sarsıcı bir film,baş yapıt. Taşra halkının masum ve iyi insanlardan oluştuğu yanılgısını çok başarılı anlatıyor. lars von trier, karakterleri derinlemesine işlemiş, insanların hayvanlar gibi dürtüleriyle hareket edebilecek, üstüne üstlük de bunun hakları olduğunu düşünebilecek kadar vahşi olabileceğini yüzünüze çarpa çarpa göstermiştir. 170 dakikanın sonunda ise kibri belkide hiç düşünmediğiniz bir açıdan ele aldıktan sonra tamda istediğiniz sonu size veriyor.
"insanlar her yerde aynı bunu anladım. hepsi hayvanlar gibi aç gözlü. küçük yerdekiler daha az başarılı, o kadar!" etkisinden çok uzun süre kurtulamayacağımı hissedebiliyorum.
çevrenizdekilerin, onlara izin verdiğiniz takdirde size ne tür kötülükler yapabileceğini gösteren filmdir. filmden çıkarılabilecek en önemli mesaj *, eğer zamanında tepkinizi koymaz ve bazı şeylere göz yumarsanız, elinizdeki gücü kötüye kullanmak zorunda kalabilirsiniz.
2003 yapımı bir Lars von Trier filmidir. insanların zaaflarını, zaafları olan insanlara acımasızlıklarını, fakir bir kasabada büyüyen insanların içindeki öfkeyi ve bu öfkeyi bir şehrin, zenginliğin ve onlarda olmayan bir çok şeye bir zamanlar sahip olan grace'in üstüne akıtmaya çalışan insanları, şehirde yaşayıp da kasabalara özlem duyan insanların yüzüne yüzüne vurur bir yandan. aslında insanlar aynıdır. taşrada ya da lüks bir şehir merkezinde. insanlar kendilerinden farklı ve aynı zamanda zaafları olan bir insanı kendilerine dart tahtası olarak seçip, hayata dair tüm öfkelerini o kişiden alabilirler. ve bir çok kötülük, bir zamanlar çok fazla iyilikle yola çıkmış insanlardan doğar.
trier'in provokasyon tandanslı anlatımını keskinleştirdiği tiyatral başyapıtı. dogma akımının temeli provoke edicilikten besleniyordu fazlaca. bu provoke edicilik aslen kişiye yapılmaması gereken bir yığın şeyin yapılışıyla anlam kazanıyor. tabi burdaki tavır önemli. kendini savunma peşinde koşmamak. az biraz mevzuyu merhamete yaslamak. merhamet ve filmin özellikle finaliyle sivrilen kibir dışında yapılan iyilikten karşılık beklemekte masaya yatırılıyor çokca.
sadece korku ve gerilim filmleri germiyor insanı. trier filmleri fazlaca geriyor izleyeni. bunda yapılana cevap vermemek onu biraz ahlaki mana da sineye çekmek sorgulanmış. insan algısı içinde ahlaki görecelilikten dem vuruluyor.
filmin tiyatral havası her izleyicinin görmek isteyeceği bir sinema deneyimi kuşkusuz. bu dahi filme kayıtsız kalmamak için kafi aslında.
finaldeki güç ve kibir tandanslı yaklaşımı ağır buldum. bir nevi kötülüğün yanıtı mağdur kişi tarafından gücü eline aldıkça verilebilir tavrı o dogville halkının hepsinin bunu hak etmediğine kadar uzandı bende. küçük bebek dahi ölüme layık görüldü mesela. bu cezalandırma yöntemi, ufaklığın dogville havasını solumasından yarın onunda sıradan fakat içten pazarlıklı ve zaafları olan bir dogvilleli olacağının kestirilmesiyle ilintili şüphesiz. fakat karşılıklılık tezi ve dünyanın iyiliklerle bezenmesi için cevabın mağdur tarafından şip şak verilmesi biraz mevzuyu ahlaki boyuttan hukuksal eleştiri zeminine çekiveriyor.
dogville başyapıtlığını sıradan görünümlü insanların içten pazarlığından ve her bir iş için karşıklılık tezi geliştirmelerinden alıyor. biraz da insan doğasının özde bencil olup zaaflarının olduğuna parmak basıyor. insanın özü karanlık bir analiz süreciyle ele alınmış. ve bu tavrın geniş pencereden haksız olmadığını düşününce anlatılmak istenen ele avuca sığmıyor.
