Canı sağ olsun, yellese de yüreğimdeki ateşi.



    Biri kapıyı vuruyor.
    Evde yokum desem,
    inanmaz şimdi bana.
    illa görmek ister, var olmayışımı.
    Açmak gerek bulunmayan,
    Ve hiç çalınmayan kapıyı.



    Şiir ciddiyet ister.
    Ben de şimdi ciddi olmaya,
    Yatağıma gidiyorum.
    iyi geceler.

    2 ...
  14. 8.
  15. AĞLAYIŞ
    Bir keresinde bana insan yağmurda ağlayamazmış demiştin. Peh. Gözyaşları yağmur damlalarına benzer demiştin, onun için insan yağmur yağarken ağlarsa, ağladığını anlayamazmış. Yağmurun karıştığı gözyaşları gerçek olmazmış. Peh.

    Ben yağmurda da ağladım. Hatta benim ağlamalarımdan bazılar, yağmur oldu yağdı yeryüzüne, senin yüzünden, benim yüzüme, belki yüz kere, yüzme bilmezken. Ben banyoda da ağladım. Kırmızı kırmızı damladı çenemden aşağı, bileklerime, avuçlarıma. Babamdan yediğim tokatlar bile silemedi bazı gözyaşlarımı. Bir keresinde eline bulaşmıştı ama. Fark edince bir tokatta enseme indirdi. Yine bende kaldı benim olan.

    Abimin yumruklarıyla bile durmadı gözlerim. Yer yer dindiler. Sonra yine sağanak. Sen yağmurla benziyor diye gözyaşlarımız, ağlayamazsın dedin. Ben denizde bile ağladım. Ağladığım yer kurudu. Ben bahçeyi sulayan fıskiyenin altında otururken ağladım. Çiçekler soldu kahrımdan.

    Ben en son senin elinden ağladım. Son tekmeyi yerken senden, son damla düştü yere. Gözlerim sustu sonra. Dilim kırılsaydı da dilim kırılsaydı diyemeseydim derken dilim kırıldı. Kalemim köreldi, söz geçiremez oldu kağıda.

    Sen bana diyorsun ki insan yağmurda ağlayamazmış. Peh. Ben sendeyken bile ağladım, yağmur kimmiş!
    2 ...
  16. 9.
  17. BiLMEYiŞ

    Bilmemeye devam ediyorum. Herhangi bir şeyi hala öğrenebilmiş değilim. Zaman, daha hayat dediğimiz kısacık zaman, insana ne çok şey öğretir derler oysa ki. Ben kulaklarımı mı tıkıyorum anlatılana acaba, gözlerimi sonuna kadar açıyorum ama hala karanlık. Hatta gözlerim açıkken kör oluyorum neredeyse. Ne kadar ses verirsem yaşama, o kadar az işitiyorum söyleneni.

    Ağaçlara kulağımı dayamaya korkuyorum,
    Karınca kaçar beynime diye.
    Zaten her şey yeterince karıncalı, yeterince cızırtılı, yeterince yetersiz.

    Bir çınlamadır gidiyor içimde ne zamandır.
    Kim beni bu kadar anar ki, aklıma ölüm geliyor.
    Azralin pembe tüylü defterinde, simli kaleminin ucunda adım sanırım.

    Güneş kendinden emin adımlarla yükseliyor ufukta,
    Ben beton kaplı hayatımdan son ısırığı alırken.
    Kavuşmak hayal oldu, kelebeğin rüyasında.
    Adım kara listede, kırmızı şarapla beraber yazıyor.
    Sofrada yer yok, kediler mi yer yoksa?
    Karnı acıkan ayı, bırakır oynamayı.
    Oturur yemeğini yer, toklar açların haliden anlar mı?

    Bir hayvan olsaydım.. yani başka bir hayvan olsaydım, kesin martı olurdum.
    Dünya yoğurdu dibe çökmüş cacık misali,
    içmek için karıştırmak gerekiyor,
    Bedenim en üstte yüzen hıyar gibi,
    Batacağı günü bekliyor.

