Avrupa Birliği'nin ellinci yıldönümü törenlerle kutlandı, Türkiye bu kutlamaya çağırılmadı.
Türk basını, Avrupa Birliği'ne üye olmayan Türkiye'nin bu üyeler toplantısına çağırılmamasına çok kızdı.
Bunlar öyle dangalak herifler ki, yakında Türkiye'nin Amerika kupası maçlarına, Pasifik Konferansı'na, bağlantısızlar zirvesine, G8 kararlarına niçin dahil edilmediğini falan da sorgulamaya kalkarlar...
Belki de iç ve dış düşmanlarımız engel olmuşlardır, üye olmadığımız bir kulübün davetine gitmemize ha? Vallahi Aziz Yıldırım Dereağzı tesislerinde bir kokteyl verse de beni çağırmasa ben de bu işte bir münafıklık ararım! Zaten o Zico olacak adam beni takımda da oynatmıyor...
Türkiye, Avrupa Birliği'ne, daha doğrusu o zamanki adıyla Ortak Pazar'a katılmak için 1959 yılında başvurdu. Kuruluşundan hemen iki yıl sonra.
Hemen bir yıl sonra da darbe yaptı. Serbest seçimle gelmiş olan iktidarı devirdi.
Sonra, Avrupa'ya katılmayı beklerken, otuz yedi yıl içinde üç darbe daha yaptı.
Şimdi de darbe isteyenleri var Türkiye'nin ve niçin birliğe alınmadığına da hâlâ çok şaşıyor...
Türk bürokratları da hep bu darbelerden hemen sonra Avrupa Konseyi'ne koşup bizi niçin kovmamaları gerektiğini anlatmaya çalışmayı alışkanlık edindiler...
Türkiye, Avrupa'ya katılmak için başvuru yaptı ama başvurudan başka da hiçbir şey yapmadı.
Armudun pişip ağzına düşmesini bekledi. Oysa önce armut ağacını dikmek, sulamak ve büyütmek gerekiyordu.
Devlet kapitalizmi uygulayacak, kambiyo rejimini değiştirmeyecek, vatandaşlarının yurt dışına çıkışını kısıtlayacak, bürokrasiyi politikanın emrine verecek değil de politikayı bürokrasinin emrinde bırakacaktı ve Avrupalı olacaktı.
Solunu tırpanlayacak ve demokrat sayılacaktı.
işadamını engelleyecek ve kendisine liberal denecekti.
Hem Amerikan uydusu olacak hem Avrupalı geçinecekti.
insan haklarını iplemeyecek, insanını birey yapamayacak, köylülüğü tasfiye edemeyecek, yabancı sermayeye küfür edecek ama Avrupalı sayılacaktı. Yabancı sermaye gelecek ama kâr transferi edemeyecekti, insan para kazanmak için mi yatırım yapardı canım?
Oysa Avrupa, Türkiye'nin ben de batılıyım artık iddiasını Atatürk döneminden beri ciddiye almıştı ve birliğe katılma önerisini iki ülkeye, Yunanistan ve Türkiye'ye, kendisi yapmıştı. Müracaat etmemiştik, davet edilmiştik aslında.
Ciddiye almakla yanlış yaptığını şimdi şimdi anlıyor...
Yunanistan 1979 yılında birliğe girdi. Türkiye, 2007 yılında, giremediği birliğin kuruluş kutlamasına niçin çağırılmadı diye kızıyor...
Hem Avrupa Birliği üyelerinden birini resmen tanımıyor, hem de birliğe alınmayı umut edebiliyor.
Birliğin kapılarını zorlamak üzere hazır bekleyen milyonlarca köylüsünün göç arzusuna set çekilmesine de çok bozuluyor.
Türkiye futbol oynamak istemesine istiyor da üç kornere bir penaltı verilsin diyor.
Türkiye Avrupa'ya katılmak istiyor ama Avrupa'nın koşullarına uymaya yanaşmıyor, tam tersine Avrupa'nın onun koşullarına uymasını bekliyor. Beklentisi gerçekleşmeyince de sinirleniyor, Rusya'yla, Çin'le, Hindistan'la ittifak kurma hayalleri üretiyor...
Ben bu üç ülkenin hiçbirinde Türkiye'yle ittifak kuralım diyen bir tek kişi duymadım.
Fakat dünya Türk olsun abi!... Olsun anuğa koyum! Tersini yapacak, bizim dünyalı olacak halimiz yok nasılsa!