Lars von Trier'in izlediğim ikinci filmi.*çok geç kaldığımın farkındayıım ama izlemiş olmak bile büyük bir şans bana göre. ilk olarak Dancer In The Dark filmini izlemiştim tirer'in ve son yarım saat o kadar çok ağladım ki,bu kadar haksızlıkta fazla oluyor dedim, dayanamadım son sahneleri izlemeye. bu filmde öyle gerçekten insanı derinden sarsıyor, belki yıllarca insanı düşünmeye sevk eden bir yapısı var. bu film başka. beni bu kadar sarsan film olmadı hakikaten. insan doğasında kötülüğü barındırması,hak,adalet,kibir,iyilik kötülük,ikiyüzlülük,insanın zaafları gibi konulara giriyor çıkıyor seni dövüyor. üstüne tez yazılabilecek kadar güzel bir film. yönetmen bizi döverken bir yandan sorular soruyor; hangimiz kötülük yapıldığında ona bir şekilde o kötülüğünü ödetmek istemeyiz ki? yada her iyilik yaptığımız insandan birşeyler mi beklemeliyiz? iyiliği neden karşılıksız yapmayız ki? her kötülük yapan insan ölümü hakeder mi? anti hümanist bir şekilde sona ersede gerçekten bir başyapıttır benim gözümde.
--spoiler--
grace dogville e gönderilen bir melek gibidir çaresiz kanatları olmayan savunmasız bir melek gibi. insanlar tarafından gelebilecek her tülü darbeye açıktır ve bu da fazlasıyla kullanılır. daha filmin en başında kullanmaya bunu fark eden Tom başlar sözde ahlaki değerleri için gracei bir çeşit deney yapar gibi kobay olarak kasabalıların önüne çıkarır. onlarla yaşayabilmek için grace elinden geleni yapar ama zaman geçtikçe açgözlü kasabalı daha fazlasını ister iş tecavüze kadar varır. bütün bunlara rağmen grace anlamaya çalışır kasabalıyı çok zor koşullar altında yaşadıklarını onların yerinde olsa kendisininde aynı şeyi yapacağına inandırmaya çalışır kendisini ama kasabaya gelen babasının kibir hakkında ki nutku çok iyidir. grace gerçektende çok kibirlidir ve kendisini herkesin üstünde gördüğü için bağışlayıcı moda bürünmüştür ama en sonunda düşüncesi çürür ve kendisi olsa onlar gibi davranmıyacağını aslında ellerinden gelenin en iyisi kesinlikle bu olamıyacağını anlar. buda bi çeşit hayal kırıklığı olur seyirci için işlerin her zaman farklı şekilde yürüdğünü iyi insanlarında oldugunu ikiyüzlülüğün ve yalanın olmadığı küçük sevimli kasabalar olduğunu düşünmek isteriz ama bu sadece kitaplarda olur. insalara bir konuda gereginden fazla gücü olduğunda olabilecek en kötü şeye dönüşmeleri hep çok kolaydır ve bu kişiler ne yazık ki bizim komşularımız en yakın arkadaşlarımız vede ailemizden biriside olabilir. iyilik yapmak kötülük yapmaktan her zaman daha zordur.
