dörtlerin gecesi

entry3 galeri0
    3.
  1. ne ki zindan - ne ki tutsak olmak
    ne ki kavga - ne ki dağlarda vurulmak
    bir sehpada idam olmak ne ki
    ihanet utancıyla yaşamak var ya hani
    onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
    üniformalı bir dehak önünde durmak
    ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
    sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak
    işte buydu diyarbakır zindanında yaşam
    3 ...
  2. 2.
  3. aynı zamanda adnan yucel şiiri.

    özlenen ateş yakılmıştı sonunda
    elden ele bütün dünyaya taşınmıştı
    kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç
    kavga dağlarda bilinci kuşanmış
    zindanlarda dirence sarılmıştı
    ve haykıran dudaklar
    her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı

    ......

    bir ağıttır belki ağrı'da zilan deresi
    dersim'de lac deresi bir kanlı şiir
    oysa bir destandı diyarbakır kalesi
    ve diyarbakır zindanında
    ateşle sevişen 'dörtlerin gecesi'

    ne ki zindan - ne ki tutsak olmak
    ne ki kavga - ne ki dağlarda vurulmak
    bir sehpada idam olmak ne ki
    ihanet utancıyla yaşamak var ya hani
    onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
    üniformalı bir dehak önünde durmak
    ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
    sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak
    işte buydu diyarbakır zindanında yaşamak
    sesler ihanete dönüşürdü her gece
    bir tas çorba - bir dilim ekmek uğruna
    ihanetler acılara dönüşürdü kalleşçe
    acılar hep türkülere vururdu kendini

    etten ve kemikten insan olur mu
    beyinsiz insan ayakta durur mu
    aynı kavgaya gönlünü verenler
    dostunu ihanet ile vurur mu

    o zindan ki zincir sesidir şarkısı
    her sözünde bir çığlık yükselir
    her notasında bin öfke
    her dizesinde bin isyan beslenir
    isyan şiirlere
    şiirler yüreklere seslenir
    o zindan ki her yemek vakti
    tutsak ağızları kanla süslenir

    onur kaleleri yıkılırken birer birer
    yüreklerde dal budak salar ihanetler
    ve düşman kasetinde ü'ç önder
    beyinlerini kusarak düşmana sergiler
    aynı anda sıradan bir nefer
    hiç aldırmadan önderlerinin sesine
    tutsaklık içinde özgürlüğü söyler

    sus dostum sus - sözün yarıda kalsın
    özgürlük dilinde kilitli kalsın
    başlar eğilse de açılsın gözler
    konuşan önderler geride kalsın

    ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına
    bir acı saplanır yüreğin tam ortasına
    koğuşlar susar
    parmaklıklar durur
    ranzalarda küllenen umutlar ağlar
    geriye doğru atılan her adım
    yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar
    anlatılmaz bir destandır yaşanan
    ne söze gelir ne saza
    kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır
    ölüler ayaklara dolanır geceleri
    kanlı battaniyelere sarılır
    her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı
    gözyaşları zılgıt seslerine katılır
    elleri hep koynunda kalır kızların
    anaların gözleri dikenli tellere takılır
    bir acılı sessizlik sarar yürekleri
    dicle'nin suları susuzluğa çakılır
    kale burçlarındaki akbabalara
    ve üniformalar giyinmiş yeni dehak'lara
    yalnızca zindanın mazgallarından bakılır

    bir adam çoğalır bir başına hücresinde
    yüreği kawa'dadır gözleri babek'te
    ateşler yanarken dağ doruklarında
    ihanet zindan karanlığında kol gezmekte
    kawa'lara babek'lere bir yandaş gerek
    bu zindan karanlığına bir ateş gerek
    çevrilen ihanet çarkını kırmak için
    ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek

    bir anda yırtılır zindan karanlıkları
    sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar
    patlar bir beyinde newroz ışıkları
    ey ateşin ve güneşin çocukları
    hani bilincin sesi yüreklerimizde
    gözlerimizde inancın sancakları nerede
    bu gidişe dur demek gerekir bilirim
    hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
    bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
    o ateş sönerse yaşamayı neylerim
    bu yüzden ü'ç kibrit ile newroz günü
    yüreğimi sizlere armağan eylerim

