--spoiler--
Babanın biri evladının arkadaşlık yaptığı kişilerin gerçek dost olmadığı sürekli oğluna söyler ama oğlu onu dinlemez ve karşı çıkar hayır baba onlar benim en iyi dostlarım der.Baba peki der o zaman onların gerçek dostun olup olmadığını test edelim der oğlu nasıl der baba git bizim koyunlardan birini kes ve parçala ve sonra parçalarını bi çuvala koy ve gel der.Oğlu gider babasının dediğini yapar ve getirir.sonra babası derki şimdi bu çuvali al ve o dostlarına götür ben birisini öldürdüm ve bu çuvala koydum diyerek yardım iste der oğlu ama baba der baba eğer gerçek dostun olup olmadığını görmek istiyorsan yap der oğlu gider dostlarından birisinin kapısını çalar ve ben birisini öldürdüm ve bu çuvala koydum saklamak için bana yardım et der ama dostu hayır git benden uzak dur başımı belaya sokma der ve kovar sonra ikinci bir dostuna gider ama aynı yanıtı alır. Ve diğerleride aynı tepkiyi verince babasına gelir ve haklıymışsın baba onlar gerçek dostum değilmiş hiçbiri yardım etmek istemedi der.babası sana söylemiştim der ve sonra derki şimdi felanca yere git felanca kişiyi bul ve benim selamımı söyle sonra aynı şeyi ondan iste der oğlu gider adamı bulur babasının selamını söyler ve amca ben birini öldürdüm ve bu çuvalın içine koydum der bana yardımcı olurmusunuz der adam gel bakalım diyerken kendi evinin arka bahçesine götürür ve orda bir çukur kazarak çuvalı çukara gömer sonra bütün bahçeye laleler eker ve arka bahçe tam lale bahçesi olur.Oğlan gelir ve babasına olan biteni anlatır baba o adam bana yardım etti çuvalı arka bahçesine gömdü ve sonra tüm bahçeye laleler ekti der babası tamam şimdi yine git ve aynı adamı bul herkesin içinde olmadık hakareti yap ve birde tokat at demiş oğlu şaşırmış ama baba nasıl olur o bize yardım etti ama der babası sen dediğimi yap der ve oğlu gider adamı bulur ve herkesin içinde hakaret eder ve birde adama tokat atar.Adam gence şöyle bir bakar ve derki : oğlum babana selam söyle ben bir tokata lale bahçesini bozacak adam değilim der...
--spoiler--
öyle bir şeydir ki bu; seninle gülendir doyasıya, ağladığında sırtını sıvazlayan, canın sıkıldığında tek bir kelimesiyle eski günlere dönüp gülümsemene sebep, seni bazen kendinden bile daha iyi anlayan anlatan, bütün sırların ikinizin arasında bittiği, bazen ailenden de öte insan.
şimdi düşünüyorum da olmasan kararsızlığımı kim yenerdi, iyice dibe düşmüşken gülmekten kim kopartırdı beni, ben o sayısız planları kimle yapardım peki, ilk kiminle sarhoş olurdum, kimi arardım her başım sıkıştığımda? iyi ki varsın, varsınız..
--spoiler--
çok gezmişsin benden uzak kapılarda. eğlenmişsin, gülmüşsün, belli. uzun süre gönlünü hoş etmişsin.
yorulmuşsun ama, su içer misin? hadi gir içeri de soluklan. sonra gidersin istersen. sonra istersen yine gülersin. ama önce bir ağla. ağla ki dertlerini alayım senin burada. hazır gelmişken tüm kötülükleri uzaklaştırayım. ağla ki, hıçkırırken de olsa sesini duyayım, özlediğim sesini.
dostum..
gidiyorsun yine, kimbilir yolculuk nereye. yorulursan gel e mi? sıkıldığında, susmak istediğinde, için acırsa gel e mi?"
--spoiler--
dediğimizmiş, evet..
gündüz görünmez, ateşböceği gibi geceleyin parlar.
hayatımız henüz gündüz iken, yani talihimiz yüzümüze güler iken, yani yüzümüze gülen ve bizim dost sandığımız onlarca insan henüz bizi yalnız bırakmamışken, göremeyiz kimdir gerçek dostumuz.
ne zaman ki gündüz geceye döner, dost sandıklarımız bir bir gecenin karanlığında kaybolur; işte o zaman görürüz gerçek dostumuzu. gecenin karanlığında gizlenmek yerine, biz bulalım diye ateşböceği gibi parlayan bir o kalmıştır çünkü.
"o kadar insanla dostluk kurdum ki
ellerim dolu sanıyordum.
başıma bir bela geldiğinde
kimseye acımayan zamandan şiddetliydi
dostlarımın ihaneti"
sızısı yüreğimde dostum.Ama çok uzaklardasın eskiden olsa dayanamaz kapına koşar anlatırdım bir solukta.şimdi telefonlar çok soğuk,yollar ve zaman çok soğuk seni çok özledim dostum çok...
kazığını yemediğim, tek güvencem oldu sanırım.
bugün göz dolduran bir örneğiyle karşı karşıyaydım. bulunduğum halet-i ruhiye dolayısıyla son bir haftadır vücudumda oluşan kırmızı noktacıklar ve kestiğim mini minnacık saçlarımla gittim iki 'dost'umun evine. yüzünde kırmızı ruj lekeriyle karşıladı biri beni , öbürü de ne bulduysa sürmüş yüzüne.yetmemiş sakallarına bile sürmüş.
her daim boş şişelerin ayak altında olduğu dumanaltı o küçük ev toplanmış. şişeler bile itinayla dizilmiş duvar kenarına.şaraplar alınmış, en sevdiğim şarkılardan seçme bir liste dahi unutulmamıştı. şarabınızdan koca bir yudum aldıran şarkınız vardır illa ki ve dostunuz bunu bilir ya hani , o an baktığımda birisi ben ağlamazken ağlıyordu , öbürü de koca gözlerini açmış beni izliyordu gülümseyerek. velhasıl, insanoğlunun anadan üryan bir bebek kadar masum, kıymetli olduğunun örneği olabiliyor kimi zaman bu kavram. ''dost'' .
gunumuzde artık pek de var olmayan kavramdır. yıllarca suren dostlukların yerini bir gun icinde kurulan ve hic ugruna bitirilen sozde versiyonları almıstır.
kendini mantıksızca bunalttığında gecenin hangi saatinde olsa da konuşup ferahlatandır. iyi ki vardır ve hep dursundur. okuma yazması olan babacık mouse a teşekkür ederim.
onunla beraber gerçekleri oldugu gibi görebilecegin ruhunun bütün güzelliklerini ona acabilen biridir. kıskanclıklarını ve sacmalıklarını ona itiraftan sonra bütün bunlar onun içtenliginin beyaz okyonusu içinde erir kaybolur.