haziran ayının ortaları, beş-altı yaşlarındayım o zaman. arkadaşlarımla beraber üst mahalledeki sıbyan mektebine gidiyoruz. mektep dediğime bakma, apartmanın giriş katında iki odalı bir daire. zehra abla elif cüzünü, duaları ve namaz kılmayı öğretiyor gelen çocuklara. yerdeki minderlere kuruluyoruz her gün. tabi müthiş bir curcuna. dersini hazırlayan zehra ablaya gidip, veriyor. o gün; benim önümde cüz, elimde annemin baş örtüsü, abimin bana verdiği kalemle oynayıp halıda birşeyler çiziyorum. o sırada yanıma tanımadığım benden biraz büyükçe bir çocuk geliyor. adımı sorunca, yüzüne bakıyorum dikkatlice. sonra, "dudağının üstüne ben konmuş, ne kadar değişik" diyor. yine cevap vermiyorum. sinirlenip diğer kızların yanına gidiyor. bir daha da gelmiyor sonra yanıma. o günden sonra dudağımın kenarındaki o ben, yüzünden benimle konuşmadığını düşünmüştüm. eve gidince bütün gün aynanın karşısında onu çıkarmaya çalıştım, öyle ki kaşımaktan yara yapıp kanatmıştım bile. sonra anladım ki, cevap vermediğim için küsüp gitmiş meğer.
küçükken bir kusur sanıyordum arkadaşlarımda olmadığı için. sonra anladım ki sinemizde ve simamızda ne varsa tuhaf gelen, aslında bizi biz yapan yegane şey.