    Saat geçer, yaya bekler,
    Kırmızı ışık yanık, yeşil ışık patlak.
    Uzaydan gelmiş gibi duran,
    Polis memurunun suratı asık, yeşil yeleği pasparlak.
    Ben senin gözünde hep karanlığım, hep karanlık.
    Dedim ya bilmiyorum. inanmamışsındır diye bu yazdıklarım,
    Gerçi hepsi saçmalık.
    1 ...
  18. 10.
  19. ŞiŞiŞ

    Çok huysuzum bilirsin, bilmelisin, bil… Seninle bir dakika umutlandırıyor beni, sensiz her dakika canım, usandırıyor beni… Dişlerim çürüdü döküldü geçen. Sonbahardandır dedim, umursamadım. Ömrümün sonbaharı yani kastettiğim, hani imgeden anlamazsın diye belki yazayım. Sen de ne de olsa yaz aylarının sonundasın… Ekmek yok, kuru soğan bile yok. Yiğit muhtaç olmuş, kredi verecek banka dahi yok. Ama böyle olmaz ki gülüm, gök bedava, yer bedava, hava beleş, kuş cıvıltılarına dahil değil mesela KDV (Katma! Değmez, Varyemez)… Bilen, bilendikçe eğ başını. Ne kadar tehlikeliysen, o kadar yasadışısın. Tutuklarlar maazallah, estağfurullah, elhamdülillah… Dün ölenler, yarın doğanları tanımadı, oysa karşılaşmış olmalılar, onlar giderken bunlar geliyordu. Biz saklanmış ağacın arkasına, saklanmış ağacı arıyorduk. Kim sakladıysa onu affet ya saklayanların resulü. Anladın mı kelime oyununu müzeyyen? (Geçen gittiğimiz müze var ya, hani tabiatın biyografisini sunan, onu da yıkmışlar işte. Kim bu müze yiyen anlamıyorum?)… Oyun içinde oyun oldu yine, okeye dönerken şahımı yediler, mars oldum gülüm. Plüton da olabilir… Dediklerim komik mi geliyor bilmiyorum, ama bunlar birer ağıt müzeyyen. Çaktırma, telefonlarımızı dinliyor gizsiz ajanlar. Hadi beni salda uyuyayım. Sana son şifreli mesajım hiç unutamadığım bir çocukluk travmam olsun; Bir keresinde balonu o kadar çok şişirdim ki, ben patladım. O günden beri gaz kaçırıyorum. (Şifre;1234)
    1 ...
  20. 11.
  21. UYUYAMAYIŞ

    Senden bana kalan en büyük sorun
    Hala uyuyamayışım.
    Şuraya günün anlamsız ve önemsizliğine dair
    Bir şiir bırakayım.
    Belki aklının ucundan bile geçmez ama
    Neden Müzeyyen? diye sorarsın
    Çünkü oluyor,
    250 milyon yılda bir olan çifte tutulma, gerçekleşiyor
    Yani Güneş’le Ay birbirine tutuluyor.
    Gök kapkaranlık.
    Senin korktuğun, benim kaçtığım şey
    Aşık oluyorum.
    En azından oluyordum. Tam oluyordum ki
    Bir koydu ağzımın ortasına,
    Bayılmışım, ayıldığımda gitmişti.

    Bu gün ben olmanın çok da bir meziyet olmadığını anladım.
    Üzgünüm ama anladığın şey doğru.
    Keşke ile başlayacak şimdi cümlelerin, hissedebiliyorum.
    Yazıklar olsun bana değil mi?
    Ben de benim kalıbıma tüküreyim.
    Bir şeyler oluyor ama henüz anlamış değilim.
    Deprem gibi ama sallantı bitmedi.

    Seni kırdıysam, ki kırdım
    Beni affet, ki biliyorum darılmadın.
    Eğer bir gün, aynı rafın önünde
    Aynı kitaba uzanırsak tekrar
    Bu sefer izin vermeyeceğim senin almana.
    Gerek yok romantizme,
    Başkasını al sen de kendine.

    Ne boş laflar ediyorum değil mi?
    Uyuyabilseydim bile daha düzgün şeyler görürdüm rüyamda.
    Ama işte tutmuyor uyku, sağolasın.
    Ben iyisimi yeniden deneyeyim.
    Uykuyu değil ama, yeniden başlamayı.
    0 ...
  22. 12.
  23. DENEYiŞ

    “Bu saatte rüyanda mı gördün beni de
    Oturdun şiir yazıyorsun mübarek?”
    Demediğini duymaz gibiyim

    Güzel laflarım yok, her zamanki gibi.
    iki kelimeyi bir araya getiremem
    Ben getirsem bile, bu seni bana getirmez

    Aslında çok hisliyim bu aralar
    Ama dökemiyorum içimi bir türlü
    Bir süredir hep böyle bu durum
    Ne yazsam çürük, ne yazsam ölü

    Dokunmak istiyorum aslında kalemimle
    Eğer olmasaydı hiç, bu amansız hastalık
    Çoktan başarabilirdim belki
    Fakat kalemimin ucu kör artık
    Mum sönük, çay bardağım karanlık ve kırık.