--spoiler--
brecht film yapsa böyle bir şey olurdu heralde. dünya bir sahnedir mottosuyla tiyatro sahnesi üzerinde oynanan film herkesin çizdiği tebeşir evlerin şeffaflığını bize gösteriyor. kasabaya yeni gelen grace in aciz durumundan yararlanan kasabalının değişimini, bir nevi basamak atlamasını, ezilenin şartlar oluşunca ortaya çıkan ezme psikolojisini epik bir şekilde(brechtvari) izleyice aktarıyor.
lars von trier, hiçbir propaganda yapmadan merhamet- zorbalık kavramını da çok ince bir yerden yakalayarak bizi sorguya alıyor. ikisinin bittiği yer neresidir? saf iyilik-merhamet kavramı insanlığı kurtuluşa mı götürür yoksa yozlaştırır mı? ya da tersten soralım soruyu: güç kişinin elinde olduğunda ne kadar değişmeyebilir?
insanlığın doğasına yönelik bu yolculuğunda yönetmen seyirciyi de çok güzel kendine yabancılaştırıyor. seyirci köyün makineli tüfeklerle taranmasından zevk alıyor adeta. insanların ölümünden, çocuğun annesinin önünde katledilmesinden(!) bir iç huzur-katarsis- yaşıyor.
film bittiğinde ister istemez zihnime şu sorular takılıverdi: idam doğru bir karar mıdır? taş atan çocuklar içeri alınmalı mıdır? hapishanelerdeki tecrit doğru mudur?
gerçekten müthiş bir vicdan muhasebesi yaptıran film olmuş. eline sağlık lors.
kafka nın şato romanındaki gibi bir hava var dogville filminde. kasaba halkının kötülük yapmaya meyilli aşırıcı tutucu tavırları, dışarıdan gelen kimselere karşı adeta bir ikinci sınıf vatandaşmış gibi davranılması,... bu tip haller aynen şato romanında da geçmekteydi. sanırım dogville ve şato da anlatmak istenilen ortak espri, yıllardır bir arada yaşayan küçük toplulukların ne kadar katı gelenekçi ve buna bağlı olarak da yabancılara karşı ne kadar acımasız oldukları gerçeğidir. ayrıca grace ve babasının arabdaki konuşmaları da suç ve ceza üzerine çok dikkate değer bir konuşma; tam hatırlamasamda köpeklerin doğası gereği yaptıkları hataların affedilmesinin köpeklerin doğalarına rağmen eğitilmelerinin önüne geçtiğine dair çok aklıma yatan bir ifade vardı. son olarak da dogville mi grace i terk etti yoksa grace mi dogville i terk etti?
dogville de; kasaba tutuculuğunun aslında ne kadar ciddi boyutta sorunlara yol açacağını görüyoruz. ülkemizde de, rahatça gözlemleyebileceğiniz kendinden olmayana her türlü haksızlığı yapmayı doğal gören muhafazakarların aslında ne kadar tehlikeli olduklarının anlatıldığı bir film.
klasik müzik gibi bu film. ağaçlar, bahçenizdeki ağaç; köpek, komşunuzun köpeği; dağlar, belki de bizim bursadaki uludağ. ağaçlar, köpekler, dağlar var ama yönetmen size kıyak geçmiş ve onların yerini boş bırakarak sizin doldurmanıza izin vermiş. bu sayede sizde filmden biri oluyorsunuz. dogvilleden.
irdelenmesi gereken filmlerdendir. sıradışılığıyla çığır açanlardandır.
(bkz: lars von trier)*
üçlemenin ilk filmidir. fakat bu filmi ve idioterne filmini çeken yönetmenin antichrist'i çeken yönetmenle aynı olması beni hayrete düşürdü. bir de son zamanlar yaptığı konuşmalar lars von trier'i bitiren konuşmalar oldu. sıradan bir faşist.
