Bizim Mustafa yazınca uyandım (Mutlu), hem de manşetten kullanmışlar. Yazıişleri mi yazarına sahip çıkıyor yoksa yazar mı gazetesinin manşetini destekliyor, toplantıda ne konuştular ve ne 'kavilleştiler' artık bilmem, televizyon dizilerinin arasına giren reklamlardan elbirliğiyle yakınıyorlar.
RTÜK kuralları çiğneniyor, 70 dakikalık bölümde 15 dakikayı geçmemesi gereken reklam 29 dakikayı buluyormuş... 59 dakikalık bir bölüme tam 30 dakika reklam girmiş.
Aynı zamanda okurları olan dizi seyircilerini koruyorlar. Tamam. (Azıcık 'rakip gazetenin kanalına kamış atma' eğilimi de yok değil, ona da karışmam, kendi aralarında bir mesele.)
Ancak Mustafa'nın yazısında beni çarpan şu:
Toplantıda herkese sormuş, kimisi reklamlar başladığında başka kanala geçiyormuş, kimisi 'zapping' yöntemiyle aynı anda iki diziyi birden idare ediyormuş, kimisi de iki arada bir derede kitap okuyormuş! Üç dakikada ne müthiş bir konsantrasyon yeteneği! Bunlar örneğin Savaş ve Barış'ı okuyunca olayın Rusya'da geçtiğini şıp diye anlarlar.
Çarpıcı olan şu: Demek ki bunlar tam kadro her akşam evlerinde kuzu gibi televizyon karşısında oturuyorlar... Biryerlere çıkmıyorlar.
Hani şu yemekten sonra çay demleyip sosyaldemokrat politikacılara 'ev oturmasına' giden Ankaralı mazbut gazeteciler gibi!
Oysa rahmetli Ercan serseriliği ne kadar severdi... Onun dalga boyuna gelememişler.
Gecekondu, Türk aydınını bu kadar mı teslim aldı? Varoşlara bu kadar mı boyun eğdiniz? Size her dayatılanı bu kadar mı kolay kabul edeceksiniz?
Maaşlar mı yetmiyor akşamları gezmeye, yoksa karaciğerler mi yorgun?
Yoksa kendinizi zorunlu mu hissediyorsunuz, halkla bütünleşmek, ya da gündemden kopmamak için?
Eşek bile biliyor ki, televizyon dizilerinin çok büyük, ezici çoğunluğu, kötü yazarların yazıp kötü yönetmenlerin çektiği ve kötü oyuncuların oynadığı, üçüncü sınıf, beşinci sınıf zırvalar... Ucuz dekor, sıfır kostüm, kabak ışık... Hiçbirinin ne en küçük bir sanat değeri var, ne kalıcı özelliği.
Mafya destanları, minibüsçü ve kapıcı aşkları, sulugöz kenar mahalle romansları, cici çocuklu temiz aile serüvenleri...
Bu sefillikleri reklamlı seyretsen ne olacak, reklamsız seyretsen ne değişecek?
Hiçkimse bunu sorgulamaya yanaşmıyor. Aynı zamanda televizyon sahibi de olan patrondan korkuyorlar. Türkiye'nin önemli sorunlarından biri olan bu 'dizi gerçeğine' karşı kampanya başlatacaklarına, tam tersine, onu savunuyorlar. Görevi 'kendi kanalının reklamını yapmak' olan televizyon eleştirmenleri yarattılar, her gazete kendi televizyonunun tanıtım bültenine döndü. Diğer kanalları da hepten yok saymacasına...
Bu 'gidişata' karşı çıkan yok.
Daha az reklam alınsın, hem rakip kanal zarara girsin, hem de bizim okuyucu bizi sevsin.
Lumpenler de dizileri daha rahat ve daha bol seyretsinler ki, hem beyinleri daha çok yıkansın, hem de görgü ve beğeni düzeyleri daha da düşsün. Memleket iyice ucuzlasın.
Ki, Atatürk'ü 1921 yılında doğurtup Savarona gemisiyle Samsun'a çıkartma yaptıranları ve ona sonunda Türkiye Cumhuriyeti'ni de 1953 yılında kurduranları yıldız diye piyasa sürelim...
Halk eşek olsun ki biz de dalgamıza bakalım. Yazıişleri akşamları evinde otursun ki biz gezelim. Onlar sürünsün ki biz köşeyi dönelim.
Hiçbirimiz yabancı kanallara bakmayalım (çünkü 'lisan' yok ağabey, çocuğu iyi okula yazdırdık ama zamanında biz hata ettik öğrenmedik), okumak ve müzik dinlemek de zaten 'entel işidir'.
Aptal kutusu o köşede öylece açık dursun, biz de pijama ve terlik eşliğinde yorgunluk çıkaralım.
Teknolojiye direnmek de solculuğun şanındandır; örneğin DVD, pis Amerikan kapitalistlerinin icat ettiği bir sömürü aracıdır. Akşamları dizi seyredeceğimize parasıyla film alıp kendi programımızı kendimiz oluşturmayalım, hem masraf olur hem de delikanlıyı bozar.
Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. Fakat madem oraya 'polemikçi kadrosundan' girdin, yanıt ver Mustafacığım. Benden farklı düşündüğünü de sanmıyorum ayrıca, ama ah o gazeteyle televizyonu aynı ellerde toplayan 'Türkiye şartlarının' gözü körolsun...