    ü'ç kibriti bayrak diye devralan
    ki dağları delip dostlarına yol kılan
    haykırdı ölüm haberini önde gidenin
    özgürlüğü zindan karanlığında güneşleyenin

    ey bu kavgaya gönül verenler
    ser yerine sır verenler
    serden geçip de sır vermeyenler
    bu zindan karanlığı yırtılsın diye
    bu ihanet duvarları yıkılsın diye
    newroz gecesi bir önder
    ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır
    ölürken bile hücresinde
    bizlere kıştan baharı muştulamıştır
    ateşi saraylara - kömürlerde değil
    bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır
    silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar
    aksın diyordu herkes - aksın
    ağlamayı unutmuş gözler ağlasın
    gözyaşları alev alev harlansın
    dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın

    ölen artık yüreklerde bir bayraktır
    ihanet yolunda durulan bir duraktır
    karanlıkta bir çingi ateş
    körlere yol gösteren bir ışıktır
    atılan zılgıtlar bir başkadır o gün
    bir bayram günü ölümü sevmek
    ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün

    dolaştı ü'ç kibrit elden ele sessizce
    hücreden hücreye
    koğuştan koğuşa gizlice
    konuşuldu uğrun uğrun
    tartışıldı geceler boyu ince ince
    zindandan dağlara vurdu şavkını
    dağlardan en kalabalık kentlere
    dallarda çiçeklere verdi rengini
    nehirlerde en coşkulu köpüklere
    dolaştı yurdunu boydan boya
    sazda kırılmayan tel
    dilde susmayan söz oldu türkülere

    zindanda yürekler yine baskıda
    eller bağlı - gövdeler askıda
    ü'ç kibritin ateşi sönsün istenir
    inançlar ihanete dönsün istenir
    düşünceler zincire
    sevgiler prangaya vurulsun istenir
    yüreklerde çağlayan özgürlük suyu
    bulana bulana durulsun istenir
    üniformalı bir dehak'ın şahsında
    zalimin zulmü kurulsun istenir
    baskılar yetmezse itirafta bulunmalara
    yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara
    işte biri - biri daha - biri daha
    susardı bütün koğuşlar
    dönerdi bir anda sessiz mezarlara
    ve çığlık çığlığa o sessizlik
    binlerce öfkeyi
    binlerce isyanı doldururdu bakışlara

    ü'ç kibriti dörtlemek derdi bir ses
    dört kibriti beslemek
    ve ölümü isyan ateşleriyle düşlemek

    bir koğuş vardı koğuşlar içinde
    ü'ç kibriti dörtleyenler yatardı içinde
    dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde

    teslimiyete gönül verilirken önlerinde
    ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler
    ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler
    sönüyorsa yakılan ateşler birer birer
    ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler
    oturdular her gece diz dize
    önce ölümü sevmeyi öğrendiler
    ve ölümde ölümsüzlüğün rengini gördüler
    karardan önce yurtlarında kalanlarını
    çiçeklerinde açanlarını sordular
    düş değildi yaşayıp gördükleri
    sözlerini gelecek adına bir düş diye
    dördü bir ağızdan hayra yordular
    binlerce tutsak içinde
    ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin
    ölüm cehenneminde bir cennet kurdular
    havasızlık içinde veremler yaratılırken
    gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla
    her gece mahkemeler kurulurken
    insanlar soyundurulup makatlar aranırken
    hangi kuş konardı zindan penceresine
    ve makatlara sigara takılıp yakılırken
    insanlar dört ayak ile yürütülürken
    hangi bayrak çekilirdi onur kalesine

