pierre loti'nin, gerçek adıyla julien viaudun, 10 yıl aradan sonra istanbul'a uğramasını anlatan eserdir. 1887 yılının Ekim'inde geçen hikâye, dönemin istanbul'unda yaşamanızı sağlıyor; Loti, Osmanlı'nın kendine has mimarisini, sokaklarını, insanlarını, mezarlıklarını, hattâ kokusunu dahi betimliyor.
--spoiler--
Aslında her şey Loti'nin istanbul'a ve oradaki geçmişine dair gördüğü rüyalarla başlıyor. aziyade'den senelerdir haber alamayan Loti, tuhaf bir şekilde onun öldüğünü düşünüyor. Esasen istanbul'a yaptığı yolculuğu da Aziyade'yi bulmak için değil, ölümünden emin olmak için yapıyor.
Bu yolculuk esnasında Avrupa'yı boydan boya geçiyor, Romanya kraliçesi'nin sarayında konaklıyor, Osmanlı Topraklarına yaklaştıkça sevinci ve hüznü artıyor. Nihayet istanbul'a ulaşıyor ve aziyade'yi aramaya başlıyor. Türlü zorluklarla karşılaştığı bu arayış, ona aziyade'yi tanıyan hemen herkesin öldüğünü gösteriyor. Bir ermeni kadının ve aziyade'nin eski yardımcısının sayesinde mezarı buluyor ve aziyade'nin ölümünde kendi payının da olduğunu öğreniyor.
Gerçekliğe dayanan bu romanın son sayfasında loti, çocukluğunda 'birisi onu izleyinceye dek yaşayanları çağıran hayâlet' ile ilgili bir hikâye okuduğundan bahseder ve devam eder: "...Ve Doğu'dan yana yine her şey yatıştı anılarımda, geçip gitmeyi sürdüren yıllarla... Bu düş kuşkusuz oradaki sevgili küçük hayâletin çağrısıydı, yanıt verdim ve düş yinelenmiyor artık."