--spoiler--
"ahlak bireysel etik toplumsaldır." diyordu bir vatandaş geçenlerde tv'de. dogville sakinlerinin toplumsal etik dışılığı ve bireysel ahlaksızlığı, insan doğasının zaaflarını genele yansıtır. aslında filmdeki her karakterde ayrı bir -izm akımının temsilcisini görebilirsiniz dikkatli şekilde tekrar izlerseniz.
greece'in acılarına çözüm bulmaya çalışırken, kendi toplumsal konumunu ve kibirini amacından üstün tutan filozof tom karakteri, sürekli, "insanlar acı çekiyor, insanlar ölmemeli" diyip evinde çiçekli pijaması ile çözümler üretmeye çalışan sik kafalı bir hümanist olabilir örneğin. bu insanlar genelde solcu oluyor ve "x baba keşke ölmeseydi ne de güzel yazardı x baba" edebi akımı sayesinde memeye kavuşuyor bildiğimiz gibi. başka bi halt yaptıklarını görmedim.
oysa aynı toplum, a clockwork orange'da da şiddetin ve insani güdülerin gerekliliği ve önlenemeyeceği sadece boyut değiştireceği konusunda bizi uyarmıştı. alex delarge'ı kendi normlarına çekmeye uğraşan toplum, ona, kendilerine tezat şekilde işkenceler yapmıştı. film sosyal eleştiri değil tamamen bireysel zaaf üzerineydi. dogville izlerken de aynı nedenden finalde orgazm olabildim pek tabii.
çünkü kurduğumuz uygarlığı, birbirimizin kanını içerek bu noktaya getirdik. çünkü şiddet doğamızda var. çünkü intikam almayı seviyoruz. çünkü şu an karnımız çok acıksa, bir çölün ortasında olsak ve yemek ile aramızda hiç bir cezai müeyyide olmadığını bilsek o canlıyı orada parçalayıp yeriz ve dişlerimizi karıştırırken pişman oluruz. ya da olmayız.
sorun, bu olayın teknik olarak mümkün olması. sorun, gerekli şartlar sağlandığında her insanın, 3. sayfada okuyup şaşırdığı manyak psikopatların öfkesine erişebileceği gerçeği.
heh, lars von trier de faşistmiş zaten. buyur buradan yak. ekşi'den kaçtık burda da tatlı su hümanistleri ve sararmış sakallı solcular aynen devam ediyor heralde amk. lan bi bitmediniz.
lars von trier faşist olmaktan kurtulmak için bdp'ye katılıp tilililili der artık her mitingde. böylece her şey rayına oturur.
ılık götlü asker kaçağı hümanistlerin ve 3500 beden jartiyer giyip elinde çakı ile gezen taksim travestilerinin sürekli istedikleri o hakları ve (özgürlük?) ortamını ellerine geçirdiğinde, birer greece olup intikam duygusu ile karşıt bir şiddet oluşturacağını keşfedin artık. bu bir zaaf. enteller buna oligarşik şiddet de diyebilir farketmez benim için valla.
insani duyguların en yücesi bu. nefretin sevgiden daha büyük olduğunu, çünkü sahtesinin olmayacağını facebook duvarlarınızdaki mevlana laflarından biliyor olmanız lazım artık. can yücel de demiş olabilir. hemen her lafı bu ikisi demiş zaten. nietzsche'de bik bik konuşmuş geri kalmamış. çok sağlam bi üçlü bunlar. tumblr'da nefis kız düşüyor alıntıları ile. ama konu bu değildi, pardon.
hitler'in "güçsüz olanın yaşamaya hakkı yoktur" savı kadar tehlikeli şekilde eleştirmiyorum iyimser insanları lakin güçlü olmak ve aynı zamanda gücü doğru kullanmanın imkansızlığını hala anlamamış olanları ve şiddetin tamamen elemine edilmesi gerektiğini savunanları, filmdeki elm sokağında sikebilirim hiç acımadan. o bohem kafanıza sıçsınlar.
aynaya bakıp, insanların bencilliklerinin boyutlarını görmek için pazar günü falan izleyebilirsiniz sakin kafayla. cumartesi izlemeyin havalar iyi, o gün içip gezilmeli bence.