    Hamurumda yokmuş demek ki şairlik.
    Zaten bir bok becerebildiğim de yoktu
    Artık şiir de yazamıyorum.
    Ne kafiye tutuyor, ne hece uyumu.
    Benzetmelerim de bir boka benzemiyor
    Kime ne rahatsızlık veriyorsa onu söylüyorlar.
    Kimseye dokunmayan bir yılan olmak istiyorum.
    Derdim uzun ömür filan değil.
    Kimse kuyruğuma basmasın, vallahi çok canım acıyor.
    Soğuk diyorum, üstünü kalın giy diyorlar.
    Kimse sarılmıyor ama, senin gibi.

    Yoruldum ben iyiden iyiye.
    Kimseden bir yardım beklediğim yokta.
    En azından uykuya söyleseniz de, birazcık gözüme girse.
    Neyse, yine çenem düştü, özür dilerim, senin de uykundan çaldığım için.
    1 ...
  24. 13.
  25. KAYBOLUŞ

    Gün doğmasına yakın bir çığlık yankılanıyor. iyileşmeye çalışan bir şizofren gibi hissediyorum son zamanlarda. Duyduğum sesin gerçek mi yoksa bir yanılsama mı olduğunu ayırt etmeye çalışıyorum. Çığlık çok yakından geliyor, giderek yükseliyor ve yaklaşıyor gibi. Kendim bile bağırıyor olabilirim, uyanık biri olsa ona soracağım sen de duyuyor musun bunu diye. ama onun gerçek olup olmadığını nereden anlayabilirim ki. Sesi kaydetmek istiyorum ama ya kayıt cihazım sağırsa. Gerçeklik birbirine kenetli zincir halkaları gibi. Biri kırılırsa, tek bir doğru çökerse, tüm gerçeklik ayrılıyor birbirinden. Yaşadıklarımdan hangisinin hayal, hangisinin hayat olduğunu söyleyecek, gerçekten gerçek bir süzgece ihtiyacım var. Gerçek süzgecinden sadece gerçekler geçebilir. Uydurma anılar, kafadan atılma acılar ya da sevinçlerle doluyum. Senin de dediğin gibi, körebe oynarken gözlerini açamazsın, çünkü göreceklerin kimseyi memnun etmeyecektir. Ama gözlerimi sıkıca bağlamadan oyunu başlatmışlar. Oynamak için benim bilerek gözlerimi yummam gerek. Belki bu da oyunun bir parçasıdır bilmiyorum. Ne saçmalıyorum onu da bilmiyorum. Kim bu kuralları, normalleri, sorumluluk gereklilikleri üreten. Bir bozukluk var. Eksik bir parça var. Allah kahretsin, kim bu çığlığı atan. Allah korusun, ya sen bile yoksan. Ya ben bile yoksam. Kim yazardı bu satırları.
    1 ...
  26. 14.
  27. Dur bakalım ne olacak. Belirsiz bir arayış, sonsuz bir bekleyiş ve yuvarlanıp gidiş hali söz konusu. Bir boka bastım ve içine çekiyor gibi giderek. Bir şey bulmam gerek, bir dal tutunacak. Filmlerde ki gibi olsun istemiyorum. Son saniyede biri tutsun elimden istemiyorum. Kurtulacaksam eğer biri tarafından, bu boğazıma kadar gelmeden önce olmalı. Kimse gebermemi beklememeli. Ben umudun bittiği yerde hayata dönmek istemiyorum. Umut fakirin ekmeğidir. Ben fakir, umut ekmekse; sen beni açlıkla sınama yarabbi. Bir bok yapamıyorsan da, izleme benim yok oluşumu. Arkanı da dönme, ben de seni izlemeyeyim. Bunun adı avanaklıktır heralde. Başka bir şey bulamadım.
    0 ...
  28. 15.
  29. HiSSEDiŞ