    ü'ç kibriti yüreklerinde dörtleyenler
    açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler
    ama hiçbir şeyin
    boyun eğmekten daha kötü olmadığını
    ve boyun eğenlerin
    yarınlara kalmadığını bildiler
    her kötülüğün daha kötüsünü tartışıp
    gözlerinde bütün korkuları sildiler
    binlerce baskıdan ve küfürden sonra
    newroz ateşi yakıp şiirler söylediler
    o günün adını milat koyup
    ü'ç kibrit öncesi
    ve ü'ç kibrit sonrası dediler

    ötsün diye kendi yuvasında kuş
    açsın diye kendi dalında çiçek
    gördüler ki yepyeni kibritler gerek
    ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
    yanarken türkü söyleyen canlar gerek
    ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek
    patladı zindanlarda yepyeni bir isyan seli
    ölümdür sınayan insan yiğitliğini
    ölümü bedenimizde boğmak gerek
    ölümsüzlüğe varıp ölümlerde
    dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek
    ölümü gamzelerde çiçeklemek ve gülmek
    gülmek ki yaşama bilenmek demek
    ille de insan sıcağı kokarken koğuşlar
    gülmek ki
    kurumuş derelerde sellenmek demek
    çol kuraklığında güllenmek demek
    var git dostum var git
    kendin al bu gece nöbeti
    bu gece ölmek
    sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek

    aylardan mayıs ki dallarda çiçektir
    toprakta bereket ve doğada renktir
    inançta güzellik ve zamanda gelecektir

    dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler
    ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler
    gömleklerini - kalemlerini ve saatlerini
    anılsınlar diye sevdiklerine verdiler
    ve dört ağızdan ü'ç kibritin ışıklı sesini
    gök gürültüsünü çıldırtarak gürlediler
    bu ihanet girdabında boğulmadan
    şahsımızda davamız son bulmadan
    ve geriye dönüşler virus gibi çoğalmadan
    canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz
    onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz
    kawa'nın örsüne koyup davamızı
    yüreklerimizi körüklenen ateşlere sürmeliyiz
    bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık
    ü'ç kibriti dörtle çarpıp bu gece
    bütün şehitlere konuk gitmeliyiz

    saat dörtte dört canın etrafı dört duvar
    duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar
    analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar
    bu gece 'dörtlerin gecesi'
    dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar
    biri nöbet tutar - biri bildiri yazar
    diğerleri dört kişilik bir ateş kurar

    zindan sessiz - zindan canlı bir mezar
    gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar
    bütün dostlar uykuda
    dörtlerin gözlerinde yalnız ateş var
    dimdik başlarla
    emin ve kararlı bakışlarla
    ihaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar
    dördü de yaşamaya sevdalı
    özgürlüğe nişanlıydılar
    tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını
    bu zindanda ölüme nikahlıydılar
    bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı
    tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı

    takvimde on yedi mayıs kalkar
    on sekiz mayıs dörtlere bakar
    dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar
    dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar
    dağ - taş ve zindan uykudadır
    yalnızca dört özgürlük yolcusu
    o gece ölüme hesap sormaktadır

    yıllar boyu işkenceler içinde
    ihanetler ve direnmeler içinde
    beklediler - beklediler de gelmedi ölüm
    tuttular yakasından koydular önlerine
    konuş be ölüm - konuş dediler
    biz büyürüz sen böyle küçüldükçe
    seninle kavgamız insanlık tarihiyledir
    prometheus'tan spartakus'e
    bruna'dan che guewera'ya
    vr kawa'dan bizlere dek ateş iledir
    gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm
    senin alçaldığını görmek
    özgürlük adına sunulan canlar iledir

    zindan sessiz - zindan canlı bir mezar
    dört can el ele bir demire sarıldılar
    tinerler - neftler ve boyalar
    zindanda dört can
    kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler
    demirin beline sarılmış dört perçindiler
    ve bir potada erimeye hazır cevherdiler

