etimoloji bilgisi ve analiz gücünün özelliği olup doğuştan olmak ile sonradan olmak arasında pek bir fark yoktur. her iki durumunda ortak bileşeni delilik sınırına gelinmesidir. zira anlam kaymasına uğramış şu kelimeler dünyasında bundan yüz yıl önce kullanılan bir kelime bile bugün başka bir anlama gelmekte iken binlerce yıl önce kullnılan kelimelerin halini varın siz düşünün. derinlemesine içine dalındığında ortada ne hermonoytik, ne anlambilim kalmakta, kültür bileşenlerini bugüne taşıyan kelimeler - hangi dil olursa olsun - ilk anlamlarından çok farklı bir dünyaya bizi götürmektedir.
zaman zaman oturduğumuz küllüğün müdavimi bir ekrem abi vardı, nam-ı diğer dekoder ekrem! allah rahmet eylesin, uzun yıllar almanya da çalışıp emekli oldu biliyorduk. ancak nereden musallat olduysa heidegger ekolünden biri kendisine musallat olmuş etimolojiye ve filolojiye kafayı takmış. sanırım semantik yeteneğini ve etimoloji kapasitesini abarttığından mıdır, yoksa ruhi bunalıma girmesiden midir işine son vermişler ve türkiyeye postalamışlar ekrem abiyi. tv seyrederken hangi kelimeyi kafayı takıyorsa birden yerinden zıplar, masa üzerine çıkar ve yıkacağım babil kulenizi diye bağırırdı.
onun kelimelere olan düşkünlüğünü bildiğimizden ve kırık kafası nedeniyle özellikle sevdiğimizden engin etimoloji bilgisine başvurur, ona da böylece moral verirdik !
- ekrem abi, sirkeci isminin kökeni orada sirke satıcılarının olmasımı imiş?
cevap; hayır evlat. ingilizler istanbul u işgal ettiğinde gemiden keçi sakallı bir yetkili çıkmış ve aynı zamanda ünvanı sör imiş. görenler önce keçi sakallı, keçi herif demişler ama zamanla sör keçiye ve nihayet sirkeciye dönüşmüş.
-ekrem abi ne diyorsun şu faysal finans kurumu reklamına?
cevap, ne desem ki? faiz yok katılım hesabı var diyorlar ama bence yalan, adından belli faiz-al finans.
ekrem abi bugün doğrudan etimolojiyi önüne arz ediyorum. doğrudan anlamına gelen direct ingilizce ye türkçe den geçmiştir. biliyorsun türkçe de direğin pek çok anlamı vardır. evimizin direği demek evin yükünü taşıyan geçimini sağlayan kişi iken , orta direk; toplumun çoğunluğunu oluşturan orta gelirliler grubunu kasteder. lafı dolandırmadan direk konuya girersek durum budur. arz ederim.
- merhaba ekrem abi nasılsın?
- ne olsun be evlat iyilik sağlık.
- evlat epeydir görünmüyordun, nerelerdeydin?
- evet ekrem abi yoktum, bir iş için antalya da idim.
- hımm. antalya .. güzel.. neresinde?
- konyaaltı denen ilçede büyük bir otelde konakladık.
- bak evlat, konyaaltı denen yere esasında halk eskiden koyaltı diyormuş. ancak zamanla dönüşerek konyaaltı denmeye başlamış. bunu biliyor muydun?
- abi bende kafayı taktım bu konuya oraya vardığımda. civarda yaşayanlara sordum. onların çoğu senin verdiğin cevabı verdiler. ancak bana pek inandirıcı gelmedi. zira bizim insanımız pratiktir ama koy dan konya çıkaracak kadar uçuk değildir.
- ee evlat meramın ne?
- valla yöredeki kahvehanelerden birinde çay içerken de sordum kahve meclisinde bulunanlara. onlarda bu konuyu bilse bilse yörüklerin ibramı bilir dediler. yakındaysa buyursun çay içer laflarız deyiince bir saat geçmeden ibraam geldi. kafası güzel bir abimiz o da. tarihe meraklı. aynı soruyu ona da sordum. cevaben dedi ki; '' konya vilayetinin sınırları zamanında antalya sahiline kadar uzanıyormuş. balıkçılara, gemicilere, sayıları az olsa da denize zevk içen girenlere nereye gidiyorsun diye sorulunca konyaaltına gidiyorum cevabı alınırmış. haliyle bölgenin ismi konyaaltı olarak kalmış.
- hımm. valla bana da bu açıklama pek inandırıcı gelmedi evlat.
- haklısın ekrem abi ben de pek inandırıcı bulmadım ama aksine bir delil yok. o yüzden araştımalarım devam ediyor.
- devam et evlat. dayanağı güçlü bir açıklama bulursan naçiz kulunuz ekrem abi ne de haber ver.
- ekrem abi hayırdır? elinde hungary adlı bir broşür var. ne iş?
- macaristan a gidiyorum evlat, 1 haftalığına.
- iyi edersin ekrem abi, tekrar moral kazanıp dönersin inşallah.
- sağol evlat.