    Hiç oluyorum giderek, durarak, oturarak ve yaşayarak. Sonu pek hoş olmadı yine ama olsun. içim fesat benim evet ama seninki de pek temiz değil anlaşılan. Hava 41 derece, dondurucu bir sıcak. Çifte donmuş biri, epey alçak. Uymuyor kelimeler sıkıştırdığım satırlara, ya biraz dar geliyor, ya çok bol. Satır araları gözüme batıyor, eksikliğini hissettiriyor. Bir duman salınarak kayboluyor göz hizamda. Kör kütük çatırdıyor Müzeyyen, duymuyor musun gerçekten? Azıcık yaklaşsan neler duyarsın bir bilsen. Boşuna delirmedim ben, defterlerde. Mırıldanarak eşlik ediyorum çöküşümden gelen gürültüye. Bu bencillik midir bilmem ama sana okutma niyetinde değilim artık pek. Okuduğundan da şüphe duymaya başladım zaten. Yani ben olsam okumazdım, sen olsam da okumazdım, marangoz olsam okurdum belki ama muhtemelen anlamazdım o zaman da. Ben insan olsam okumazdım galiba bu saçmalıkları.
    Hepiniz haklısınız. Hepiniz yenilen hakkınız yüzünden mağdursunuz, her biriniz yalnız, herkes birinden kazık yemiş anlıyorum. Bu kadar ama, siz de beni anlayın filan demeyeceğim, ne gerek var şimdi bir de olmayan birinin dertlerini bindiresiniz sırtınıza. Bu işi bitirmeye karar verdim. Hatta ne kadar yarım işim varsa bitirmeye kararlıyım. Bir son olacaksa, hiçbir yol çıkmaz olarak kalmamalı. Senden haber bekliyorum. Mektuplarımı istiyorum. Fazla bir şey değil kurban olduğum, Raif olduğum. Yıllarca bekletme beni durduk yere, çoluk çocuğa rezil olmayayım daha fazla.
    2 ...
  30. 16.
  31. iZLEYiŞ

    Öylece duruyorum sen önümden geçip giderken. Ne elimi kaldırıp selam verebiliyorum, ne gözlerimi kısıp hoşça kal diyebiliyorum. içimden merhaba ile elvedayı aynı anda söylemek geçiyor, içimden ikisini birlikte söylüyorum ama işte sen içinden selamımı da almıyorsun vedamı da görmüyorsun.

    Beklemek huy oldu iyice. işi gücü bırakıp bekler oldum sağda solda. Geçen arabaları, otobüsleri, trenleri sayarken uyuyakalırım, belki seni beklediğimi görürsün de uyandırıp kaldığım sayıyı söylersin kulağıma. Çok uçuk hayaller değil be müzeyyen. Biraz imkansız, biraz na-mümkün ama elimden başka ne gelir ki? Yok ciddi soruyorum bunu. Elimden başka ne gelir. Bir kalem tutuyor işte. Ah bir de senin elini tutsa. “Hoşt ulan” diyor içimden bir ses. Yavaş gel diyor. Çok mu ileri gidiyorum. E sana yetişemiyorum ki nasıl ileri gideyim. Duy be artık şu satırları müzeyyen. Duy içimdeki kuş çığlıklarını, orman yangınlarını. Kurtlar uluyor içimde çizgi filmlerde ki gibi seni düşündükçe. Hintçe bir ilahi çalıyor kulaklarımda. Huzura ereceğim bu sabaha karşı, -35 derecede.
    2 ...
  32. 17.
  33. SIÇIŞ

    Sen bana bakma, ben iyi değilim. Sen iyi olmaya bak, iyi birilerine bak, mutlu ol, mutlu olsun. Hayat böyle yaşanmıyormuş, haklıymışsın. insan ölemiyormuş bile böyleyken. Biraz ağır bir yük bir başkası olmak. Belim ağrıyor demem boşuna değildi yani. Sen kendin olacağın bir yerde dur.

    Bazen gölgem önüme düşüyor. Göz göze geliyorum kendimle, bir ağrı saplanıyor alnımdan. Ben yolumu yolsuzlar kesmiş gibi hissediyorum, ruhum kararıyor. Gölgem utancı yüzüne vurulmuş gibi kızarıyor bir anda beni görünce.
    Bir bok olduğu yok buralarda bu aralar. Sessizlik hâkim vicdan mahkememde, her suçum idama sebebiyet veriyor. “KARAR” diye bağırıyor sessiz hâkim, kararıyorum. Yüzüme tükürse veyahut alay etse halimle, hak veririm hâkime. Sustum ama neyleyim, yalan söylüyorum sandınız.

