düşündüklerimizi hayatın şartlarına göre ayarlayamadığımız yahut düşündüğümüz gibi yaşamayı başaramadığımız için bir çoğumuz az çok çelişkiler içinde yaşarız.
bütün insanlar, hayatları boyunca akla hayale gelmedik şeyler tasarlarlar, tasarılarını durmadan anlatırlar, daha ortada fol yok, yumurta yokken anlatılanları savunan bir çok yandaş da bulunur.
sıra tasarlananları , anlatılanları , gerçekleştirmeye gelince iş değişir.yapmak, kafada kurmak kadar kolay değildir çünkü. yoksa meşhur atasözümüz," lafla peynir gemisi yurur " şeklinde olurdu.mevlana da" is dedigin yapmaktir, soylemek degil. "deme gereğini duymazdı.
saygıdeğer oruc aruoba'nın da dediği gibi, hayat bize verilir ve biz bize verileni yaşarız. değil başaramamak düşünmek bile imkansız görünüyor bu söz karşısında.
icraattan çok laf yapmak eylemi ile elde edilen sonuç.
ne kadar çok konuşulursa o kadar çabuk mükemmele ulaşılabilir. tıpkı sayı saymak gibi, saydıkça daha ileriye doğru gideriz, düşünce evrenimiz o kadar daha ileriye yönelir. Fakat durum gelir de icraata yönelmek zorunda kalındığında, o kadar ağır koşulları gerçekleştiremememizle kalırız dımdızlak. dolayısıyla yapılması gereken, insanların en baştan saymaya başladıkları andan itibaren icraata geçmeleridir ki sonucunda en son lafa gitmek ne kadar mantıklı veya değil anlaşılsın.
danılmanlık mesleği ne güne duruyor yoksa*.
Ulaşılabilecek mantıklı hedefler seçilmediği ve ideallere bel bağlayıp çevrenin somut gerçekliklerine göz kapatıldığı için kendisini çevreleyen koşulları algılama sorunu yaşayan her insanın başına gelmesi muhtemel bir hastalıktır. insanı yaratan idealleri değil çevresini algılama biçimi ve çevresini değiştirme eylemidir. Kısacası hayaller içinde yaşayıp bok içinde ölmektense , somut ufak hedeflerle aşamalı olarak somut büyük başarılara ulaşmak gerçekçi bir hedef olacaktır.
hayat..insanı hep bir yerden bir yerlere sürüklemeyi basaran tek güç'tür.
ve işin içine sartlar; ekonomi, sosyal cevre, aile yapısı ve bireysel olarak kişilik katılırsa bazen hiç olmadık bir yerde hiç olmadık bir şekilde ölümü de, aşkı da, doğmayı da tadabiliriz ya da tattırabiliriz..
düşünülen gibi yasamayı basaramak bundan gelir özünde; ne der büyükler 'misafir umdugunu değil, buldugunu yer'
ama, yaşam düşünülen gibi yaşanılmıyorsa
düşünceyi yasama göre cerceve edebilmek de basarı sayılır..
yani, basarısızlık özünde sızlanmaktan öteye gitmez.