Bir sonbahar gecesi, mürid uykusundan sıkıntıyla uyanır. O sırada başucunda oturmakta olan ustası sorar: - Bir kâbus mu gördün?
- Hayır!
- Kötü bir rüya mı gördün?
Yine "Hayır!" diye cevap verir genç mürid, gözleri yaşlı bir hâlde:
- Bilâkis çok güzel bir rüya gördüm.
- Peki o hâlde niçin bu kadar üzgünsün?
- Efendim, ben gerçekleşemeyecek denli güzel bir rüya gördüm!
Bu diyalog, Güney Koreli yönetmen Kim Ji-Woon'un, Türkçe'ye "Acı Tatlı Hayat" diye çevrilen "A Bittersweet Life" (2005) adlı filminin finaline iliştirilmiş bir Uzak-Doğu menkıbesi.
Usta'nın cevabı yok. Çünkü yönetmenin amacı bakımından, genç müridin inkisarına hikâyenin ancak bu kadarıyla bir gerekçe bulunmuş oluyor.
Ulaşılamayacak olanı arzulamak. Ulaşılamayacak olana doğru koşmak, kanatlanmak. Aşık olmak kısacası. Tutulamayacak olanı tutmaya çalışmak. Tutamamak. Sadece tutulmak. Ve dahî tutuklanmak. Bile isteye. Bile bile. Bedelini göze alarak. Seve seve.
Burada garipsenecek ne var?
Tutkunun özü, tutmaktan çok tutulmak değil mi zaten? Sürüklenmek. Çekilip alınmak. Kendinden.
Evet, öyle. Sadece mükâfatı değil, sermayesi de yüksek hazdır tutkunun. Saf haz. Bütünüyle. Yarar için, çıkar için değil, bilâkis, sadece tutkunun, tutku sahibi olmanın o kendine özgü yüksek hazzını yaşamak için...
Gerçekleşemeyecek bir rüya gördüğü için kişi mahzun mu olmalı?
Hayır! Hayali rüyada gerçekleşmiş ya, daha n'olsun?
Az şey midir bir idealin hayalini görmek, uyanıkken veya uykudayken?
Dış-dünyada gerçekleşsin veya gerçekleşmesin hayal sahibi olmak?...
Bir düş için. Bir düş olsun görebilmek için.. Ne olursa olsun 'düşmek' için. Bir cemre gibi. Toprağa. Denize. VE bir de bu ülkede hâlâ düş görebilenlerin düşüne; düşüne düşüne...
bu düşün adı, çoğu zaman; bir kadın/erkek ismidir. düşün rengi beyaz olur, pembe olur hiç farketmez.
para pulda hayal edilir ama, hiç bir eşyaya dayalı düş, bir insanın sıcaklığından gelen sihirli enerji kadar özlenmez, hayal edilmez.