    Çobanlığa puanım yetse, koyun psikolojisinde doktora yapardım. Her an kurt kapabilir diye, bir an ayrılamadım sürüden. Sen nereye ben oraya dedim. Sonra yürümedi ilişkimiz, sürü benden ayrıldı. Ha kaptı ha kapacak diye beklerken, kurda olan inancımı yitirdim. Kimsenin kimseyi kaptığı yokmuş meğer. Bu neyin aldatmacası çözmüş değilim. Korkmadan yaşamanın neresi suç, biri anlatır umarım bir gün.

    Neyse sen bana bakma. Ben yıkılıyorum giderek, temelimi sağlam atmamışlar benim ki, erken çöküyorum. 30’lu yaşlarımdayken 80’leri hissediyordum. Kaç yaşındasın diyenlere, kaçma yaşındayım diyordum. Şimdi ölme yaşına bastım, gözünün yaşına bakmadan. Bir hayaldir bu kapıldığın dediler, geçermiş. ilaçlar, doktorlar, kocakarı muskaları fayda etmedi. Bir kurşun döktüler bana, çıkarmak çok tehlikeli diye içimde bırakıldı sonra.

    Biraz sabırmış meğerse peygamberin sırrı. Beklemeyi bilen değil de; beklemeyi becerebilen, tahammül edebilen, boyun eğebilen erenmiş, ermiş denmiş. Bizimkiler yasak denilen meyveyi yerken, ötekiler yerin çektiğine tanık olmuş. Birileri kızdırmış doğa anayı, 7 yıllık kuraklık başlamış. Ruhuna yağmur yağmayanların bardağında buzlu viskisi hazırmış. Çalmış sazlar, oynamış kızlar. Gününü dün edenler mutlu yaşamın sırrına ortak olmuş. Sinirli değilim ki. içimi dökmeye çalışıyorum ama tek damla olmayan plastik ruhuma ne fayda.

    Sen bana bakma. Ben bir yangın sonucu neslini kaybeden bir ateş böceğiyim. Adım bile yalandan. Benim Kuran-ı Kerim’im, incil’im, Tevrat’ım, Zebur’um…

    Neyse sen bana bakma. Günlerin bedenime geçişini hayretle seyrediyorum. Çözecek problemlerim var. Havuzlar, işçiler, yollar, karlı zararlı problemlere sahibim. Bildiğim bir parmak hesabı var, onda da işlem hatası yapıyorum. 3 kuruşluk aklımla milyonların işine karışıyorum. Bir dümen dönüyor gibi geliyor, bir tezgâh kurmuş birileri bana. Yoksa böyle bozuk bir sistemi kimse kuramaz.
    Bildiğini biliyorum. Bilmediğin yerden vuruyorsam söyle, bileyim. Bileyim ki sivril, keskinleş, tek seferde öleyim. Yoksa mundar olacağım bak. Sırat köprüsünde taşıyamam hiç kimseyi o zaman. Kendimi sana kurban etsem, sadakatimi ve teslimiyetimi temsilen, kabul olur muyum ki? Dilekçeyle başvursam, çok canın acır mı acaba? Bir şarkı çıkar mı acaba ruhumdan, hani içimdeki pisliği boşaltsan, sirkeli suda bekletsen sonra temizce yıkasan, sarımsaklı sarımsaklı yesek bir güzel. Ben de hiç anlamam işkembeden ama paça benim işim bak. Yanına bir de beyin salatası, sadrazamın arkadaş ağı.

    Sen bakma bana. Ben de hiç anlamıyorum ne olduğunu. Şalterler atmış, elektrik yetmiş, sen seksen, ben toksam, herkes yüzer, yan komşudan bir yüzlük istesek onda da yoktur. Sayı tekerlemem tekledi, tekerleğim dönmedi. Gülmek ile solmak benzer şeylermiş Gülüm. Madonna’nın Duyguları karışık Müzeyyen.

    Ben de hiç anlamıyorum ne dediğimi. Sıvamak yıllarımı aldı ömrümden. Şimdi birilerinin tuttuğu, birinin pişireceği, birinin yiyip birinin de “Hani lan bana!” diyeceği tavuğu yoluyorum. Dikecek tüy arıyor gibi gibiyim. Bilinmeyen numaralara sorsam, sen ne ayaksın der. 45 demeye utanıyorum, Van Gölü canavarı gibi bir şey oldum hepten.

