Üstten üfleyince düdük vazifesi görürdü. Bazıları güzel ses veriyordu; bazısından ses bile çıkmıyordu. Şansına hangisi gelirse. Herkes bi melodi uydurmaya çalışıyordu ama başarılı olan olmadı.
efenim 1990 yılıydı bu şekerin piyasası. bunun plastik sapı aşağı yukarı hareket ettirilerek düdüğün boru uzunluğu değişitirlir, dolayısıyla değişik notalar elde edilebilirdi inceden kalına. şeker bitince kalan iç içe geçmiş bu plastik sapla da kalem yayı takmak suretiyle kibirt fırlatıcısı yapardık.
kibrit kalın olan plastiğe sığıp ince olana sığmaz. dolayısıyla içerideki yay kibritle sıkıştırılarak kibrit kutusunun yakıcı yüzeyine sürtülerek serbest bırakılır. yanarak yay tarafından fırlatılan kibrit hedefe doğru gider. hedef küfretmeye başlar, atıcı anırarak güler...
insanı çocukluk zamanlarına götüren önermedir. ulen ne günlerdi be sabahları ekmekten arta kalan parayla bu şekerlerden alacam diye koştururdum üç sokak ötedeki bakkala...
3 yaşındaki bir çocuğa "al bak düdük" denilerek verilir bu. çocuk ağzına koyup gülücükler saçarak boyuna öttürür düdüğü. lakin o aynı zamanda şekerdir de. birazdan eriyecektir. nitekim şeker gittikçe küçülür ve artık öttürülemez hale gelir. çocuk kabullenmek istemez bu durumu ve üflemeyi sürdürür. ama nafile. işte gözlerden akan yaşlarla da desteklenen feryat o zaman duyulur: "anne düdüüüüük!". bakkaldan sırf eskiyi hatırlattığı için "ulan hâlâ var mı bunlardan?" denilerek yalnızca bir adet alınmıştır o düdüklü şekerden. çocukla karşılaşınca da cepten çıkmıştır. bakkal da başka şehirde kalmıştır. yani ikinci bir düdüklü şeker ihtimali yoktur. o yüzden çocuğun yanında bulunan annesi olumlu bir cevap veremez: "oğlum yedin ya sen onu. gitti düdük.".** çocuğun ağlaması şiddetlenir ve bu esnada da sinirden olsa gerek düdüklü şeker katır kutur yenir.