Allah dostlarına şöyle demiştir: kim rızık hususunda şu dört nükteyi düşünüp hatırında tutar gereğince davranırsa, o kimse kendi rızkı hususunda kalbine arız olan tasa ve kederlerin tümünden kurtulmuş ve tam bir tevekkül ile sevinçli ve gönlü şen olur.
Birinci nükte şudur: bir kere düşünmelisin ki Allah Teâlâ, kitabında bütün mahlûkatın rızıklarını üstüne aldığına göre, elbette senin de rızkını üstüne almış ve sana da kefil olmuştur. Eğer bir sultan, sana, bu gece misafirimsin ve akşam seni yedireceğim dese, ne yaparsın? Tabii ki, onun için güzel zanda bulunur ve sultanın sözünde doğru olduğuna inanırsın. Yine bir çarşıda o çarsının en cömert olanlarından biri ya da malı çok bir Yahudi itibar sahibi birinin huzurunda seni davet etse, sen onun sözüne güvenip, ona gitmez ve o akşam ne yiyeceğini düşünmekten onun sözüyle tatmin olmuş olmaz mısın?
Şu halde, bu demektir ki, çok cömert ve ihsan sahibi olan Allah Teâlâ, kendi kelamında kudretinin büyüklüğüyle senin rızkını tekeffül edip kendi üstüne almışken ve sana vaadedip yeminde kılmışken, onun kefaletine güvenmeyip endişelerden sıyrılamıyorsun? Ve onun vaadini doğrulayıp yeminiyle tatmin olmuyorsun? Ve onun bunca lütuf ve ihsanına çeşit çeşit terbiye usulü ve ikramına bir bakmıyorsun? Bütün bunlara rağmen, yine kalbin, nefsinin özentisiyle mustarib olup hala rızık endişesinden kurtulamıyorsun! Eger anlar, muttali olursan bunun ne büyük bir musibet ve ne büyük bir facia olduğunu bilirsin. Nitekim bu manayı Hz. Ali iki beytle ne güzel anlatmıştır:
Allahın rızkını başkasından mı istiyorsun?
Ve açlık korkusundan emin, sabah ediyorsun?
Müşrik te olsa sarrafın kefaretine güveniyorsun da,
Rabbinin kefaletine mi razı olmuyorsun?
işte, bu yüzden şevk ve şüpheye düşüp sahibinin iman ve irfanının silindiğinden korkulur. Zira Allah hu Teâlâ kutsal kitabında, <gerçekten inananlarsanız, ancak Allaha tevekkül ediniz,> buyurur.
ikinci nükte de şudur: Ezelde bölüştürülmüş olan rızık değişmez ve levh-i Mahfuza yazılan bozulmazken; sen kısmeti inkâr eder veya bozulmasını mümkün görürsen Allah korusun!- sapıklığa düşmüş olursun. Eğer, Allahın kısmetinin hak olduğunu ve değişmez olduğunu biliyorsan buna rağmen hırs ve özen gösteriyorsan, her iki âlemde de bir gönül başıboşluğu ve şiddetli bir kayıptan başka ne kazanırsın? Nitekim hadis-i şerifte, her servet ve azığın üzerinde falan oğlu filanın rızkıdır şeklinde yazıldığının haber verildiğini biliyorsun. Onun için tevekkül eden şerefle rızkını elde ederken, hırsızın sarhoşu olan düşkün ve zelil olup kalır. Zira hırs ile rızık ne artar ne eksilir. Çünkü taksim edilmiş rızkın, sana ait olan payı sana âşıktır ve sana gelecektir. Öyleyse rızkını şerefle al neden küçülesin.
Üçüncü nükteye gelince: biliyorsun ki rızık sadece yaşamak ve geçinebilmek içindir. Rızık da hayat da şeriksiz Mevlanın lütuflarıdır. Bunlar hep birbirleriyle vardır. Nitekim hayat kulun hayatı, Allahın gayb hazinesinde ve onun elindedir. Yine rızk da onun elindedir. Dilerse verir dilerse vermez o kulun bileceği bir şey değildir. Allah nasıl dilerse öyle yapar. Şu halde sen ne biçim bir kulsun ki, Mevlanın endişelerden kurtulmuyor ve huzur bulmuyorsun!
Dördüncü nükteye gelince o da şudur: Allah, kulun rızkını üstüne almıştır. Kuluna tekeffül ettiği onun gıdası, yetişmesi, gelişmesi ve belli rızıktır. Fakat yemek, içmek gibi sebepleri kul Mevlası için bırakır da, ona tevekkül ederse yalnız, bazen Allah onu bu sebeplerden yoksun bırakır da, kendi kudretinden güç verir ona. Böylece o kul mustarip olmaz ve üzüntüye düşmez. Belki o sebeplerin yaratıcının dostluğuyla tatmin olup zevk almış olur.