son günlerde belgesellere takmış durumdayım. akşama kadar hayvan belgeseli izliyorum. nedendir bilmem baya baya sarıyor da. film açar gibi açıyor izliyorum. tuhaf * bu son günlerdeki belgesel maratonunda şunu fark ettim, güçsüz olan hiç bir şekilde yaşayamıyor. öyle ki zayıf olan yavruyu annesi bile ölüme terk edip gidiyor doğada. hatta bir belgeselde gördüm, yavru bir fil çok güçsüz (hasta) olduğundan kendisini avlamaya gelen aslanlara direnmiyor ve bu yüzden aslanlar onu canlı canlı yiyor. sırf direnmedi diye. güçsüz olan her açıdan acı çekiyor. bu olay hayvanlar aleminde fiziksel güce bakıyor. fakat insanlar aleminde de durum pek farklı değil. bizde işin içine akıl giriyor. psikolojik açıdan kim daha güçlüyse daha az acı çekiyor. insanları yönetiyor, baskın oluyor. her ne kadar iyilikten, güzellikten dem vurulsa dahi eğer zayıfsanız onlarca darbeye maruz kalıyorsunuz.
insanlarda bulunan üst beyin sayesinde iç güdülerimizi bastırmaya çalışıp empati duyumuzu geliştirmeye çalışsak da, bizi de yöneten gerçekçi bir huy var, "zayıftan uzak dur." popüler olan, zengin olan, zeki olan veya herhangi bir konuda yeteneği olan dikkat çeker ve insanları etrafına toplar. o gözde olandır. o sevilendir. ya diğerleri? vahşi doğada ölüme terk edilendir. ha ölmezsiniz, ölmekten beter olursunuz orası ayrı. eğer insan doğasının 'temelini' anlamak istiyorsanız, hayvan belgeseli izleyin. davranışlarımızın temelinde yatan gerçekleri göreceksiniz. şunu demeye getiriyorum, asla yetinmeyin. ne olursa olsun kendinizi geliştirin. her zaman sizi avlayabilecek birisi vardır, ondan geri kalmayın. hayat acımaz.
madem bu mantıkla gidiyoruz; doğada erkekler kadınları yalnız başına yakaladığı vakit tecavüz de ediyordu, ya da direkt öldürüyordu. gerçekten doğa kanunlarına göre ilerlemek istediğinize emin misiniz? çünkü doğa kanunlarında kadınların hiçbir konuda söz hakkı yoktur. (sadece insanlarda geçerlidir)