    Sen bana bakma, bende baktığın yerden çekileyim artık. Pes edesim var ama işte içimde bir şey seni bekliyor. Eksiklikler var işte nasıl diyeyim, çapraz bağlarım kopmuş gibi. Ne alakası var yine diyebilirsin, ya da merak yine nasıl bağlayacağımı merak edebilirsin. Merak et sen kaç yazar? Hani pazarlık ederim ama hiç param yok onu baştan söyleyeyim.

    Çocukken aşık olduğum kızla el kızartmaca oynardık. Ne cesaret ama düşünsene. Ellerini tutmak için ellerim patlayana kadar vurmasına izin verirdim. Tek fiske atamazdım ama sonra sanki onun elleri kızarmış gibi alay ederdim. Sonra tekrar, tekrar, tekrar. Bir de acımasızdı ki gavurun kızı. O gün sevilmemenin ne demek olduğuna tanık oldum. Ama işte çocuk aklım ermemişti ne anlama geldiğine. Sevilmemenin ne demek olduğunu, sağ olasın en iyi sen anlattın bana. Herkesi kendin gibi sanmanın insanı nasıl bir gaflete düşürdüğünü o gün fark ettim. Sonra uyandırıp beni, herkes gibi hissetmem gerektiğini söyledin. Ben uykulu uykulu yine hiçbir şey anlamadım. Sonra kendimi herkes gibi sandım. Piçin biri oldum, çıkamadım. Mazur gör istedim, bakma kusuruma işte. Gerçi sen bana hiç bakma.

    Hayrola inşallah, bu sığ halin. Anlatsan dinlerim, ortak olurum sıkıntına ama işte aynı anda aynı yerde bulunamamak gibi bir sorunumuz var. Kader çizgilerimizin bu denli farklı düzlemlerde olması, hayra alamet şey değil bence doğrusu. Paralel evrenler kadar uzağız ama o denli aynı. Bir gün insan klonlamama izin verilirse, o gün kendimi klonlayıp çeker vururdum kendimi. Ama hangi kendim hangi kendimi vururdu orasını bilemem. Kendi kafama sıkarken hangi kendimin canı acır, ya da ne hissederim bilmiyorum. Çaresizlik te burada başlıyor sanırım. Hani bilmemekte filan değil. Burada, defterin arasında yani. Çarem olsaydı çaresiz olmazdım. Kelin ilacı olsaymış kendi başına sürermiş ama o zamanda kıllı bir kel olmaz mıydı? Kafamı kurcalayan sorular var.

    Sen bakma bana.
    1 ...
  34. 18.
  35. KOPUŞ

    Fısır fısır fısır fısır…. Ne dediğini anlamadığım bir ses çınlıyor kafamda. Tanımadığım biriydi, tanıştık ama adını da anlamadım. Bir şey anlatmaya da çalışmıyor sanırsam. Derdi delirmediği mi kanıtlamak gibi. Eğer ne dediğimi anlamış sayılırım. Ama anlaşılmayan şeyler duyuyorsan, östaki boruna bir şey kaçmıştır. Ya da çekiç-örs-üzengi’nin üzerinde bir salyangoz örselenir, çekiçle ilgili çekici bir şey bulamamaktan. Yarım, anlamsız, eksik bir şey mi var ki hayatımda?

    Bir şey söylüyor ama çok rüzgarlı hava, ne dediği anlaşılmıyor. Mikail uyukluyor yine görev başında. Bir demli çay rica etsem, gelene kadar soğur mu bu dünya?

    Bir şey diyor bir saniye. iyice yaklaştırsam kulağımı sanki öpüp kaçacak gibi şerefsiz. Uyumam lazım benim. Dünkü bu vakit geldi. Haydi rastgele. He eğer duyarsan onu sen de benim gibi, ona benim için şu cümleyi söyle:

    Her şey atomik bir kalp makinesiyle hayata bağlanmış hamile bir kadının gazete manşetlerine çıkmasıyla başladı. Dünyanın annesini ya da dünyanın kalbini düşünmek istiyorsan ineklerle başlık arasındaki bağlantıyı da görürsün.
    0 ...
  36. 19.
  37. GÜLÜŞ

    Sarhoş olasım var bugün. Ayık kafayla çekilmiyor, harabelerde harap olmuş bunca şarapla sarhoş. Bitik gecelerde yenik köfteler, ezik ruhları beslemeye yetmiyor. Sabahakarşı kafayı çekip çekip, yakasım var sokakları. Bağıra bağıra içsem şarkıları, söylesem sigaraları. Bir bir yansa ışıklar, el ele tutuşsa, itfaiyelerde mahsur kalanları, ağaca çıkan kediler kurtarsa. Bir şeyler düzelir mi acaba bu şehirde. “Açılın ben hastayım” diye bağırsam okulda, suni de olsa bir teneffüs zili çalar mı kulaklarımda?