    (...)
    6 ...
  4. 1.
  5. yurt kitap yayın tarafından basılan ve fevzi yetkin ile mehmet tanbogan tarafından hazırlanan eser..
    12 eylul dönemi diyarbakır cezaevinde siyasi mahkumlara uygulanan baskıları aktaran eser,esasında bu uygulamaları protesto için 18 mayıs 1982 * tarihinde bedenlerini ateşe veren ferhat kurtay, esref anık, necmi onen ve mahmut zengin'in direnis dolu oykusunu islemektedir.
    kitapta, diyarbakır cezaevinde tutuklu bulunan mahkumların o anki ruh durumları ile ilgili yer alan paragraflardan cezaevinin içerigi ile ilgili net bilgilere sahip olmamıza yaramakta.
    '' yarabbim ben nereye düsmüsüm? cehennemin hangi tabakasındayım? allahım eger burası bir cehennem ise nasıl bu kadar zalim olabilirsin? yok eger burası 5 nolu diyarbakır e tipi cezaevi ise bu kadar zulme nasıl tahammül edebiliyorsun? diye sorar. (sayfa 69)''
    yine bir baska mahkum öldügüne inanmakta ve dünyada isledig günahı bedeli olarak kabir eziyeti çektigini sanmaktadır.yaşananların gerçek yaşamda olma olasılığının mümkün olmadığı düşünüldüğünden tutuklular ye öldüklerini , ya da kötü bir rüyada olduklarını sanırlar. yazar kitabın bir diğer sayfasında insanlar vardı, ama insanlık yoktu burada. diyerek (sayfa 73 ) tüm bu vahşet günlerini adeta tek bir cümlede özetler.
    insanlık onurunu yerle bir eden uygulamalar devreye sokulurken,dunyanın bildiği işkence sistemlerinin yanında cezaevi müdürü esat oktay yıldıran 'ın turk usulu dediği işkence yöntemleri de denenmektedir.
    bu atmosfer içeresinde, önce mazlum doğan ardından, dörtler olarak kabul edilen mahkumlar birer birer kendi bedenlerini feda ederek zulmun çemberini yarmaya çalışmışlardır.
    eserde mahkumların kendi bedenlerini yakma anı şu şekilde aktarılmaktadır.
    33. koğuş: 18 mayıs 1982
    gece saat on. bu gece kimse uyumamış. yasaktı bu saatte yatmamak! ama dört kişi dörtlerin gecesini böyle ayarlamış! birinin adı ferhat kurtay`dı. elektrik mühendisiydi. orta boylu, mavi gözlü, güler yüzlü biriydi. o gece üzerinde beyaz yakasız bir gömlek, siyah bir pantolon vardı. yüzü her zamanki gibi güleç, gözleri ise ışık saçıyordu. ikincisinin adı nemci Önerdi.
    Çermikliydi, bu delikanlı. boylu poslu sayılırdı. ferhat`a göre daha uzundu Üçüncüsüne mahmut diyorduk. kütüğe, mahmut zengin diye yazılmıştı siverekte. dördüncüsünü eşref! diye çağırırdık. viranşehirde kütüğe yazılırken bir de anyık yazmışlardı. yoksul sayılırdı ailesi, yüreği zengin olsa da. mahmut ve eşref devrimciliğin gizemini ferhat tan öğrenmişlerdi.
