"insanlara yukarıdan bakmak gerek. ışığı söndürüp pencereye geçiyordum. yukarıdan birisinin onları gözleyeceğini akıllarına bile getirmiyorlardı. önden görünüşlerine dikkat ederler, bazı da arkadan görünüşlerine, ama bütün gösterileri bir yetmişlik seyirciler için hesaplanmıştır. zaten kim kalkarda bir melon şapkanın altıncı kattan görünüşünü düşünür? omuzlarını ve kafalarını canlı renkler, göz alıcı kumaşlarla savunmayı bir yana koyarlar. insanoğlunun bu büyük düşmanıyla savaşmayı bilmezler: kuşbakışı görünüşle. eğiliyordum ve gülmeye başlıyordum. o kadar gurur duydukları eşsiz benzersiz şu "ayakta olma durumu" neredeydi şimdi? kaldırıma yapışmış eziliyorlardı; yarı sürüngen iki uzun bacak omuzlarının altından çıkı çıkıveriyordu.
altıncı katın balkonunda: ben bütün hayatımı burada geçirmeliydim. ahlaki üstünlükleri maddi simgelerle pekiştirmeli, yoksa yıkılıp giderler. öyleyse, kesinkes, insanlar üzerindeki üstünlüğüm nedir benim? bir konum üstünlüğünden başka bir şey değil. içimdeki insanoğlunun üstünde yer almışım ve seyrediyorum onu. işte bunun için notre-dame' ın kulelerini, eiffel kulesi'nin sahanlığını, sacre-coeur' ü, delambre sokağı' ndaki altıncı katımı seviyorum. bunlar eşsiz simgeler.
bazı bazı sokağa inmek gerekiyordu; sözgelişi işe gitmek için. boğuluyordum. insanlarla düzayak bir yerde birlikte olunca onları karınca yerine koymak çok güçtür. değerler. bir kez, sokakta ölmüş bir herif gördüm. yüzükoyun düşmüştü. arkaüstü çevirdiler, yüzü kanıyordu. açık gözlerini de, solgun benzini de, kanı da gördüm. kendi kendime , "bir şey değil, yeni boyanmış bir resimden daha fazla heyecan verici değil. burnunu kırmızıya boyamışlar işte, o kadar" diyordum. ama beni bacaklarımdan ve ensemden yakalayan pis bir ağrı duydum, bayıldım. bir eczaneye götürdüler, omuzlarıma vurdular, alkol içirdiler. onları öldürecektim neredeyse.
onların benim düşmanım olduklarını biliyordum, ama onlar bunu bilmiyorlardı. birbirlerini seviyor ve dayanışma içinde yaşıyorlardı; bana gelince, gerektiği yerde yardım eli uzatacaklardı; çünkü kendi hemcinsleri olduğuma inanıyorlardı. ama gerçeğin en küçük yanını bilselerdi beni döverlerdi.."
jean paul sartre- duvar- herostratos
bugun fazlasiyla ozlemini cektigimiz derecede siyasi cesaret iceren yilmaz guney filmidir. yakin dostu tuncel kurtiz onu bu filmde yanliz birakmamistir.
Zeynep Casalini'nin 2004'te çıkardığı Nihayet albümünün ve tanınmasındaki en önemli şarkıdır. Söz-müzik: Sezen Aksu, Alper Narman, Fettah Can'a aittir.
Bir çok yabancı ve amatör oyuncu barındırmasına rağmen, yılmaz güneyin en iyi filmidir. Film bir çok sansürsüz sahne içermektedir. Haneke filmlerinde olduğu gibi insanı rahatsız edici bir çok sahnesi mevcut. Filmin belgeseli de ayrı bir güzel. izlenmeli, izlettirilmeli...
bir gün sezen aksudan dinlemek için can verebileceğim şarkı. biliyorum o bitmiş sesinle asla bu şarkının nakaratını okuyamazsın ama ''senin teninden önce duvarların var'' lafını senden duymak için razıyım o bitik sesine be kadın.
sartre'ın bir romanı. Birkaç öyküden oluşma hali vardır. Yani hikâyelerin arasına duvar örer üstad. Duvarların ardında görünmeyen insanlara nazire edercesine bu sefer duvar görünmez. Bir nevi intikam halidir bu yaptığı.
zeynep casali'nin yeryüzüne gönderilme sebebi olan bir şarkı.
şarkının hikayesini fettah can anlatıyor:
Sezen Aksu ve Alper Narmanla birlikte yazdık, Duvarı... Sezen Hanım bir gün arayıp, "Zeynepe (Casalini) şarkı yapmamız lazım." dedi. Biz de gittik, Duvarın belli bir bölümü vardı elimizde. Sezenin de hoşuna gitti. iki, üç saat içinde şarkıyı bitirdik. Zeynep köşede oturuyordu, inanamadı.
hamiş: sezen aksunun bir açıkhava konserinde, hiç beklenmeyen bir anda,bu şarkıyı söylemesini hayal ediyorum senelerdir.
içinde bulunanın dışını da kaplayan olgu ve biraz da durum... Bir duvar gizliliği ve saklanmayı imler evvela. Dışında kalan her şey onun için duvarın ardıdır. Elbette bu tanımı yapan duvarın içinde kalan kişi için geçerlidir. Ve aynı kişi için duvarın ardı bir hayaldir ve o hayal genelde yeni bir duvardır.
ayrıca sabahattin ali'nin bir kısa hikayesine verdiği ad.
"Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır?"
"Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen küçük beyaz bulutlar benden bir tek teselliyi: unutmayı alırlardı. Ve burada konuşulan şeyler hep eskiye, dışarıya ait şeylerdi. Sanki hiç kimse buraya girdikten sonra yaşamıyor, yahut hafızası bunu zapt etmiyordu. Buradaki hayattan bahsetmek lazım gelince de o kadar isteksiz anlatılırdı ki, insanda, söyleyene azap veren bu şeyleri susturmak arzusu uyanırdı. "
çekimleri Fransa'da yapılmış bir yılmaz güney filmidir. bazı oyuncuların olanca yapmacıklığına rağmen izledikten sonra üzerimden kamyon geçmiş etkisi yaratmıştır.
özlem tekin'in sesini en iyi kullandığı, pek bilinmeyen ve zamanın epey ötesinde şarkısıdır. hiçbir grubun cover yapmaya götü yemeyecek bir şarkıdır aynı zamanda.
Bazen yıkmak yerine merdivenle tırmanmayı seçersin. Tırmanırken, amacın olan kişi merdiveni yıkar. Ne kadar yüksekten düşersen, o kadar çok kırılırsın.
bir jean paul sartre eseri.
okumak daha kısmet olmadı ama bol bol varoluşçu felsefe barındırdığını az çok hatırlıyorum, ilk 10 sayfayı okuyup sonra kaldırıp atmıştım kitabı.
bir gün belki kaldığım yerden devam ederim.