    3 kul hürse, 1 el hemen vurur enselerine. Yasak kardeşim işte anlayın sizde halden. Allah’ın ve devletin yasakladığı işlerden kaçınırken kendimi böceğe dönüşmüş buldum. Sonra ilaçladılar zaten. Çocukken bir aşı yaptılardı, kızamık. Kızamıyorum bile artık. Ruhuma zayıflatılmış bir virüs olarak verdiler seni. Hepimizin ortak bağı, şıklığı güçlendirmek için moda diye bir şey icat ettiler. Bir türlü ayak uyduramadım. Kaldıramadı vücudum bak, yuvarladım lafları yine.

    Ne diyoruz biz, ne yiyoruz, ne saçmalıyoruz Müzeyyen. Cevaplar sorulara hamile, ultrasonda gördüm. Nurtopu gibi bir anlamsızlığımız olacak.

    Çalıntı araçlardan çıkma parçalarla yaptım kendimi. Furkankeştayn’lığa oynuyorum. Aynı yere iki kez çaktı şimşek, can buldum. Pasta-cila-kaportacı Metin abiyle konuştum, elinde çok iş varmış ama beni de araya sıkıştırabilirmiş. Tak etti canıma araya sıkışmak, rahat rahat oturup kalkamaz oldum. Kalabalığa düşmüş hindi çaresizliğindeyim. Canım sıkılıyor. Sensiz uyumaktan bitap düştüm, gel de kaldır beni hadi. Sensin sendeki kastım, alın artık şu lafı üstüne. Görmezdeysen gel, gelemiyorsan ben görmeze geleyim, beraber görmezden gelelim.

    Bağışlanmam gerek. Belki bir iki kişinin derdine dert olurum ama bu organları ben hiç hak etmedim. Hepsini bağışla lütfen. Özellikle de kalbimi. Alan olmazsa eğer seyiple gitsin. Seninle barınamadıktan sonra uyutsanız da fark etmez.

    Beklemem gerek diyor benden içerdeki bir ben. Başka da tek laf etmiyor. Bir başka ben de vakit geldi diyor. Bas uçlu kaleme veya çek tetiği diyor. Diğeri tatsız bir yolculuk telaşında, valiz hazırlıyor. Başköşede oturmuş sessizce zikir çekiyor biri, elinde uzay taşlı tesbih. Her kafadan bir ses geliyor, kendi içimde azınlık durumunda hissediyorum.

    Elimde urgan ipi, bir sehpanın üzerinde duruyorum. Düğümü atayım derken kör oluyorum, düğüm zaten kör. Sehpa dengesini kaybedip düşse adalet yerini bulacak. Ağlayasım vardı, o da kaçtı korkudan. Seyretmek için en ön sıradan bir yer buldu kendine. Elinde patlamış mısır, 3 boyut gözlüğünü takıyor. Hayata son bir el ve daha düşmeden sehpa: Gülüyorum sonunda. Keyifle ve hüzünle, mutlulukla ve acıyla, huzurla ve kederle, kahkahayla ve sessizce, içten ve sahte, ilk ve son defa; gülüyorum, elveda.
    1 ...
  38. 20.
  39. SIKILIŞ

    Fırtına sonrası kuzuların sessizliği. Denizlerim çarşaf gibi. Gökyüzü pürüzsüz. En ufak bir hareket yok dünden geriye kalan tek eser; ağaç kütüklerinden yapılma salımda ellerim ensemde sırtüstü yatmış parlak yıldızları seyreden ben gibi. Düşünüyor gibiyim ama aklım bomboş. En ufak bir ifade yok yüzümde, bir şarkı çalıyor ama mırıldanmak bile geçmiyor içimden. Rüzgar esiyor, uğul uğul. Birkaç kuş daireler çiziyor üzerimde. Karaya yaklaşmış olmam gerek. Kafamı kaldırıp bakasım bile yok ama. Kimsenin olmadığı bir adaya düşsem, ne değişir ki. Suyun içindeki ayağımı köpekbalıkları kapsa, bir balina takla atsa yanımda, alabora olsam kuşlar aç kalır. Ben geceye doyamadan boğulsam yazık olur verdiğim bunca savaşa.