--spoiler--
uyarı: filmi bilmeyenler okumasın(okusan da anlamazsın), ayrıca izlemeyenlere filmi izlemelerini tavsiye ederim.
birde acayip gereksiz uzun, gereksiz hayal ürünü bi yazıdır okuyarak kaybedeceğin zamana en az bi porno sığar, benden söylemesi.
filmi bi'kaç kez başlatıp filmin dekorunu görünce kapatmıştım. yıllar geçti bi inland empire bir de dogville önyargım yüzünden beklediler. chuck norris filmi severlere tavsiye etmiyorum zira hiç ekşın yok.
-evet hem de hiç.
-evet sanırım bütçe yetmemiş.
neyse asıl konu şu:
dogville mükemmel.
"Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."
ee? ne alaka kafka? diye içinden geçiren kesin olmuştur. *
neredeyse herkesin bildiği Kafka'nın Dönüşüm adlı romanı bu cümleyle başlar ve Akla şu soru gelir: peki bu adamı bi sabah kalktığında böceğe dönüştüren şey neydi? işte hikayenin öncesi dogvillede saklı. bazılarımızı iğrenç, böceğimsi diğer bazılarımızı da kana susamış bir hayvana dönüştüren şey.
evet dogville mükemmel.
ama benim bu konuda yazma sebebim sadece filmin mükemmel oluşu değil. benim dikkatimi çeken şey, aslında hepimizin ne kadar da çok dogvilleli oluşu. *
aşağıda filme dair sözlük dışından birinin yazdığı yazıyı alıntıladım.
--spoiler--
rahatsiz edici sahneleri var. ama bu film insanlara cok sey ogretiyor. hayatimda bu kadar ogretici bir film daha izlememistim.
bazi insanlari egitemezsiniz, onlari kotuluk etmemeye ikna edemezsiniz. kotuluklerini suratlarina vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. onlari gormezden de gelemezsiniz. cezalarini haketmislerse haketmislerdir.
merhamet her zaman en dogrusu degildir, en guzeli ve en ahlaklisi da degildir. size kotuluk edenleri mazur gormek, onlara anlayis gostermek, onlarin icindeki seytani ancak besler, buyutur. affetmek belki de o insana yapabileceginiz en buyuk kotuluktur.
size kotuluk edenlere merhamet duyan, onlara anlayisli davranan, ne cektiklerini dusunup onlarin gozunden olaylara bakan biriyseniz, bu filme gidin. gidin ki anlayin, iyilik karsilikli degildir, kotuler cezalandirilmalidir.
eger kotuluk ettiyseniz birine, iftira ettiyseniz, fesatca ona yapmadigi, hatta dusunmedigi suclari yakistirdiysaniz, onun namusuna, serefine dil ya da el uzattiysaniz.. o zaman gitmeyin bu filme. bu filmde kendi igrenc yuzunuzu gorup gercekleri yine inkar edeceksiniz.
yine kandiracaksiniz kendinizi ve suphesiz size benzeyenleri. o yuzden hic zahmet etmeyin.
fakat merhamet eden biriyseniz, gercekten size, sahsiniza korkunc kotulukler yapilmissa, ve siz herseye ragmen icinizde bir yerde o kisiyi kendi hayatindaki acilar ve zorluklar yuzunden mazur goruyorsaniz, gidin bu filme. hemen.
--spoiler--
buna benzer onlarcası da burada ve başka yerlerde yazılmış zaten ancak bu çok açık bir örnek olduğundan seçtim. dogville li "iyi bir insan"ın düşünce yapısı işte yukarıdadır.
diğerleri de şöyle diyor kısaca: "oyunculuk çekim vb harika",
"isayı anlatan film", "kibrin ne olduğunu gözler önüne seren film" hatta bazılarının dilinin ucuna kadar geliyor ama "insanlığa atılmış bir tokat" diyebiliyor. bence bunların tamamı gerçekten kaçma çabasıdır.
aynı dogville sakinlerinin yaptığı gibi ki işte filmi mükemmel yapan da budur. adam açıkça söylemek istediğini nokta virgül atlamadan söylediği halde biz dogville liler üstümüze alınmıyoruz.
hayır tam anlatamıyorum! neticede bir film bi'şey söyler ya da söylemez. söylediği şey de neticede bi filmin söylediği şeydir. ee napalım tamam der geçersin. ama...
beni etkileyen: filmi izleyenlerin bu filme dönüştüğünü görmek oldu. sanki bi tür lanetmiş gibi.