    ferhat ise mazlumun yaktığı ateşin öyküsünü mazlumların direniş kitabından okumuştu. dört arkadaş her şeyi konuşmuşlardı. bu gece bir şölen yapacaklardı, koğuşta ne var ne yok hepsini tutuklulara yedireceklerdi. herkes bağdaş kurunca, her şey sofraya serilmişti. Şiirler okunmuş, yemekler yenilmişti. ateş yolcusu dört devrimci en sevdikleri eşyalarını arkadaşlarına hediye olarak vermişti. eğer bir gün ölür veya öldürülürlerse ne yapmaları gerektiği konusunda son sözlerini desöylemişlerdi. bedenleriyle isyan ateşini yakacaklarına ilişkin hiçbir kimseyi kuşkuya düşürmemeye özel itina göstermişlerdi. nihayet geç saatlerde herkesi uyutmayı becermişlerdi gecenin gidişi, şafağın gelişiydi. ferhat geleceğe yazdığı mektubunun son satırlarını yazıyordu.dört can isyan ateşçisi tinerleri ranzaların altından çıkardılar. koğuşun orta yerinde bağdaş kurarak tinerle yıkandılar. yüz yüze, diz dize durdular.
    ferhat kurtay elindeki kibrit kutusundan bir kibrit çıkardı. kibrite bakınca daldı. necmi Öner: ferhat abi daldın! deyince dört kibrit birden çaktılar. pimi çekildi isyan ateşinin. alev dört bedeni değil, bir zulüm kalesini yakıyor gibiydi. yataklarından fırladı tutuklular. korku..kaçışma..telaş..feryat;bidon bidon sularla ateşi söndürmeye çalıştılar. alevlerden sesler yükselir:ateşi söndürmeyin! alevleri yükseltin! alevleri yükseltin!!!alevler içende bedenleri görürler. ateşin isyan olduğunu onlar çok iyi bilirler. dört bedeni korkuyla telaşla söndürmeye çalıştılar.ve dördünü yan yana yatırdılar. telaşlı, gözleri ağlamaklı tutukluların arasından bir tutuklu, yerde yatan ferhat kurtay`ın yanına yanaştı.23 yaşlarında, orta boylu yakışıklı bir gençti. Üzerinde lacivert renkli bir eşofman vardı. adı selim dindar dı. ferhat hemşerisi ve dert ortağıydı. selim ferhat a doğru eğilerek kürtçe: mamostê min tiştekî bêje! (hocam bir şeyler söyle) dedi. ferhat hemen selim i sesinden tanıyarak. sanki kenetlenmiş dişleri arasından, tıslar gibi bir sesle,zorlukla wî stranê (o türküyü söyle) dedi.
    selim göz yaşlarını tutamadı, ferhat ın başının yanına oturdu, elini kulağına götürdü, avazı çıktığı kadar yüksek bir sesle ve ağlayarak, ferhat`ın sevdiği (sewdaliye) türküsünü güzel sesiyle söylemeye başladı. bu manzara karşısında üzerinde gece elbiseleri olan, hüngür hüngür ağlayan 45 e yakın tutuklu can çekişen arkadaşlarının etrafında oturup, derin bir sessizlik içinde selim dindar ın söylediği türküyü dinlemeye başladılar. selim in bakışları arasıra ferhat ın yüzünde dolaşır. ferhat tebessümleri ile selim i teselli etmeye
    çalışır, yanaklarından etler dökülür.hayli uzun olan türkü bitince, bütün tutuklular ayağa kalkar.bir ses, korku yüklü bir heyecanla! dikkaaaaaatdiye bağırır.gelen yüzbaşı esat oktay yıldırandır. esat can vermiş bedenlerin başında dikilir: koğuş gardiyanı! kim bunlar?
    komutanım, en baştaki ferhat kurtay
    tamam evladım anlaşıldı diyor esat
    bir sigara tüttürüyor ve hiçbir şey konuşmadan çekip gidiyor. esat isyan ateşinin, mazlum doğan'ın yaktığı ateşin, zulmün içine düştüğünü görmüştü. Şimdi de ferhat, hem ölümü hem korkuyu öldürmüştü. acaba ben, yakılan iki şeyin toplamı mıyım? diye düşününce heyecandan terliyor. bunlar nasıl insanlar? nasıl bir iradeye sahiptirler? bu insanlardaki iradeye şaşıyorum diye mırıldandı.
    8 ...
© 2025 uludağ sözlük