günlerdir sözlüğe türkü sözü yazan bir yazara, türkü aşığı bir diğer yazarın yazdığı açık mektuptur. belki, yazacakları diğer yazarları da ilgilendirir diye, mektup sahibi açık olarak yazmayı tercih etmiştir.
sevgili dünyayıkurtaranadam;
şüphesiz siz daha iyisini bilirsiniz ki; türküler dinletilmekten ziyade söylenmek için, sadece söylenmek için yakılmıştır. bu bakış açısını, hemen hemen dünyanın başka tür müziklerinde, hatta otantik müziklerinde dahi bulamazsınız.
bir şarkı, sahne üzerinde orkestrası, solisti, sahne kullanımı gibi pek çok etkenle birlikte insanda hoş duygular uyandırabiliyor. sonunda seyirci, dakikalarca alkışlayabiliyor, bununla yetinmeyip ayağa kalkıyor, sanatçıyı onore ediyor.
türkü böyle bir şey değil herhalde cancağzım. daha çok bozkırda yüreği yangın yerine dönmüş bir kavruk anadolu delikanlısının, gizliden gizliye söylediği bir ağıttır türkü. yiğidinin atı boş dönmüş gencecik bir kızcağızın , kimi zaman bir ananın, kimi zaman bir babanın yürek sesi. gün gelir düğünlerde yeni yetme delikanlıları omuz omuza bağlar, gün gelir kına gecesinde göz yaşı olup akar. lakin bunların hiç biri özünde sahne için değildir. gerçek hayatın ta kendisidir türkü. anadolu hayatı gibi sıradan, mütevazi, mahcup...
siz günlerdir bu mahcup anadolu delikanlısını sol sütunda teşhir edip duruyorsunuz. o, büyükşehirlere geldiği zaman, kendisini ana caddeye atıp "ben burdayım, benim de farkıma varın!" diye bağıran bir meczup değildi oysa.
o şehirlerde bu mahcup anadolu delikanlısının halinden anlayanlar da vardır elbette. dostları, hısım akrabası... hiçbiri bu delikanlıyı yabancı bir meclisin ortasına atıp, adı soyadı budur, ana adı baba adı budur demez... böyle bir tanışma merasimi sağlıklı da değildir esasında. tanışır, gönül dolusu muhabbet eder, hastalığında sorar, düğününde oynar... bütün bunlar hayatın doğal akışı içinde kendiliğinden seyreder.
şimdi benim güzel yürekli arkadaşım;
sizin sözlüğe sadece yöresi, derleyeni ve sözleriyle üst üste girdiğiniz türküler, metropolün orta yerinde "ben de buradayım" diye bağıran o anadolu delikanlısının halinden farklı değil. rahat bırakın o türküleri, neşelendiğinizde neşenizle bir halayı, efkarlandığınızda efkarınızla bir bozlağı giriverin sözlüğe. ben türkü başlıklarında türkünün nabzının attığını hissetmezsem, sıradan bir popülist piyasa şarkısından ne farkı kalır ki onun...
hem türkü pek öyle patavatsız heriflerin kafasına kafasına vurulacak kızılcık sopası da değildir. öfkelendiğinde ferman padişahınsa der, eyvallah ama sokaklarda kadınlara kızlara bağırıp "imana gelin ey ahali" diyen bir meczup değildir türkü.
azizim;
aşık veysel'e ruhi su'yu sorduklarında rahmetli, "dağdaki bir çiçeği bir saksıyla şehirde pencereye getirseler, çiçek çiçektir yine amma dağdaki havasında değildir" demiş. ruhi su ki; şimdilerde türkü söyleyenleri beşer onar cebinden çıkarır.
türkünün doğal havası, sadece çalındığı enstrümanda, yöresinin ağzında falan değildir. hayatın doğal akışı içinde olan türküyü hayatın doğal akışının dışına çıkardığınız her an ona zulmetmiş olursunuz.
sonra kırklareli'nden bir vasfiye çemder çıkıp şöyle der:
uzun kavak ne gidersin engine
yaprakların benzemiyor rengine
bu mektubu uzun, çok uzun zaman önce uzak bir galaksiden yolluyorum. gezegenimiz kötülüğün pençesinde can çekişiyor. yüzyıllardır gizlenen sith'in karanlık gücü yeniden ortaya çıktı. dünya için yapabileceğin her şeyi fazlasıyla yaptın. ne olur gel bizim gezegenimizi da kurtar. bunu yapabilirsin. gücü içinde hisset ve kullan onu.
genc emolar rahatsiz diye türkü başlığı açmaktan vazgeçmeyeceğini biliyor ve bu nedenden ötürü sana çok teşekkür ediyorum.
mektubuma burada edit eklerken, tanrica'nin sol frame'i piç ettiğini düşündüğünü belirtmek isterim. derdini hem senin nick altına hem benimkine yazdığına göre vardır bi iş.