önce filmle ilgili genel fikirlerimin kısa özeti:
filmi mükemmel yapan şey oyunculuk, dekor, çekim tekniği ya da tanrı-isa-kibir göndermeleri değil. hatta özellikle öyle olmasın diye uğraşılmış.
oyunculuklara tekrar bakın en uç durumlarda dahi tepkiler, mimikler keskinleşmiyor, sıradan bir konuymuş gibi konuşulup bitiriliyor(tecavüze uğradığı sahneler vs). yakın çekim yüzler; hiç birine olayın gerginliği hakim değil. bağırıp çağıran yok. sivrilen bir oyuncu yok. her şey, herkes özellikle son derece vasat.
olayın geçtiği mekan neredeyse sadece çizgilerden ibaret.
evet grace-isa benzetmesi var ama bunu sadece grace'in hristiyanların isa'yı resmettiği gibi sarışın mavi gözlü olmasından ve hristiyan üretimi bir film olmasından dolayı söylüyoruz.
kuran'da aynı tanıma uyan ve hatta tıpkı grace gibi en sonunda allah a halkını şikayet edip, allah'ın azabını gönderten peygamberler bile var. aynısı tevratta var.
kuran'dan lut kavmini, tevrattan sodom u okuyun. tıpkı grace gibi onları da kasabadan kovulmakla tehdit bile ediyorlar ve sonunda allahın gazabı çoluk çocuk demeden üzerlerine oluyor.
grace ne isadır ne lut'tur, ne de musa köpektir.
(musa-köpeğin adı-: her şeyi başlatan ve bitiren etkisiz bir koruyucu rolü -grace musanın havlaması ile ortaya çıkar ve film musanın havlamasıyla sona erer-)
çünkü isa yı isa yapan ya da diğer peygamberleri (eğer inanıyorsanız) amaçlarıdır. isanın aksine, grace içinde bulunduğu kasabayı değiştirmeye daha iyi bir yer yapmaya çalışmıyor, kasabalılardan bir beklentisi yok, hatta orada saklanabildiği sürece herşeyine katlanmaya razı.
filmde bir isa varsa o da tom dur, ki tom tam bir kaybedendir. bu yönüyle film aslında din eleştirisi içerir. dinin dogville toplumunda yeri vardır ve dışardan gelen grace de neredeyse bir isa gibidir, buna rağmen film dogville in hazin sonunun filmidir.
giriş bölümünde dogville için amerika roky dağlarındaki herhangi bir kasaba gibi sakinleri iyi ve dürüst insanlar olan bir yer deniyor. normal, bildiğimiz, sıradan, iyi insanlar. dışarıdan gelen onlardan da iyi biriyse neden bu dogville in sonu oldu? yoksa iyilikten maraz mı doğar?
sıradan bir insanı iyi ya da kötü yapan nedir? iyi bilinen, dürüst insanları kötülüğe sevk eden ne olabilir?
bunun cevabını net bir şekilde veriyor film ve cevabının doğruluğunu bizim üzerimizden ispatlıyor.
insanı şekillendiren şey zaruretlerdir eğer zaruretlerimiz olmasaydı iyi olmazdık. yani insan özünde kötüdür. bunu söylerken "insan"dan bahsetmiyorum. demek istediğim sen kötü birisin buna inanmayabilirsin ama bu gerçek. tıpkı virüsler gibi tıpkı dogville liler gibi uygun şartlar oluşana kadar herkes iyidir.
evet ben kötü bir insanım, eğer başıma bir şey gelmeyeceğini bilseydim ve gücüm yetseydi; allah korusun neler yapabileceğimi hayal bile edemiyorum.
