kalbimin nerdeyse aşka düşeyazdığı, bir düş'e yazmak istedim bir kaç satır nereye yazacağımı bilemeden.
önce bir itiraf edeyim dedim kime edeceğimi bilemeden, sonra ben bu yazıyı sana yazdım diye giresim geldi cümleye cesaret edemeden, vazgeçtim.
kimi sabahlar insan her zamankinden daha bir dinç, daha bir neşeli kalkar ya hani!
hani apartman kapısında karşılaştığın necmiye teyze daha bir sevecen gelir gözüne, işe gidene kadarki trafik seni yormaz, sabahın ilk kahvesi daha bi tatlı olur, işler daha bi kolay... içinde garip bi neşe vardır dün gece gördüğün güzel rüyadan armağan. anlatmak istersin, tek bir sahnesini dahi hatırlayamazsın. aklında kalan tek şey rüyanın seni çok mutlu etmiş olmasıdır.
işte ben o rüyalarımdaki güzelliği gördüm. o kadar kusursuzdu ki düş sandım. ilk defa gözlerimi o denli uzunca bir süre kırpmadan onu seyrettim. ona bakmak dışında nefes almayı bile yok saydım. önümden 4-5 adımla geçip gitti belki ama ben gözlerinde, dudaklarındaki kıvrımlarda, dişlerindeki parlaklıkta, saçının her bir telinde saatlerce takılı kaldım. bırakmadım tabi peşini, gittim hemen yazdım. telefonunu da aldım, sevgili de oldum. dokunamadığım, kokusunu alamadığım, hissedemediğim, sadece rüyalarıyla bile yetinebildiğim bir peri kızının elini de tuttum hep dokunmayı hayal edipte dokunamadığım günlerin hasretiyle, hiç bırakmayacakmışçasına.
sonra bıraktım.
aptal gibi kendimi bir rüyadan çekip çıkardım.
işte ben o günden beri hiç rüya görmedim.
o günden beri hiç düş'ümü göremedim,
ve bilsen seni nasıl özledim.