odamın küflü tavanına gökyüzünü çizsem üstüme yağmur yağar sanıyordum. gökkuşağını ben çizsem daha güzel çizerdim diye de düşünüyordum. ayrıca yedi renk çok az, yetmedi hiç hayallerimin jüri üyelerine çünkü. hee, ama bak tek renkle bile dünyası renklenebiliyor insanın. bu da ayrı mesele.
aynadaki yüz mesela eskiden bana benziyordu. sahi bana benzetirdim, eskiden ama.
ya da aynalar eskidi. sonum; aç, açık, yalnız ve mutsuz ölen ressamlara mı benzeyecek?
ölümümden yıllar sonra, başka bir ülkeye mi kaçırılacak eserlerim de, milyonların ilgisini çekip turist çekecek.
peki ya hangi ülke beni sahiplenecek?
şimdilerde daha zor yaratmak; kadınını bırakıpta "kadınsız yaşayamam" diyen erkeklerle dolmuş
muhitlerimizde.
artık güneşin batışını görebilmek için değil de sevişmek için gidilir olmuş tepe noktalarına şehrin.
hatırlıyorum ama hatırlıyorum..
ben çocukken düğünlerde masada uyuyakalan çocuktum. giydiğim takım elbiseyle koşturduğum pist, şimdi koşturduğum hayata hiç benzemiyor. duruyor hala takımlarım, damat benmişim gibi saklamışım. şimdi o büyüyen çocuğum, gene uyuyorum. gene eğlenenlerin arasında kendi eğlencemi yaratmaya uğraşıyorum. üstelik çocukken yaptığım gibi para bile toplamıyorum yerden hee!
giyeyim o takımları üstüme de, olmaz ki. neyse.
gelinlik giydirilip eteğinin fırfırları döndüğü süre kadar mutlu olabilen kız çocuklarının mutluluğunu büyüdüğünde de göremeyecek bir derin uyku halinde olan çocuktur.
keşmekeşliğin içinde kendini koyvermenin rahatlığı...
gürültüler içinden yer beğenip bir kıçlık uyku tatmaktı bunun adı belki de. ben de böyleydim küçükken. yatakta uyumak şöyle dursun, yumuk yumuk zorlardımda yine de uykum gelmezdi. düğünlerde masada uyurdum hep. diğer çocuklar etraftan bi şeyler toplarken uyumak daha zevkliydi.
orkestranın, insanların uğultusunun ninni olup kulaklara huzur verdiği günlerdi. tarihi geçmiş meyve sularıyla bayatlamış kuru pastalarının hemen ardından bastırırdı uyku. sanki uyumamız için verilirdi onlar bize. bir de sabırsızca beklenen bugünlerde yüzüne bakılmayan o ikramlar o günlerde nasıl taze gelirdi de, uykuya salardı çocukları...
bilahare masanın sertliği yataktaki rahatlığı verir annenin hırkası, yeleği baş altına gidip yastık yapılırdı. annenin de o aralar ruju uçmuş, saç topuzu bozulmuş, süsleri tavan kayan mahalle kadınlarının elbiseleri kırışmış olurdu.
en zoru, o masadan uyandırılıp eve yürüyerek gitmek olurdu. sanki gürültülü ortamdan, masadan kaldırılıyor gibi değilde; evindeki sıcacık yataktan uyandırılıyordum.
uyanmamak için ne kadar diretirsek o kadar orantılı bi güçle dayağa tehditle kendimize getirilirdik...
-en azından- ben direttiğim her uyanmama esnasında bi örselenmişlikle karşılaşıp mahallenin diğer tabanvay gidenlerine yetişememekle korkuturdum.
annem o ara kollarımı zorlayarak montumu giydirirdi, babamında geldiği bi düğünse onun arkasına saklandırırdı çocukluğumum.
bazı düğün geceleri masada uyuma rolü yapardım, babam kucağında götürürdü yoksa, mükafat büyüktü bana göre. o gece geline takılan altınların bendeki karşılığı babamın beni kucağında eve getirmesi olurdu... o düğün yerindeki masa bi çok işe yarardı. bazen koca popolu teyzelerin iğrenç oynamalarına, korkunç kahkahalarına önlem bazında masaya kömerdim ben kafamı...
hani korkmanında hakkını verirdim. ölü taklidi yapmayı o zamanlardan, korkunç boyalı, tuhaf elbiseli teyzeler öğretmiş olmalılar bana.
şaşmazdı ki;
''düğüne gidilecek bu akşam'' haberinin akabinden bende uyanan kuru pasta, meyve suyu, masada uyumak, annenin hırkasına şalına sarılmak gecenin sonunda uyanmama rolüyle bazı bazı şamarı yemek ya da babanın sıcacık kucağında gecenin soğuğuna karşı komak. öyle bi karşı komak ki o kadar olurdu...
zamanında itelenmek bile güzelmiş ya. pek güzel...
etrafta da koşuşturmak var bahçivan tarzı takım elbisesiyle askılıcana. veya masada da uyuna bilir ama masada pasta yemek gibisi var mı be adam ben pastaları yerdim ama bu uyuyan çocuk olamadım hiç. belki bebekken ailemin beni götürmüş olduğu düğün var sa da bilmiyorum .