"kaderin ve tarihin acımasız kıskacında terk ettikleri bir grup arkadın hikayesini anlatıyor.
doğu'dan uzakta, gençliklerinin en güzel dönemlerini bir arada geçiren, hayalleri ve umutları olan bir grup insanın, ülkelerinde patlak veren iç savaştan sonra farklı yerlere dağılmasını ve yıllar sonra, eski arkadaşlarından birinin cenazesi dolayısıyla tekrar ülkelerine dönmeleriyle başlayan 16 günlük bir yüzleşmenin romanı. romanın başkahramanı adam, tıpkı maalouf gibi, savaştan sonra fransa'ya yerleşmiş ancak doğduğu topraklara sevgisi ve bir dönem içinde yaşadığı çokkültürlü ve çokdinli bu coğrafyaya anlama çabası hiç bir zaman küllenmemiştir. ancak uzun bir aradan sonra giriştiği eve dönüş yolculuğu ve eski bir arkadaşlarını bulma düşüncesi sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. çünkü ne insanlar ne de doğup büyüdüğü topraklar aynı kalmıştır.
açıkça belirtmese de lübnan iç savaşının getirdiği yıkımlara ve ortadoğu coğrafyasının yaşadığı kültürel, tarihsel ve toplumsal sorunlara dair çok çarpıcı gözlemlere de yer veren doğu'dan uzakta'da maalouf yine en iyi bildiği şeyi yapıyor : doğu'yu anlatıyor.
geldim, gördüm, hayal kırıklığına uğradım."
arka kapakta bunlar yazıyor daha okumadım, yeni başladım okumaya. bitince editler hakkında yazarım.
yalnız kitap çıkınca eski sevgilimle yeniden barışmış gibi sevindim.
kaç zamandır yazmıyordu maalouf. her ne kadar kendisi bir türk düşmanı olsa da son yüz yılın en iyi kalemlerinden. zaten kalmadı maalouf gibi yazarlar. bi Gabriel García Márquez var o da hastalandı yakında kim olduğunu dahi unutacak. hayattayken kıymetini bilmek lazım böyle insanların. şimdi herkes betseller için yazıyor. hiç bir edebi değeri olmayan kağıt israfı kitaplar.
dün bitirdiğim kitap. yurdunu terketmek zorunda kalmışların romanı diyebiliriz. gittiği ülkenin yaşam biçimiyle kendi ülkesinin yaşam biçimi arasında kalanların öyküsü. çok iyi ilerleyen romanın sonu iyi mi bitti yoksa daha değişik bir son daha mı iyi olurdu karar veremedim. kesinlikle okuyun derim.
o kadar bekledim kitabın çıkmasını ama değmezmiş. maalouf'un en kötü kitabı. ölümcül kimlikler ve çivisi çıkmış dünyadaki düşüncelerini romana çevirmiş. farklı bir şey yok ve maalouf bu konuyu sürekli işlemesi kabak tadı verdi artık. ölümcül kimlikler'de gayet tutarlı ve güzel bir şekilde konuyu anlatmıştı zaten bunu romana çevirmesine gerek yoktu. bence bunun sebebi maalouf ülkesini terk ettiği için vicdan azabı çekiyor. bir nevi bu konuyu sürekli işleyerek ve özellikle bu romanı yazarak kendini aklama çabasına girmiş.
kitapta geçen arkadaş grubunda bizim memleketteki ; üniversitedeki arkadaş gruplarını, basındaki entelleri, aydınları gördüm resmen. lafa gelince mangalda kül bırakmayan delikanlı, dava adamları ama en ufak bir sorunda topukları kıçlarına vurarak kaçan, kaçacak olanları...ortalık süt liman oluncada geri dönüp yüksek perdeden ahkam kesmeye, akıl vermeye devam edecekler, ettilerde.
demek ki dünyanın her yerinde bu tipler aynı. maddi durumları iyi, üniversite eğitimi almış veya alıyor olanlar, fikirlerini aksiyona geçirmedikten sonra asalaktan, boş konuşmaktan öteye geçemiyorlar.
aydınım demekle aydın olunmuyor, tutunamayanım demekle olmuyor. bir fikrin adamı olmakla aksiyoneri olmak çok farklı.
ölümcül kimlikleri ve çivisi çımış dünyayı okuduktan sonra doğu'dan uzakta'yı okumanıza gerek yok.
maalouf'ta yazarken sıkılmış olmalı ki hikayenin sonu bağlanmamış, nerdeyse pat diye bitiyor.
girişte simone weil'in ''kaba kuvvetle ilişkiye maruz bıraklan her şey alçalır. darbeyi indiren de darbeyi yiyende aynı kirlenmeyi yaşar.'' sözü ne kadar da doğru.
bugün bitirdiğim kitap. savaş nedeniyle memleketlerini terketmiş ve dünyanın dört bir yanına dağılmış arkadaşların yaşadıklarını anlatıyor. kitabın sonu ise bahsedildiği gibi çok da önem arz etmiyor aslında. zaten sonunda ne olabilirdi ki, en fazla bir iki kadeh içerlerdi o günün şerefine, o kadar. bu da bizi etkileyecek değildi.
her ne kadar bazı yerlerde amin maalouf'un düşüncelerini benimsemeyip eleştirsem de, kitap gerçekten etkileyiciydi. bazı cümlelerin altını çizdim daha sonraları üzerinde düşünmek için.
özetle, bu kitap okunmalıdır ve kesinlikle bir zaman kaybı olarak değerlendirilemez bence.
iki taraf da kusurlu demek, mutlaka yüzde elli yüzde elli manasına gelmez. esas şu manaya gelir: niçin ötekilerin kazanıp bizim kaybettigimizi anlamaya çalışalım. bana diyorsun ki: ülkelerimizi istila ettiler, isgal ettiler, bizi aşağıladılar. aklıma gelen ilk soru şu: bunları yapmalarını niye engelleyemedik? yoksa biz şiddet karşıtıyız da ondan mı? hayır, değiliz. o zaman nasıl oldu da bizi istila edip, boyun eğdirip, aşağılayabildiler? bana diyeceksin ki, çünkü biz zayıfız, bölünmüşüz, örgütsüsüz, teçhizatımız yetersiz. iyi de niye zayıfız? niye batı'nınkiler kadar güçlü silahlar üretmekten aciziz? sanayimiz niye geri? sanayi devrimi niye bizde degil de avrupa'da gerceklesti? niye biz az gelismis, zayıf ve bağımlı ülkeler olarak kaldık? başkalarının suçu, başkalarının suçu diye hiç durmadan yineleyebiliriz. ama er geç kendi eksikliklerimizle, kendi kusurlarımızla, kendi sakatlıklarımızla yüzlesmemiz gerekecek. er geç kendi yenilgimizle, bizimki gibi bir medeniyetin uğradığı devasa tarihsel bozgunla yüzleşmemiz gerekecek.
--spoiler--
romanın içinden, her bireyin kendisini sorgulaması gereken cümleler. savaş sonrası ülkesini terk eden, arafta kalmış bir adam ın hikayesi.