- ekrem abi, yeri gelmişken macaristan diyoruz ama elindeki kitapçık hungary diyor, nedir bu işin aslı?
-bizzat attila komutanlığında gerçekleşen hun akınları sonucu, hun lar - türkler - öncülüğünde birleşen 10 kabilenin kurduğu bir ülkedir de ondan evlat. yani hungary hun ülkesi demektir.
- desene ekrem abi, dünyada bir türkler var bir de türk olduğunu henüz idrak edemeyenler.
- öyle deme evlat, macar halkı genel olarak bu durumu bilir, türkolojinin en gelişmiş olduğu ülkedir. ittihatçılar dan başlayrak, atatürk ve cumhuriyet döneminde macarlarla olan bu yakılığımızdan çok istifade edilmiştir.
- ekrem abi, artık yaz geliyor, palto ve kaban giymek ağır gelmeye başladı.
- haklısın evlat. zahir öyledir.
- kendime bir mont alsam diyorum.
- al evlat, general monty yi yad edersin. bugün baktım sözlükte montun etimolojisini yapıp öyle gelmişsin.
- doğrudur abi. aslında cephe savaşlarında çarpıcı başarısı olmayan bir generalin sadece giyim kombinasyonu yaparak tarihe adını yazdırmış olması ironik.
- ekrem abi seni biraz yoruyorum ama son günlerde kafama takılmış bir husus ve bağlı olarak yeni bir sorum var..
- tamam ama, misafirlerin ki dahil tüm çay paralarını ödersin..
- tamam ekrem abi, biz çekirgelere düşen ustaların söylediğini yapmaktır.
- peki sor o zaman.
- ekrem abi biliyorsun ki, avustralya birleşik krallığa bağlı bir dominyondur. ingilizler orayı sömürge haline getirdiklerinde, yahut diğer tüm sömürgeciler yeni bir kıta veya ülkeyi ilhak ettiklerinde yerli halk ile nasıl iletişim kurdular ?
-valla eskimolar, kızılderililer, pigmeler, afrikanın yerlileri nasıl hakimiyet altına alınmışsa aborjinler de öyle hakimiyet altına alınmıştır. sömürgeciler ilk irtibata geçtikleri yerlerde önce çok kanlı katliamlar yaparlar - örnek aztek ve maya katliamları -, süngüsü düşen yerli halk yeni efendilerinin geldiğini çok acı ve dramatik bir şakilde öğrenir. medeniyeti temsil eden bu yeni efendilere yaranmak, canını kurtarmak için yahut daha rahat bir yaşam için biz de sizdeniz, sizden olmaya hazırız ruh hali oluşur yerli halkın bazılarında. diğerlerince iş birlikçi olarak suçlansalar da ulaştıkları güvenlik ve refah düzeyi ile statüleri diğerlerini de cezbetmeye başlar. işte tam bu nokta da yeni efendilerin dilini, dinini, kültürünü öğrenmek hevesinde olanlar arttığından, misyoner din adamları, misyoner kültür görevlileri devreye sokulur. bu eğitimleri alanlar, edindikleri birikim ve yardakçılığın ödüllendirilmesi nedeniyle üst düzey görevli, ticaret erbabı konumuna kavuşurlar. yerli halk kendi kültürünü aşağılamaya başlar, öz kültürünü savunanlara, hödük, cahil gözüyle bakılır. gayri medeni sayılan yerli halk bu koşullarda yeni efendinin dilini ve kültürünü öğrenmek için yırtınır. sonuçta, kendi dili ve kültürü kadar bu yeni kültüre ve dile hakim olamasa da artık yeni efendiler amacına ulaşmıştır. misal bugün hindistan çok iyi ingilizce konuşan bir halk a sahiptir.
- sağol ekrem abi.. hımm bir şey daha var şu avustralya nın meşhur kangurularının etimolojisi nedir o zaman?
- evlat, ingilizler sömürgeciğin ikinci aşamasında yani kültürlerini benimsetmek için mahalli ögeleri tanıma uğraşı içindeyken başka hiç bir yerde görmedikleri, keseli ve zıp zıp zıplayan hayvanın adı ne diye yerliye ingilizce olarak sormuşlar. yarım yamalak ingilizcesi bulunan yerli ' kangoroo ' diye cevap vermiş. ingiliz misyonerde not alın bu hayvanın adı kangoroo olarak sözlüğe geçsin diye talimat buyurmuş. bir süre sonra aborjin diline hakim olan ingilizler, kangoroo sözünün ben bilmiyorum demek olduğunu öğrenmişler ama hayvancağızın ismi öylece kalmış. o gün bu gün dür kanguru kangurudur. aborjin dilinde ben bilmiyorum anlamına gelse de.
not : batılı gözüyle medeniyetten uzak olan kavimler, yaşadıkları çevrenin, tabiatın, nesnelerin adını koymak, onları tasnife tutmak konusunda çaba göstermezler. o yüzden, dünyanın bir çok köşesinde ismi bilinmeyen hayvanlar, maddeler, bitkiler öylece isimsiz durmaktadır. ta ki, bir batılı - misyoner - adını koyuncaya dek.