mezuniyet töreninde ışıl ışıl parlayan gözleriyle beni aradı. oysa ki o beni ararken ben onu çok net izliyordum. tanıdığımdan beri izledim zaten, bir saniye bile bakıp geçmedim.
ve yine bu kız, mezuniyet töreninin en güzel kızıydı!
ve bir şeye karar verdim, saçları fönlüyken arkadan toplayınca saçlarını, siyah kıyafetlerin içinde çok daha güzel oluyor.
son olarak da; darısı elaya'nın başına, ona da bu kadar yakışır umarım kep atmak.
çok fena gta 4 oynayan iris. benden iyi oynuyor. * yanımda olmasa geçemezdim o bölümü, oyunu falan silerdim. hadi düm tek tek. (burada yarı spoiler sayılabilecek bir bilgi vereceğim, uçak ya da helikopter görevi yok diyen arkadaşa en içten dileklerimi gönderiyorum)
şu bakınızları ben anlamadım, anlayan beri gelsin.
(bkz: la)
(bkz: kobe)
(bkz: jack)
(bkz: jessica)
(bkz: aysel) yok yok türk olmasın; (bkz: iris) bunu da söylemesi zor; (bkz: kate) off en iyisi (bkz: iris)
otobüse bindiğimizde veya sinemaya gittiğimizde "hocam iki öğrenci alır mısın?" dememe imkan tanımayacak olan bir duruma sürüklüyor beni bu yazar giderek. bu ekonomik kriz içerisinde, nasıl belimizi doğrultup eve ekmek getireceğiz merak konusu doğrusu.
bir hafta sonra nihayet aramızdaki mesafenin yüzlerce kilometreyle ölçülmesi ortadan kalkacak olan.. özlemek kelimesindeki tüm boşlukları doldurduğumuza ve artık bir daha hayatımıza girmesini istemediğimize inanıyorum..
insanın sayılı yılları varken yaşamak için, onları hunharca kullanıp yitirip gittiğini görmek acı vericidir her zaman. ne hayatlar vardır ki, tüm seneleri boşa harcanmış.. hiçbir hayata giremediği gibi, bir daldaki yaprak kadar kısa ama anlamlı bile olamamışlardır. insana bahşedilmiş en güzel duygu olan aşkın tadına varamadan, bir gün, bir hafta bile hayata sevdiğinin gözlerinden bakamadan, belki bakıyormuş gibi yapıp da izlemeden yitip giden kişiler tanıdım. onlar gibi olmamak için elimden geleni yapmaya çalışırken, öyle olmamamı sağlayacak olan başka bir hayatla tanıştım. her ilişkinin uzun sürmesi gerektiğine, gerçekten yeterince tanımak gerektiğine inanan ve hislerine hayatta her şeyden daha fazla güvenen birisi olarak, artık diğer yaşayanları tanımanın buraya kadar olduğunun farkına vardım. aşkı anlatmak istedim görür görmez. ama yapamadım. korkak birisi olmamakla birlikte korkaktım. bir anda insanların söyleyemeyeceği şeyleri söylesem de bazen, bu kez bekledim. hayatımı tamamen verebileceğim biri olmasına rağmen bekledim. hissediyordum seni, sesini, küçük öpücükleri, saçını, tırnaklarını ve belki de her noktanı ama bekledim. senin için dünyaya gönderilmiş olduğuma inanmadan sana inandırdım kendimi. her film kahramanını sana, her şarkıda çifti bize uyarladım. ayalrca bekledim sevgili demek için, sonra da tekrar bekledim aylarca, sarılabilmek için. en sıcak sarılmaların öznesi oldum, sana ait olarak. güne senin günaydınlarınla başladım, senin benim iyi gecelerimle uyuduğun gibi. en çok benim için ağlarken, en çok da bana güldün. senin gülüşmelerin, kahkahaların benim suyum oldu hayat veren. şimdiye dek yaz kış üşüyen ellerirmin bir yıldan fazladır hiç üşümemesi tesadüf değil ki, hayal de değil.. ikimizin parçalarının birleşmesine aşığım, ikimizin parçalarına, ellerimizin lego parçalığına, yürüyen merdivenin büyüsüne, asansörün gizemine ve yaşamın tekliğine. gerçek olmana aşığım.
mutlu edebilen beni, en somurtuk halimde bile tek bir saniyelik hareketiyle şebek şebek gülen ağzımı elimle toparlamama sebebiyet veren çilekli prenses, bu yüzden aşksın galiba...