--spoiler--
filmin ortalarında Grace'in bütün şehri yakmasını arzu edenler filmin sonunda huzura ermiş olabilirler ama beni yine sıkıntımdan kurtarmayan bir Lars von Trier finali daha.*
Zira filmin sonuna kadar sizi geren yönetmenden bir çığlık bekliyorsunuz, grace'e kendinizce uzun tiradlar hazırlıyor, filmin sonunda insanların yüzüne vurmasını bekliyorsunuz. ama olmuyor, bu sessiz çığlık ve kolay ölüm benim gibi birçok seyirciyi maalesef ekranın başından buruk ayırıyor.
diyalog bazı yönetmenler için pek cazip bir betimleme tarzı olmayabilir, lars von trier böyle yaparak belki de bizde intikam sevinciyle örselenmiş aforizmalar yerine filmin başından kalktığında dahi olayları sorgulayan bir sıkıntı bırakmak istiyor.
--spoiler--
her şeye bir yana çok deneysel bir yapıt ve mutlaka izlenmeli.
filmde bolca imgelem kullanılmıştır. başlarda izlenilirken biraz yadırgansa da * bir süre sonra insan kendini filme kaptırır. başlarda bu grace kim, aa ne kadar da iyiymiş diye izlerken film ilerledikçe bu kadın napıyor, bu kadar iyilik de olmaz olsun diye insan sinirle izler filmi. filmin sonunda grace'nin de diğer insanlar gibi * davranması gerçekten ohh dedirtmiştir. dedirtmiştir dedirtmiştir de anlaşılamayan nokta bu kız o kadar tecavüze uğradı, acı çekti de bunlara sadece babası kötü de ondan kaçıp ona geri dönmemek için mi yaptı diye düşünür insan.
bu zamana kadar izlenmemiş olması eksikliktir. sonunda insana orgazma neden olan, ders niteliğinde bir filmdir. sabahlara kadar tartışmaya neden olacak bir konusu vardır.
--spoiler--
Film boyunca intikam istiyorsunuz sonra intikam alınıyor, fakat suçlu direk siz olmadığınız için de rahat bir hissiyata kapılıyorsunuz. Sonuç olarak insan garip canlı en iyisi mi köpek olmak ya da köpek kadar net olabilmek.
--spoiler--
kasabaların yığınları arttıkça drama kayıtsızlık büyüyor bu nedenle finalini dünya tümelinde hayal etmekten kendimi alamadığım kasaplı kasabalı, insanlı insansız bir film.
bu filmi tabutta rövaşatanın kadın versiyonu olarak değerlendirebilirsiniz. başlangıçta, önce dogwille çekildi ve tabutta rövaşata da ondan esinlenerek çekildi sandım. çünkü, önce dogwillei izledim. fakat, tabutta rövaşata 1996da, dogwille ise 2003te çekilmiş.
açıkcası, ben dogwillei daha çok beğendim. bunun sebebi belki cinsiyetimdir. ama cinsiyetim dışında bu filmin çok farklı tekniklerle çekildiği ortada. bence herkes seyretmeli, çünkü bana kalırsa sinema tarihindeki kült filmlerden biridir bu film. bunun dışında herkese, tıpkı Cem yılmaz gibi, çok düşük bir bütçeyle film çekilebileceğini ve çok büyük bir başarı elde edilebileceğini kanıtlamıştır. belki de cem yılmaz bu filmden etkilenerek çekti filmini, kimbilir..bir de nicole kidman böyle bir filmde oynayarak sanki biraz risk almış, ama böylece gerçekten filmden anladığını kanıtlamış. nicole bu film için çok iyi bir seçim olmuş. kısacası mutlaka izleyin.
insanın uykusunu getiren film. o kadar mayıştırıp insanın uykusunu getirtir ki hayattan kopar insan. izleme be oğlum. izleyip ne yapacaksın ki? onu izleyeceğine git russian institute izle.