Sessizlik.
Saatin tik tak sesi bile yok, köpekler havlamıyor, yoldan geçen bir araba yok, komşunun geceleri sürekli ağlayan bebeği bile susmuş.
Uykun yok. Hareketsizce odanın tavanını izliyorsun, nefes alıp vermektem bile çekiniyorsun.
Sessizliğin büyüsü bozulmamalı.
Karanlık.
Korkuyorsun, kalbin ağzında atıyor. Doğduğundan bu yana zaten hep korkmuşsun. Bu yaşına gelmiş olmana rağmen gök gürültüsü seni korkutuyor, karanlık seni korkutuyor, yatağının altında saklanabilme ihtimali olan şeylerden korkuyorsun.
Annenin ölmesinin düşüncesi bile nefesini kesiyor, insanlara rahatça dokunamıyorsun.
Tenleri seni ürkütüyor ama öldürücü bir şehvete sahipsin. Korktuğun tenlere dokunmak için yanıyorsun.
Şefkat duygun her zaman midene baskı yapıyor.
Anne olmaktan ölesiye korkuyorsun ama bir çocuğu, yeni doğmuş başkasının bebeğini kucağına aldığında kalbin eriyor.
ister istemez kendini bir anne olarak hayal ediyorsun.
Tanrının varlığına hem inanıyorsun hem inanmıyorsun, o senin için hem var hem yok. Bazı geceler yokluk ve varlık arasında dans eden tanrıya dua ediyorsun, bazı geceler isyan ediyorsun, bazı gecelerse umrunda olmuyor.
Bir hiç senin için.
Sırf para kazanıp ev araba sahibi olabilme ihtimali için çalışmayı kabullenemiyorsun. Para umrunda değil, yaşayabilmen için gerekli olandan fazlası sana göre bir çöp.
Her gün etrafına bakıyorsun.
insanlar ne garipler diye düşünüyorsun içten içe kendini onlardan ayrı görüyorsun. Bir anlığına oradaki bütünün parçası olduğunu unutuyorsun.
Bunu daha sonra hatırlayıp, daha sonra kendinden iğrenebilirsin. Şuan bunun bir önemi yok.
Asosyal medyaya takılıp kalan insanları izliyorsun. hiç durmadan, aslında ihtiyaçları olmayan şeyler için sürekli ama sürekli ama sürekli çalışan insanları izliyorsun.
Hayal kurmayı baltalayan bir sistemin içinde sikilen gençleri görüyorsun. Hatta sen de onların arasında iteleniyorsun.
Evlenip, bir şeyler alıp, çocuk yapıp, bir şeyler alıp, gebermekten başka bir isteği kalmamış insanlar arasındasın.
Halbuki sen hayallerinle dünyanı yönetebiliyorsun.
Gözlerini kapattığında bulutların üstüne çıkabilir, herkesi bir anda yok edebilirsin hayattan.
Gözlerini kapattığında, kendi küçük dünyanın tanrısısın.
Ve orada açlar yok.
Orada savaşlar yok.
Orada yemek yiyebilmek için sabah sekiz aksam beş köleliğine istekli bir biçimde kapılıp hayatını çürütenler yok.
Orada katiller yok.
Orada ırkçılar, homofobikler, iki yüzlüler, bağnazlar, düşünmeyi bırakmış, öğrenmek için çabalamayan organizmalar yok.
Orada hayvanlara işkence edilmiyor.
Orada tecavüzcüler yok.
Miden bulanıyor.
Bu şehirden gitmen gerek.
Para harcayarak orgazm olan insanlardan uzaklaşmalısın.
Tek umudu ünlü olmak, sırf saçma bir hesapla takipçi edinmek için aslında umursamadığı acıları kullanarak duyar kasam, kendini vicdanlı görebilmek, suçluluk duygusunu bastırabilmek için başkalarının önünde binbir takla atma gereği duyanlardan uzaklaşmalısın.
Hiç doğmamış olmayı diliyorsun.
Acılarını hiçbir zaman dışarıya yanşıtamamışsın.
Kimseye kendidini tam anlamıyla bırakmamışsın.
Yaşamayı umursamadığın için ölmek de umrunda değil.
Dizlerinde, ellerinde, kollarında morluklar, kesikler, çizikler...
Vücudun yaralarla kaplı.
Belli, boyundan büyük işlere kalkışmışsın.
hiç var olmamış olmayı diliyorsun.
Güneş doğmak üzere.
Miden bulantısını kesmiyor.
Bir cigara yakmalısın.
hiç doğmamış olmak, bir çok yenilgiyi ve bir çok hüzünle birlikte, paha biçilemez tebessümleri kaybetmiş olmak değildir. hiç doğmamış olmak bir hiç bile olamamaktır. toprak olamamaktır örneğin. ya da toprakta yeşerecek bir çiçek, üzerinde gezinen bir böceği hissedebilecek bir duyu olamamaktır. yok olamamaktır mesela var olamadığın için. bir vücut bulamadığın için kendine, kendin bile olamamaktır sonsuzluğun hecesinde.
annenin sana hiç dokunamamasıdır. babanı hiç duyamamandır. bir kardeş veya bir sevgiliye sahip olamamaktır. keşke hiç doğmasaydım dediğin anlarda, bu cümleyi sarf ettiğin küçük ayrıntının yanına bütün bunları koyduğunda hiç doğmamış olmak, yani hiç bile olamamak senin için ne anlam ifade ediyorsa işte odur.