    Parça parça anılar şeklinde hatırlıyorum dünü; devasa bir dalga geliyordu üzerime, nefes nefese salımın iplerini doluyordum kendime. Şimşekler ıskalıyordu, bulutlar analarına küfretmişim gibi sinirliydi (ki ettim). Yağmur değildi yağan, deniz önce göğe yükseliyor, ölüm emrini aldıktan sonra bulutların ardındaki komutanından, hızla devriliyor gibiydi.

    Üstüme bir sakinlik, bir rehavet çöktü yine. Uyumaya çalışsam uyuyamam da. Su uyumaz, düşman nasıl uyusun. Güneş doğacak birazdan, kavgamız kaldığı yerden devam edecek, yıllardır olduğu gibi. Kuşlar yarın gece yine gelecek, köpekbalıkları bulur beni belki bu kez. Belki senin karalarına vurur salım. Beraber çıkarız yola sonra, birlikte savaşırız kalan her şeyle. Beraber kayıplar veririz, beraber yatarız geceleri. Hem ben o zaman gökyüzünü, yıldızları değil de senin gözlerini izlerim. Umutla bekleriz yarını, kuşların benim ölümümü beklediği gibi.
    0 ...
  40. 21.
  41. DÖNÜŞ

    Hadi bakalım. Bir bilinmeyenli birinci dereceden bir denkleme dönüştü sorun iyice. Cevap yakında, hissedebiliyorum. Cevap burnumun ucunda bile değil, içinde. Çocukken üstüne yazıp cevabı, burnumdan beynime kadar soktuğum peçete parçasında. Ve çözülüyor nihayet, kafamda dünyaca ünlü bir ekip kazıp çıkardı peçete topağını ve çirkin yazımı deşifre etmeye çalışıyorlar. Fısıltıyla anlamaya çalışıyorlar yazanı. Sümkürsem, yılların emeği heba olacak. Bir nezleye bakıyor, bir çuval incir. Sabırdan da öte artık bu bekleyiş, alıştık hepsine. Ne kadar deli saçması fikrin varsa alıştık. Ve anlamsızlığın kavuştuk.

    Cevap içerde, terslik bu ya bu seferde ben dışardayım. Omuz atarak kırıp, kendi içime gireceğim bir kapı yok önümde. Kilitler beynime vurulmuş yıllar önce, kendi ellerimle. Ama son yakındır, gelişinden anlaşılır. Görünen köyün kılavuzuna bakmaktan bir türlü görememişim. Genişleyen bir spiral şeklinde daireler çizmişimde bunca zaman, başım bile dönmemiş. Uzaklaşmışım durmadan, zaten kendimde olandan. Vakit nakitse, son kuruşuma kadar harcamışım, bir an olsun anlamadan.

    Madem hırsızlık haramdı, niye bir kişi olsun ellerime vurmadı. ”Sahtekar ben değilim.” le “Sahtekar değilim ben.” arasında ne kadar büyük bir fark var. Dinleyen olursa dinlerim, dinlenen olursa dinlenirim, dinen olursa dinerim. Son bir nefes, sonra kendim sönerim zaten. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim. Dönen olursa bir plak gibi, dönerim.

    iyi geceler efendim.
    0 ...
  42. 22.
  43. DURUŞ

    Hani, zaman geçiyor, anladım onu nihayet.
    Sen gidersen zaman durur sanıyordum.

    Mesafeler değişiyor.
    Yıldızlar, gezegenler, galaksiler uzaklaşıyor birbirinden de,
    Seninle ne ara uzaklaştık biz.
    Ben duruyorum yerimde.
    Elimden gelse 1 tam turumu,
    365 günde tamamlarım, senin çevrende.
    Ben duruyorum ama,
    Sen nasıl bu kadar hızlı gidebildin.
    Ne çabuk unuttun, neyin acelesi bu.
    Duruyorum ben.
    Bir adım atmayı düşündüm senden uzağa,
    Bayılıyordum az kalsın.
    Ne ara yabancı olduk birbirimize.
    Ne ara bu kadar değiştik.
    Sil baştan başlamak, bu kadar kolay olamaz,
    Daha hafızamızı silecek makine yapılmadı ki.
    Ben buna dayanamıyorum.
    Sen bana dayanamıyorsun.
    Bitiyor yine.
    Alışamıyorum.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük